Alzheimer teşhisi konan Agah Bey, “Nasılsa her şeyi unutacağım” deyip intikam defterinin sararmış yapraklarını bir bir açarak derdi olan herkesi tek tek öldürmeye başlar. Şahsiyet dizisi, emekli bir adliye memurunun nasıl soğukkanlı bir seri katile döndüğünü anlatıyor.
İnternetten ücretsiz yayın yapan Puhu TV'de yayınlanan Şahsiyet’te şu ana kadar dokuz bölüm geride kaldı. