Yüzyıllara meydan okuyarak günümüze dek dayanmayı başaran tarihi kalıntılar, bizlere geçmişin sisli perdesini aralamak için ipuçları veriyor. Dünyada ve ülkemizde keşfedilen, gizemli ve büyüleyici tarihi keşiflere doğru bir yolculuğa çıkalım!
Günümüzde teknolojinin hızlı gelişimi geleceğin günden güne daha parlak görünmesini sağlıyor. İnsanlığın yaşam sürelerinin uzayacağı, hastalıklara tedavilerin bulunacağı, uzayda yaşamın mümkün olacağı gibi ihtimaller, ilgimizi gelecek yaşamlara çekiyor. Ancak insanlık tarihinde çok küçük bir aralığı yaşadığımız düşünülürse tarihte de pek çok inanılmaz olayın saklı olduğu akıllara gelebilir. Ortalama insan ömrünün bir asırdan az olduğu gerçeğini aklımızda tutarsak milattan önce 4000 yıllarına kadar uzanan bir insanlık geçmişinin bir hayli fazla gizemi koruduğunu anlayabiliriz.
Bildiklerimiz her seferinde değişiyor
Savaşlar, hastalıklar, iklim değişiklikleri, yanardağ patlamaları ve istilalar gibi birçok faktör sonucu yok olan, tarihin tozlu sayfalarına gömülen kimi gizemli medeniyetlerin yanı sıra günümüze dek ulaşabilen kalıntılarıyla destansı savaşlara, akıl almaz mimari yapılara ve hala bizleri etkileyen mitolojik hikayelere imza atmış büyük medeniyetler, devasa insanlık tarihimizi oluşturuyor.
Yakın zamanda Çin’in Shaanxi eyaletinin başkenti Xi’an’da ilk Çin imparatoru Qin Shi Huang'ın mezarının yakınında 200'den fazla mezar heykeli bulundu. Günümüzde bilinen 8 bin Terracotta askeri vardı. Ancak Çin'deki arkeologların keşfi sayesinde tarihi Çin ordusunun safına 200'den fazla yeni toprak heykel katıldı. Ölümden sonra imparatoru korumak için 2.200 yıl önce yaratılmış olan bu toprak ordu, her birinin yüzünü bir diğerinden farklı kılan, askeri kıyafet ve silahlara ışık tutan, savaşta kullanılan formasyonları hakkında ipucu veren ince detaylarıyla birlikte günümüze dek ulaşmayı başardı.
2020 yılına heyecanlı başlamamıza sebep olan bu keşif duyurusu, geçtiğimiz yıl boyunca öğrendiğimiz yeni keşiflerin bu yıl da devam edeceğine dair bir işaret sayılabilir. Geçtiğimiz yıl da tarihsel keşifler açısından bir hayli heyecan verici bir sene olmuştu.
Geçen senenin çığır açan keşifleri
İskoçya'nın sulak bölgelerinde yüzlerce küçük ada bulunuyor ve bunların doğal yollarla oluşmamış olduğu biliniyordu. Çoğu bilim adamı, adaların Demir Çağı döneminde yapıldığına inanıyordu ve bu da onları yaklaşık 2 bin 800 yaşında yapıyordu. Ancak 2019'un ilkbaharında yayınlanan bir araştırma, aslında bundan çok, çok daha yaşlı olduklarını ve Neolitik insanlar tarafından yaklaşık 5 bin 600 yıl önce inşa edildiklerini ortaya koydu.
2019 yılının Nisan ayında, Homo luzonensis adlı eski bir insan türünün keşfedildiğini duyurdu. Bu tür 50 bin ila 67 bin yıl önce Luzon adasında yaşadı ve kalıntıları sonucu ufak tefek olduğu belirlenerek “Hobbit” lakabını alan bir diğer insan türü Homo floresiensis'ten bile daha küçük olduğu açıklandı. Araştırmacılar yeni türü en az üç kişinin kalıntılarından bulunan yedi diş ve altı kemiğe göre tanımladılar. Kemiklerin hem bir sonraki nesil hem de eski insan özellikleri ile ilişkili özellikleri vardı.
Amerika'nın son köle gemisi Clotilda, Alabama’da, okyanusun derinliklerinde keşfedildi. Temmuz 1860'ta, Afrika kölelerini Amerika'ya ithal etmenin aslında yasadışı olduğu bir dönemde 110 Afrikalıyı Alabama'ya getiren geminin kaptanı, korsanlık suçu sonucu ölümle cezalandırılmamak için insan yükünü teslim ettikten sonra gemisini yakarak batırdı. Uzun bir süre için bir efsane olduğunu düşünülen gemi, Mobil Tensaw Deltası'ndaki sularda bulundu.
2019'da araştırmacılar, hem Neandertal hem de Denisovan yaşamının kanıtlarını içeren bir Sibirya mağarasının keşfini açıkladılar. Neandertaller 190 bin ila 100 bin yıl önce orada yaşarken, Denisovanlar 200 bin ila 50 bin yıl önce oradaydı. Aynı şekilde 2018'de araştırmacılar, Neandertal annesi ve Denisovan babası olan bir kızın kemik parçasını buldular. Böylece insan evrimi boyunca birbiri ardına gelen ırkların hepsinin birbirine düşman olmadığı da kanıtlanmış oldu.
