Toplumsal cinsiyet eşitliği ailede başlıyor

Toplumsal cinsiyet eşitliği ailede başlıyor

Kadına şiddet haberlerinin gündemi fazlasıyla meşgul ettiği bugünlerde sıkça işittiğimiz “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı, uzmanlara göre yaşamın henüz ilk yıllarında özümsenmesi gereken temel değerler arasında yer alıyor.

Takvimler 2020 yılını gösterirken dünyanın birçok bölgesinde ne yazık ki halen kadın – erkek eşitliği tartışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Peki kadınların sosyal, siyasal ve ekonomik hayata katılımlarının hâlâ yetersiz olduğu ve kadın çalışanlarla erkek çalışanlar arasında sektör fark etmeksizin büyük gelir uçurumlarının açıldığı bir dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak mümkün mü? Uzmanlara göre bu eşitlikçi anlayış, henüz yaşamın ilk yıllarında atılacak stratejik adımlar ve ebeveynlerin demokratik yaklaşımları ile toplum tabanına yayılabilir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği nedir?

Dilerseniz öncelikle gazete sütunlarında ve sosyal medyada sıkça rastladığımız bu kavramı kısaca açıklamakla başlayalım: Temel bir insan hakları unsuru olan toplumsal cinsiyet eşitliği en basit anlatımla kadın ve erkeklerin toplumsal ve ekonomik arenada gerçek bir fırsat eşitliğine sahip olması anlamına geliyor. 1995 yılında Pekin'de düzenlenen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı'nda Pekin Eylem Platformu ile ana akımlaştırılan “toplumsal cinsiyet” kavramı sadece toplumsal huzur açısından değil aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma için de çok önemli.

Cinsiyet eşitliği olgusu çocuk yaşta kavranamadığında ilerde evliliklerde ve ilişkilerde de büyük sorunlara yol açabiliyor.
Cinsiyet eşitliği olgusu çocuk yaşta kavranamadığında ilerde evliliklerde ve ilişkilerde de büyük sorunlara yol açabiliyor.

Toplumsal cinsiyet kavramını, cinsiyet kavramından ayıran en önemli özelliği ise kişiye biyolojik olarak atanmasından ziyade toplum tarafından biçilen “inorganik” bir rol olması. “Kızlar dışarıda çalışmaz sadece ev işleriyle ilgilenir” ya da “Erkekler çocuk bakımından sorumlu değildir” gibi klişe sözlerle örneklendirebileceğimiz bu roller ise aslında toplumsal yapıda derin çatlaklar açıyor.

Yaşamın ilk dört yılı çok önemli

Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü akademisyenlerinden Prof. Dr. Aysel Köksal Akyol’a göre çocukların kafalarında eşitlikçi bir yapıyı oturtmaları en çok bu anlayışa uygun oyun, hikaye ve dramalarla mümkün.

Prof. Dr. Aysel Köksal Akyol’a göre çocukları cinsiyetlerine dayanarak kayırmak / eleştirmek değil kendilerine has yeteneklerini öne çıkarmakla geliştirebiliriz.
Prof. Dr. Aysel Köksal Akyol’a göre çocukları cinsiyetlerine dayanarak kayırmak / eleştirmek değil kendilerine has yeteneklerini öne çıkarmakla geliştirebiliriz.

“Özellikle hayata dair temel değerlerin ve kalıcı algıların oluşmaya başladığı 0 – 4 yaş aralığında seçilecek oyunların cinsiyet rollerinden bağımsız ve özgürleştirici etkiye sahip olması gerekiyor. Cinsiyet rollerinden ziyade fiziksel yeteneklere; motor becerilere ve çözüm odaklı düşünmeye yönlendiren oyunlar hem kız hem de erkek çocuklarda mucize sonuçlar verebiliyor. Tam da bu sebeple erken yaş çocuklarda spor ve sanat dallarına yönlendirmeler yapmak bu kalıpların kırılmasına önemli ölçüde hizmet ediyor. Yine oyun alanlarında kız ve erkek çocukları eşit rollerde konumlandıran dramalar ve kurgular da bu anlayışa büyük katkılar sağlıyor.”

