Otizmli çocukların ebeveynlerinin zorlu, engebeli yolu

Otizmli çocukların ebeveynlerinin zorlu, engebeli yolu

İrem Afşin gazeteci, aktivist ve otizmli Nâzım Özgün’ün annesi… Nâzım ve İrem Afşin, etraflarında “Asi Tayfa” olarak biliniyorlar. Afşin, uzun ve zorluklarla aşılan yılları ve bu yılların ardından Nâzım Özgün ile nasıl bir ekip olduklarını anlatıyor...


Otizmli bir çocuğun ebeveyni olmayı anlatabilir misiniz bize? Nasıl başladı her şey? 

Ben yalnız bir anneyim. Biz eski eşimle boşandığımızda Nâzım çok küçüktü. Zaten otizm tanısının konulmasıyla bizim boşanma sürecimiz de hemen hemen denk gelir. "Benim oğlum otistik değil, nereden çıkardın bunu, kendini psikoloğa götür diyen bir baba versiyonu vardı bizde. Ben 33 yaşındaydım Nâzım da üç yaşındaydı. Her otizmli annesinin yaptığı bir şey vardır, onu ben de yaptım: Kendimi suçladım. Bu biraz uzmanlardan da kaynaklanıyor aslında. "Bu çocukla yeterince ilgilenmemişsiniz ve otistik olmuş" diyen uzman biliyorum. Bu 1960'lardan kalma buzdolabı anne sendromu olarak adlandırılan bir durum ve tıbbi bir geçerliliği yok. Otizmin bir nöroçeşitlilik olduğunu, hem psikolojik hem fiziksel altyapısının olduğunu öğrenmem gerçekten uzun yıllarımı aldı. Bazen şu anda olduğum insanı düşünüyorum. Otizm beni hayatta olmak istediğim iyi insan haline getirdi. Burada da tabii ki en iyi öğretmenim Nâzım. Oğlum bana bütün yaşadığı zorluğun içinde bir yerlerde küçük şeylerden mutlu olmayı, sıradan şeylerin aslında ne kadar kıymetli olduğunu; bir çocuğun annesinin elini tutabilmesinin, sarılmasının, gözüne bakabilmesinin başka her türlü şeyden çok daha kıymetli olduğunu gösterdi. Açık açık söyleyeyim, otizmli bir çocuğun ebeveyni olmadan önceki İrem Afşin ile ben bugün arkadaşlık etmem. Çünkü o çok daha hırslı, çok daha keskin köşeleri olan, esnemesi olmayan, insani ilişkileri de dünyayla kurduğu ilişki de başarı çerçevesinde olan biriydi. Otizm, insanın çocuğuyla ilgili kurduğu bütün hayalleri, yol haritasını yeniden çiziyor. Bu anlamda kendi adıma otizme çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Nâzım ile konuşurken veya onun doğum günlerinde ona hep takılırım "İyi ki beni seçtin, iyi ki bana geldin" diye. Başka bir çocuğum olsun istemezdim.

Nâzım’dan sonra bir çocuk sahibi olmayı daha düşünmediniz mi?

İrem Afşin ve oğlu Nâzım Özgün.
İrem Afşin ve oğlu Nâzım Özgün.
Nâzım'dan sonra bir çocuk daha doğurmayı istemedim. Evet, bir kız çocuğum olsun isterdim belki ama ona otizmli bir abiye sahip olma sorumluluğu vermek istemedim. Zira, durumu belirsizdi. Öte yandan Nâzım'a vereceğim ilgiyi de başka bir çocukla bölüştürmek istemedim. Zamanında tıbbi bir araştırma için sormuşlardı: Otizm de Down sendromu gibi hamilelikte öğrenilebilseydi otizmli bir çocuk doğurur muydunuz? Bu çok kritik bir soru. Şu andaki durumumuzla, birlikteliğimizle insan önce refleks olarak “Tabii ki doğururdum” diyor. Ama düşünüyorum ayrımcılık sebebiyle o kadar çekti, o kadar üzüldü ki Nâzım, sadece o da değil tüm çocuklarımız öyle şeyler yaşadı ki bunları düşününce, ileride neler yaşayacağını bildiğim için kürtaj seçeneğini seçerdim.


Otizm tanısının konmasının ardından neler yaşandı?

Otizm tanısını aldıktan bir yıl sonra Nâzım ve İrem Afşin.
Otizm tanısını aldıktan bir yıl sonra Nâzım ve İrem Afşin.