Kadın savaşçıların varlığı ortaya çıktı
1880'lerde, bir Viking savaşçısının iskeleti İsveç'te ortaya çıkarıldı. Silahlar, kalkanlar ve iki atla gömülü olan savaşçı, tarihçilerin Viking savaşçısının nasıl olabileceğini hayal etmelerine yardımcı oldu. 2019’da bir osteolog kalıntılardaki ince elmacık kemiklerini ve kadınsı kalça kemiklerini fark ettiğinde bir DNA analizi yapmaya karar verdi. Analiz sonucunda Viking savaşçısının bir kadın olduğu ortaya çıktı. Araştırmacılar Viking kadın savaşçılarının, diğer kültürlerdeki kadın savaşçılardan daha yaygın olduklarını söylemeyi henüz başaramıyor ancak Viking kültüründe kadınların savaşçı ve askeri liderler olabileceğini belirtiyorlar.
MÖ beşinci yüzyılda Yunan tarihçi Herodot, Mısır'ı ziyaret ederken gördüğü garip görünümlü nehir botlarını 23 satır boyunca betimlemişti. Tarihçiyi bu denli etkileyen botların kalıntılarının hiç bulunamamış olması, tarihçilere Herodot’un nehir botlarının gerçek olmadığını düşündürüyordu. Heredot'tan 2 bin 469 yıl sonra, arkeologlar Nil'in dibinde, batık liman kenti Thonis-Heracleion'un yakınında Herodot teknesinin bir örneğini buldular. Üstelik tekne, Herodot'un tam olarak söylediği şekilde monte edilmiş gibi görünüyor.
Türkiye’nin toprak altından çıkan gizemleri
Ülkemizde de gizemli tarihsel bulgulara rastlamak hiç zor değil. Medeniyetler beşiği olan coğrafyamızda sayısız uygarlığın ayak izlerine denk gelmek mümkün. Belki de efsane olduğu varsayılan pek çok hikayenin nihai kanıtları da toprak katmanlarının altında keşfedilmeyi bekliyor olabilir.
1985 yılında Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde Amerikalı bilim insanlarıyla ortak yapılan araştırmalar sonucunda Nuh'un Gemisi'ni andıran bir gemi gövdesine ait yer altı radar görüntüleri keşfedildi. Araştırmalara on yıllarını veren Doç. Dr. Salih Bayrakturan’ın 1987’de yaptırdığı dört sondaj çalışması da teknoloji yetersizliği sebebiyle gerekli veriyi sağlayamadı. İnsan elinden çıkma, iki katlı bir gemi yapısı olduğunun radar görüntülerinde belli olduğu belirtilen kalıntının boyu 155-160 metre arasında, genişliğinin ise 50 metre olduğunu açıklandı. Ancak köyde her yıl toprak kayması yaşanıyor. Nuh'un Gemisi'ne ait olduğu ileri sürülen yapıda da bozulmalar başlarken, arazide de dev yarıkların oluşmaya başladığı gözlemleniyor.
Güzelliğiyle göz kamaştıran Kapadokya’nın geçmişten günümüze dek gelen, kendine ait gizemleri var. İskoçya’ya bağlanan yeraltı tünelleriyle birlikte Derinkuyu yeraltı şehri, yeraltı inşaat yöntemlerinde kaybolmuş teknikleri işaret ediyor. 12 bin yıl önce yapılan yeraltı şehri ve tünellerin kesin amacı henüz bilinmiyor. Bazı uzmanlar bu tünellerin insanları yırtıcı hayvanlardan korumak için yapıldığını iddia ederken, bir diğer kısım ise, tünel inşasında korunma amacı güdülen şeyin yırtıcılar değil, savaş ve şiddet olduğunu öne sürüyor. Kapadokya'daki 8 katlı Derinkuyu Yeraltı Şehri’nde kiler, mutfaklar, şarap mahzenlerinin yanı sıra bir kilise, konferans salonu, misyonerler okulu, günah çıkarma alanı ve tüneller var. Şehrin üçüncü katındaki 10 kilometrelik tünelin, Kaymaklı Yeraltı Şehri’ne bağlandığı tahmin ediliyor. Şehrin hala ortaya çıkarılmamış katları olabileceği düşünülüyor.
Ülkemizdeki son dönem en gözde olan tarihi kalıntı ise hiç şüphesiz Şanlıurfa’nın gözbebeği olan Göbeklitepe’dir. Netflix yapımı yerli dizi Atiye’de de başrolü kapan tarihi kalıntı, arkeologların ve tarihçilerin bildiklerini yerle bir ederek tarih kitaplarında yeni bir medeniyet sıralaması yapılmasına sebep oldu. Bir tür ritüel ve kült merkezi olarak kullanılan Göbeklitepe’nin en erken kullanımının MÖ 9600-7300 arası tarihlere, yani günümüzden en azından 11 bin 600 yıl öncesine dayandığı düşünülüyor. Dünyanın bilinen en eski megalitlerine ev sahipliği yapan Göbeklitepe’nin işlevinin ayrıntıları hala bir sır. Kazılar 1996 yılından bu yana Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülüyor ancak büyük kısmı hala gün yüzüne çıkartılmayı bekliyor. 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklenen tarihi alan, insan toplumunun gelişimindeki önemli bir aşamaya dair anlayışı derinden değiştirebilir.
Tarihin sonsuz gizemleri toprakta gizli