Yeni nesil oyuncak ve oyun kitleri üreticisi Toyi’ye göre de durum farklı değil. Henüz çocuk yaşta bireylerin birbirinden ayrıştırılmasına neden olan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği normlarını perçinleyen en önemli etmenlerden biri de oyun alanlarında kullanılan renkler ve temalar. “Erkekler mavi, kızlar pembe sever” klişesinin aslında toplum eliyle üretilmiş bir klişe olduğunun altını çizen marka bu konuya şöyle yaklaşıyor:

Çocuklara dayatılan cinsiyete göre renk kodları henüz doğum anından itibaren başlıyor.
Çocuklara dayatılan cinsiyete göre renk kodları henüz doğum anından itibaren başlıyor.

“Oyuncak dükkanları genellikle raflarını “kız” ve “erkek” olarak ayırıyor ve mağazayı dolaşmaya başladığınızda sizi pembe ve maviden oluşan raflar karşılıyor. Yetişkinler genellikle kız çocuklarına oyuncak bebekler ve güzellik setlerini yakıştırırken, erkek çocuklarına arabalar, silahlar veya yapı setleri uygun görüyor. Aslında oyuncak rafları yetişkinler dünyasındaki cinsiyetçi kalıpların ve eşitsizliklerin bir yansıması. Yetişkinler ev işlerini paylaşmaktan bahsediyor ancak oyuncak mağazaları pembe raflarda mutfak gereçleri, süpürge makineleri ve oyuncak bebekler sunuyor. Yetişkinler “Eşit İş Eşit Ücret” diyor ancak oyuncak raflarında STEM oyuncakları, yapı setleri ve motorlu araçlar erkek çocuklara yönelik pazarlanıyor. Eşitsizlik yetişkinlerin dünyasında değil çocukluk çağında başlıyor. Kimin bakım ve ev işleri, kimin mühendislik ve bilimde yer alabileceğine önceden karar veren oyuncak sektörü çocukların geleceğiyle oynuyor.”

Eşitlikçi baba figürleri mutlu ve bilinçli bireyler yetiştiriyor

En az oyun alanlarındaki nötrleşme ve özgürleşme kadar, aile içindeki demokratik ve eşitlikçi işleyiş de çocukların gelecekte cinsiyet eşitliğine inanan bireyler olmasında önemli bir rol oynuyor. Annelerin yalnızca evde çalışan ve birçok konuda pasif kalan bireyler olacağı ya da babaların sert, soğuk ve mesafeli ebeveyn rolünden çıkmayacağı inanışlarını yıkan aileler daha özgüvenli ve barışçıl bireylerin yetişmesine ortam sağlıyor. 

Sinan İşlekdemir “oyunun cinsiyeti olmaz” düşüncesini savunan katılımcı babalardan.
Sinan İşlekdemir “oyunun cinsiyeti olmaz” düşüncesini savunan katılımcı babalardan.

Dört yaşında bir kız çocuğu babası olan 33 yaşındaki bilgisayar mühendisi Sinan İşlekdemir’in bu konu üzerine paylaştığı anekdot ise konunun önemini en çarpıcı haliyle anlatıyor:

“Yaklaşık bir sene kadar önce kızımla oyun oynarken bir aydınlanma yaşadım. O dönemler ben hafta içi sabah 7’de uyanıp akşam 12'de yattığım için hafta sonları geç saatlere kadar uyumayı biraz seviyordum. Ben kalkana kadar da eşim kahvaltıyı hazırlamış oluyordu. Sonra da kızımla birlikte beni uyandırıyorlardı. Sonra bir gün kızımla oyuncak evinde oynarken ‘Burada baba uyusun, anne kahvaltı hazırlasın’ gibi bir şey söylediğini duydum. Ve duyduğum bu söz çok moralimi bozdu. Çocuk resmen hayatımızdaki o detayı yakalayıp bunu kafasında kadının görevi olarak kodlamıştı. Bu olaydan sonra hep erken kalkmaya başladım. En azından artık eşimin kahvaltıyı tek başına hazırlamasına müsaade etmiyorum.”