Henüz üç yaşındayken, Nâzım ilk kez bu tanıyı aldığında yüzde 68 oranında, A tipi denilen, hiç iletişim kurmayan, göz kontağı olmayan bir seviyedeydi. Dört buçuk yaş civarında ilk kelimeleri çıkarmaya başladı. Şöyle düşün normal şartlarda bir çocuk 18 aylıktan itibaren anlamlı kelimeler kurmaya başlar. Bizim şansımız şu oldu, iyi bir ekip kurduk Nâzım için. Bu bir ekip çalışması yani. Doktorların, uzmanların, ailelerin, eğitimcilerin bir arada çalıştığı bir süreçle bu noktaya geldik. Zurnanın zırt dediği yer de burası çünkü bu işler çok pahalı. Otizmlilerin almaları gereken özel bir eğitim var, bu onlar için bir tedavi alanı. Diğer bir sorun uzmanlar... Bu anlamda pek çok uzman, ailelerin önünü çok fazla kapatıyor, umudunu kırıyor. Çünkü her gittiğin uzman sana şunları söylüyor: "Konuşamayacak, okula gidemeyecek, yaşıtlarının yaptığı hiçbir şeyi yapamayacak, hayat boyu sana bağımlı kalacak… engellilik sonuç olarak." Bizim uzmanlarımızla ilgili en büyük sıkıntımız bu. Son zamanlarda bu durum daha iyiye gidiyor tabii ama hala var maalesef. Konuya direkt "Otistikten bir şey olmaz" diyerek başlıyorlar, halbuki yurtdışında otizmlilerin ve aspergerlilerin en eğitilebilir, en öğrenebilir engelli grubu olduğu, bunu bir engel olmadığı bir farklılık hali olduğu fikri öne çıkıyor.

Okul dönemi nasıldı?

Nâzım’ın 18. yaş günü ve sınıf arkadaşları.
Nâzım’ın 18. yaş günü ve sınıf arkadaşları.

Nâzım'ın okul serüveni bizim için zorlu oldu. Nâzım'ı birinci sınıfta okula yazdırmak için götürdüğümde elimdeki otizmli çocuklar için olan genelgeye çok güveniyordum. Gittiğim okullardan aldığım tepki şuydu: "Hanımefendi o genelgede yazan benim için önemli değil, ben velilerime bu durumu anlatamam, biz otizmli çocuk almıyoruz."

İttire kaktıra bir okul bulduk, Hulusi Kentmen gibi bir müdür ve son derece ton ton, 25 yıllık bir ilkokul öğretmeninin "Tabii ki okuturuz, ne demek canım, her çocuk okuyabilir" demeleriyle Nâzım ilkokula başladı. Ben şunu hatırlıyorum, okulun bahçesine girdiğimizde sadece çocuğumu değil, beni de parmakla gösterirlerdi. Veliler birbirlerini dürterlerdi ve "Bak bak, geldi. Otistiğin annesi bu işte" derlerdi. İstiklal marşında çocuklar sıraya girer ya bazı veliler çocuğunun kolundan tutar benim çocuğumdan uzaklaştırırdı, "Durma otistiğin yanında" derlerdi. Nâzım bunları hep duydu, bunlar onun önünde oldu hep. "Törene çıkmasın, folklor ekibinde olmasın, öğretmen bunu kayırıyor" gibi sözler çok duyduk. Biz bir defa illa her yılın başında bir kayıt faciası yaşıyorduk. Çünkü her yılın başında veliler Nâzım o okulda okumasın diye dilekçe veriyorlardı. Nâzım'ı okula alan idareciler de değişmişti tabii ve ben de her sene idarecileri onları Milli Eğitim Bakanlığı'na şikayet etmekle tehdit ediyordum. Çocuğumun şiddet gördüğü de oldu, taciz de edildi ama genel olarak en belirgin tavır "Biz seni burada istemiyoruz" oldu. Biz ilkokul sürecin, çok zor tamamladık ama öğretmenimiz hep yanımızda durdu, tüm velilerin karşısında durdu, Nâzım'ı hep korudu ve kolladı. Ona hiperaktivitesini yenmeyi, sınıfta ders dinlemeyi, okul kurallarına uymayı hep öğretmeni öğretti.

Okul değiştirmek zorunda kaldığında neler yaşadınız? 

İrem Afşin ve oğlu Nâzım Özgün. Kayköy/ Fethiye
İrem Afşin ve oğlu Nâzım Özgün. Kayköy/ Fethiye

Bu okulda çok çektik diye ortaokulda aynı okulda devam etmeme kararı aldık. Sonuçta benim çocuğum ilkokulu başarıyla bitirdi, okula da alıştı. Bu sebepten okul bulmada zorlanmayacağımı düşündüm. İşler hiç öyle olmadı. Daha telefondan okula başvurduğumuzda, "Benim çocuğumun kaynaştırma raporu var, otizmli benim çocuğum" dediğimde ya telefon suratıma kapandı, ya "Biz öyle çocuk bakmıyoruz" dendi. Ya ben bakımevi aramıyorum ki okul arıyorum. Bu çocuk zaten okuyan bir çocuk. Hiç unutmuyorum, beşinci ya da altıncı okuldan sonra benim aklım başıma geldi ve okul bulamadığımızı fark ettim. O dönem Gazeteci Elif Key ile iş arkadaşıydık, ikimiz de Habertürk'te köşe yazıyorduk. Bir akşam onunla konuşuyorduk, okul işini ne yaptığımızı sordu. Okul bulamadığımızı söyledim ona, çok şaşırdı ve "Bunu yazalım" dedi. O zaman da birkaç okuldan haber bekliyorduk, o okullardan gelen haberi bekledik yazmak için. O dönem Etiler Koleji'nin seviye tespit sınavına girdi Nâzım, 100 üzerinden 95 aldı. Dediler ki "Çocuğunuzun akademik becerisi bizde okumaya çok uygun ama biz otizmli öğrenci almıyoruz." Nedeni de şuymuş, bir tane hiperaktif öğrencileri varmış ve ikisiyle başa çıkamazlarmış çünkü ortalığı dağıtıyorlarmış. Ben çocuğu okula götürdüm, okulu gezdirdiler, çocuğumu gördüler. Ortalığı dağıtacak birine benziyor mu çocuk? Yine sınavı kazanmasına rağmen kayıt yaptırmayı beceremeyince, sekizinci okuldan sonra önce Elif Key, "Okullara öyle çocuk almıyoruz!" başlığıyla yazdı bunu köşesinde, sonra da biz #NâzımaBirOkulLazım etiketiyle sosyal medyada bir kampanya başlattık. Ben Twitter'da çocuğuma okul aradım!

Nâzım için başlattığınız kampanyayı biraz daha anlatır mısınız? Neler yaşandı, neler yaptın, sonuç olarak okul nasıl bulundu?

Ortaokul döneminde Nâzım Özgün.
Ortaokul döneminde Nâzım Özgün.

O dönem evimiz canlı yayın stüdyosuna döndü, biz her akşam ana akım medyada programlara konuk olduk. O kadar komikti ki kulakları çınlasın CNN Türk'teki sabah haberlerini Özge Uzun yapıyordu o dönem, onun da farklı gelişimdeki bir çocuğu var. Ben iki günde bir sabahın yedi buçuğunda CNN Türk'te "Hala Nâzım'a okul bulamadık" diyorum. Bu sefalet bir ay sürdü. Kimse de kendiliğinden demedi ki "Getirin biz alalım bu çocuğu okulumuza." Bütün özel okul zincirlerini düşünün, hiçbir okul almadı. Daha sonra bizim bir dönem dernekte de eğitim danışmanlığı yapan hocalarımızdan biri Doğa Koleji yönetim kurulunda eski bir öğrencisi olduğunu ve bu durumu ona soracağını söyledi. Doğa Koleji'ne gittik, ne sınav yaptılar ne başka bir şey. Rehberlik bölümünün başındaki Barış hoca aldı Nâzım'ı, gittiler 10 dakika konuştular ve geri geldiler. Ben bu kadar çabuk geri geldiklerinde çok korktum, yine kayıt yaptıramayacağız diye düşündüm. Bunlar olurken de okulların açılmasına üç gün vardı ve çocuğumla her gün şöyleydik: Evimiz iletişim ofisine dönmüş, evimizde beş arkadaşımız kalıyor ve yan yana bilgisayarlar Nâzım için okul bulmaya çalışıyor, kampanya yürütüyoruz. Nâzım gece yatarken diyor ki "Ne olur bu gece bana okul bulun" sabah kalınca diyor ki "Buldunuz mu okul?" Biz bulamadığımızı söyledikçe de "Herkes okula gidecek, ben daha hangi okula gidemeyeceğim" diye söyleniyor. Neyse Doğa Koleji'ndeki bu 10 dakikalık görüşme sonrasında bize dediler ki "Bu çocuğu nasıl hiçbir okul almadı? Nâzım'ı sınava sokmaya gerek yok, biz onunla beş dakika konuştuk, Nâzım bizim okulumuzu gayet sürdürebilir, aramıza hoş geldin Nâzım!"

Böylelikle Nâzım beşinci sınıftan itibaren Doğa Kolejli oldu, liseyi de orada okudu. Hayatını değiştiren anlayışta öğretmenleri, ona inanan, güvenen ve onu motive eden okul idarecileri oldu. Müdürü hep şunu der: "Biz Nâzım'a öğrettik ama o da bize çok şey öğretti." Şu anda bu yıl kendi okulunda sekiz yıl sonra mezun olan ilk otizmli olacak. Okul hayatının yanı sıra bir haber merkezinde staj yaptı. Liseyle beraber zaten kendi ilgi alanları, yapmak istediği şeyler iyice belirginleşti. Çok ağır yıllar geçirdik ve şu anda Nâzım hayatımın her alanında, hayatı paylaşabildiğim biri haline geldi. Aynı evde iki yetişkin arkadaş gibi yaşıyor olmanın keyfini ve sürprizlerini anlatamam. Bazen eski fotoğraflarına bakıyorum bir de dönüp yanımdaki genç delikanlıya bakıyorum. Bazen hala nereden nereye geldiğimize inanamıyorum.

Zorlu, engebeli bir yoldan geçmişsiniz… Bu noktada umudunuzu diri tutan neydi? 

Nazım'a tanı almaya çalışırken Çapa Tıp Fakültesi'nde bir profesör hanım bana muayenehanesinde saksıda duran devetabanını gösterip "Daha gençsin, güzelsin, git başka çocuk doğur, bütün hayatını bu evlada verme, ne kadar para döksen de emek versen de bundan bir şey olmaz, işte büyüyünce bu saksıdaki bitki gibi olacak" dedi. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Karşında koca bir profesör var ve öyle kendinden emin konuşuyor ki bir şey diyemedim. Zaten daha olayı idrak edememişim henüz. Böyle Nâzım'ı kolumun altına kıstırdım ama inadımdan da vazgeçmedim. İlla bir çıkış yolu olduğuna inandım, daha çok araştırdım, bilime hep inandım. Oradan ağlaya ağlaya çıktık; ben ağladım, Nâzım ağladı öyle öyle döndük evimize. Sonra ben üç ay kadar ABD'ye gittim. Annemden kalan bir evim vardı, onu sattım, arabamı sattım. Çünkü bir tek benim maaşıma bakıyorduk ve çalışmam da lazımdı terapiler ve eğitimler için. Baba da maddi ve manevi kayıplara karışınca biz Nâzım'la baş başa kaldık. Ben ABD'ye gittim, bir iki ay kaldım, Nâzım Türkiye'de

babamlarla kaldı. İki ayda üç eyalet dolaşıp çocuğum için neler yapılabileceğine baktım. İlk defa doğru düzgün eğitim terapisinden geçen, rehabilite olmuş, iletişim kurabilen, iletişimsel becerisi gelişmiş, kendi kendinin öz bakımını gerçekleştirebilen otizmliler gördüm. Sana bir yıl boyunca bir sürü doktor diyor ki "Hayır, bu çocuktan hiçbir şey olmaz." Daha sonra da bu otizmlilerle karşılaşıyorsun... Dedim ki "Ben bunu yapacağım!" ABD'den bir sürü kitap ve eğitim materyaliyle döndüm, şansıma Nâzım buradaki eğitim merkezindeki psikoloğumuz da çalışmaya çok teşneydi. Ben gündüz ajansta çalıştım, geceleri oturup kurşun kalemle satır aralarına yazarak o kitapları tercüme ettim. Ertesi günü Nâzım'ın eğitim terapilerini yapan ekip, o tercümelerin üzerinden Nâzım'a planlama çıkarıyordu. Daha o zaman Türkiye'de uygulamalı davranış analizi dediğimiz otizmde en işe yarayan terapi yöntemi yoktu. Biz onu Nâzım'a uyguladık. Evde çok sağlam çalıştık, evi de bir eğitim merkezi haline getirdik. Nâzım uyuyana kadar çalışıyorduk, her şey bir eğitimdi, bulaşık makinesine tabak dizerken sayı saymayı öğretmek gibi, kıyafetleri yerleştirirken renkleri konuşmak gibi... Otizmliye her şeyi ilmek ilmek, tek tek öğretiyorsunuz. Otizmlilerin dış dünyayı algılamadığı, empati kurmadığına dair safsatalar var bunlar hep yalan. Hiç konuşmadığı yıllarda gittiğimiz yerleri, o zamanki üzerimdeki kıyafetleri hatırlayan ve bunları artık benimle konuşan bir çocuğum var benim. Beynine çok hayran olduğum, hafızasıyla, olaylara felsefik yaklaşımıyla beni her zaman çok etkileyen bir çocuğum var.

Tam da o yüzden yetişkin otizmlilerin söylediği şeye çok katılıyorum: Bırakalım da otizmi otizmliler anlatsın. Buna engel olunmasın. Biz asi tayfayız, herkes bizi öyle biliyor. Her şeyi birlikte yapıyoruz. Habere bile beraber gidiyoruz, röportaja beraber gidiyoruz. O benim program çekimlerimde ikinci kameramanım. Bunlar benim için olağanüstü şeyler. Bu yıl lise bitiyor. Bu eve üçüncü bir diploma daha geliyor ya üniversite sınavı falan sonraki hikaye benim için. O "Köşedeki bitki gibi olacak" diyen profesöre, Nâzım konuşmaya başladığı ve okula başladığı sene bir fotoğraf gönderdim. Nâzım'ın okul üniforması ve bir kaktüs eşliğinde çekildiği bir fotoğraftı bu ve "Sizin bitki okula başladı" dedim. Yıllar sonra bir TRT yayınında karşılaştık kendisiyle. Dedi ki: "İrem Hanım çok özür dilerim, bana meslek hayatımın en büyük derslerinden birini verdiniz, bir daha ailelere size yaptığımı yapmadım.”








"İnsan küçük yaşta istenmediği zaman, o ayrımcılığı hiç unutmuyor"

Nâzım Özgün
Nâzım Özgün

Nâzım Özgün, 29 Ekim 2001 doğumlu Otizm-Aspergerli bir birey. Nâzım, üç yaşındayken resmi atipik otizm tanısını ve %68 oranında otizmli olduğuna dair rapor almış. Yoğun bireysel özel eğitim terapileri ve biyolojik tedaviler sayesinde 4.5 yaşında ilk kelimelerini söyleyen Nâzım, 4 anaokulundan kovulmuş, yedi yaşında kaynaştırma raporlu olarak sekiz okuldan geri çevrildikten sonra ilkokula başladığında aktif okuyup yazıyormuş.

İlkokulda yoğun ayrımcılık, psikolojik ve fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen Nâzım, dokuz yaşında atipik otizm %28'lere indiğinde tanısı "yüksek fonksiyonlu otizm/Asperger" olarak değişmiş.

4. sınıftan sonra uzun bir süre hiçbir okula kendini kabul ettiremeyen Nâzım’ı, toplamda 12 okul reddetmiş. Bir ay süren yoğun #Nazıma1OkulGerek Twitter ve basın kampanyasıyla, 5. sınıfa Doğa Acarkent Koleji'nde, onu kabul eden tek okulda başlamış.

Her sınıfını takdirle, 90+ not ortalamasıyla, sınıfının ilk beş öğrencisi içinde geçen Nâzım, halen %50 başarı bursuyla okuyor. Geçen yıl okulundaki tüm öğretmenlerinin oy birliği ile "Öğrenci Onur Belgesi" alan Nâzım, Türkçe dışında çok iyi İngilizce ve Almanca konuşuyor, okulun basketbol takımında oyuncu. Futbolu, basketbolu, tenisi oynamayı biliyor, çok iyi yüzüyor.

Hikayenin geri kalanını Nâzım Özgün’den dinleyelim....

Otizm Nâzım Özgün için ne ifade ediyor?

Nâzım’ın Medyascope için Ankara’da katıldığı çekimlerden bir kare.
Nâzım’ın Medyascope için Ankara’da katıldığı çekimlerden bir kare.

Otizm benim için bir hastalık değil, sadece farklı olmak. Ben otizmden ibaret değilim, otizm benim bir parçam bu yüzden de "otistik" değil "otizmli" diyoruz mesela. Farklı olmayı açmam gerekirse bence benim beynim diğer insanlara göre daha farklı çalışıyor. Diğer insanlara göre bazen zor veya yavaş algılıyorum. Ama bazı şeyleri de yine diğer insanlara göre daha çabuk öğrenebiliyorum. Geçen yaz bir haber merkezi olan Medyascope'ta staj yaptım. Orada Photoshop, video montajı gibi pek çok şey öğrendim ve bunları öğrenmek benim için zor olmadı, çok hızlı öğrendim. Okuldayken beni sınıfta istemediklerini hatırlıyorum. Öğretmenim onlara karşı çıkmasaydı beni okuldan atarlardı, diye düşünüyorum. Şiddet gördüğüm ya da eşyalarıma zarar verildiği oldu. Kendi yaşıtlarımın zorbalığına uğradım, dalga geçen çok oldu. Hiç arkadaşım olmadığını hatırlıyorum mesela, hatta biri benimle konuşuyorsa diğerlerinin onu uyardığını görüyordum. Tüm bunları çocuklara anneleri öğretiyor bence. İnsan küçük yaşta istenmediği zaman, o ayrımcılığı hiç unutmuyor.


Biraz bugünkü hayatından bahseder misin? İlgi alanların ne mesela? 

Nâzım Özgün, sekiz yaşından bu yana fotoğrafçılığa meraklı. Bugün ise fotoğrafın yanı sıra video çekimleri de yapıyor.
Nâzım Özgün, sekiz yaşından bu yana fotoğrafçılığa meraklı. Bugün ise fotoğrafın yanı sıra video çekimleri de yapıyor.

Sekiz yaşımdan bu yana fotoğraf çekiyorum, bu ilgi alanımın annemin gazeteci olmasıyla hiç alakası yok. Bugün hala fotoğraf çekmeye devam ediyorum, bunun yanı sıra video da çekmeye başladım. Annemin “Yaşamın İzleri” adlı programında ikinci kameraman olarak görev alıyorum ve bu işi çok ciddiye alıyorum. Çalışırken annemin çocuğu gibi davranmıyorum hatta çalışırken ona "anne" diye seslenmiyorum. Haberlere beraber gidiyoruz. Ben çekimler yapıyorum, annem haberi yazıyor. Bir ekip olduk.

Aynı zamanda farkındalığı yüksek de bir çocuksun. İklim değişikliği konusuna ayrıca duyarlı olduğunu biliyoruz mesela…

Nâzım ve annesi İrem Afşin.
Nâzım ve annesi İrem Afşin.

Greta Thunberg'den çok etkilenmiştim. Biliyorsunuz ki Greta, aspergerli bir çocuk. Anneme de söylemiştim bunu ve hala öyle düşünüyorum, böyle bir şeyi ancak aspergerli bir çocuk yapabilirdi. Ancak aspergerli bir çocuk iklim konusunu bu kadar ciddiye alır, bu kadar takıntı haline getirebilirdi. Bu anlamda aktivistliğinden çok etkilenmiştim. Onun bir konuşması var, "Benim çocukluk hayallerimi çaldınız" dediği bir konuşma, o konuşma beni derinden etkilemişti. Daha sonra Türkiye'deki İklim Grevi'ne katıldım. Türkiye'de de Atlas Sarrafoğlu gibi yine çocuk yaştaki aktivistler iklim değişikliğine dikkat çekmek için başı çekiyor. Bu eylemlerde yönetmen Fatih Pınar'a asistanlık yaptım. Birlikte Duetsche Welle için bir belgesel çektik. Türkiye'deki iklim aktivistleriyle de bu şekilde tanışmış oldum.

Bir yönetmenin asistanlığını yaptın. Bunun yanı sıra bir haber merkezinde staj yaptın. İş ortamında kendini nasıl hissediyorsun, bunlar nasıl deneyimlerdi senin için?

Greta Thunberg'den çok etkilenmiştim. Biliyorsunuz ki Greta, aspergerli bir çocuk. Anneme de söylemiştim bunu ve hala öyle düşünüyorum, böyle bir şeyi ancak aspergerli bir çocuk yapabilirdi. Ancak aspergerli bir çocuk iklim konusunu bu kadar ciddiye alır, bu kadar takıntı haline getirebilirdi. Bu anlamda aktivistliğinden çok etkilenmiştim. Onun bir konuşması var, "Benim çocukluk hayallerimi çaldınız" dediği bir konuşma, o konuşma beni derinden etkilemişti. Daha sonra Türkiye'deki İklim Grevi'ne katıldım. Türkiye'de de Atlas Sarrafoğlu gibi yine çocuk yaştaki aktivistler iklim değişikliğine dikkat çekmek için başı çekiyor. Bu eylemlerde yönetmen Fatih Pınar'a asistanlık yaptım. Birlikte Duetsche Welle için bir belgesel çektik. Türkiye'deki iklim aktivistleriyle de bu şekilde tanışmış oldum.

Bir yönetmenin asistanlığını yaptın. Bunun yanı sıra bir haber merkezinde staj yaptın. İş ortamında kendini nasıl hissediyorsun, bunlar nasıl deneyimlerdi senin için?

Otizm Platformu, 2008 tarihli kampanya fotoğrafı.
Otizm Platformu, 2008 tarihli kampanya fotoğrafı.

Ben otizm geçmişimi, Aspergerli olmayı anlatınca Türkiye'de çoğu insan şaşırıyor çünkü yetişkin otizmlilerin konuşmasına alışık değil bizim toplumumuz. Yurt dışından çok farklı. “Belki de otizmli değilmiş, nasıl böyle iyileşmiş” diyenler oluyor ki bunun nedeni hep ağır, zor durumda otizmlileri görmeleri çünkü gerekli eğitimi alamadıkları için onların sayısı daha fazla. Mesela ağır yetişkin otizmliler ailelerini kaybederse onlara kim bakacak, hiç bilmiyoruz. Bu beni çok düşündürüyor ama neyse ki İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği var, üyelerimiz çok çalışıyor. Ben de derneğin ilk otizmli üyesiyim, üniversiteyi kazandıktan sonra dernekte daha çok çalışmak istiyorum.

Twitter'da birisi bana “sen otistik olamazsın, otistikler böyle konuşamaz” diye yazmıştı. Bilmiyor benim konuşmayı ne kadar zor öğrendiğimi! Ben iyi bir eğitim alabildiğim için sizlerin deyimiyle 'iyi' durumdayım. O da ne demekse? Kime göre normal, kimin için iyi diyorlar, anlamıyorum. Benim için önemli bir şey diyeyim: Ben 'otizm hastası' değilim. Aileler de lütfen çocuklarına öyle demesin! Ben “iyileşmedim" çünkü otizm bir hastalık değil! Ben sadece hayatla ve insanlarla başa çıkmayı, uyum sağlamayı öğrendim, çok çalıştım, hep de çalışacağım. Eski bir röportajda söylemiştim; benim gibi başka yetişkin otizmliler, aspergerliler de çıkıp konuşsun, yaşadıklarını anlatsın diye. Şimdilerde Twitter'da yazan, kendini ve otizmi anlatan yetişkin otizmliler var. Bu benim hem sevindiriyor hem de yalnız olmadığımı hissettiriyor. İnanıyorum ki biz ve ailelerimiz çok anlatırsak daha küçük yaştaki otizmlilerin yolu daha kolay olur, önlerine çıkarılan engeller, insanlar otizmi anladıkça azalır. Haklarımızı istiyoruz, eninde sonunda alacağız, pes etmeyeceğiz, bir gün kimse ayrımcılık yaşamayacak!"

Okula yeni başlayan otizmli öğrencilere tavsiyelerim var. Öncelikle kendileri olmaktan korkmasınlar. Kendiniz olun ama kendinizi kontrol etmeyi öğrenin. Okulda elde etmek istediğiniz başarılara, yapmak istediğiniz şeylere odaklanın. Eğer yapmak istediklerinize odaklanırsanız çok çalışırsanız başarılı olursunuz. Asla pes etmeyin! Haklarınızı isteyin, biz otizmliler de diğer insanlar gibi insan haklarımıza sahip çıkmalıyız, hele de bizim ülkemizde.

Quick Sigorta

Trafik Sigortası, Kasko, DASK gibi birçok ürünü ekonomik, hızlı, güvenli ve anlaşılır biçimde sunan yeni nesil dijital sigortacılık!

Detaylı bilgi için:

quicksigorta.com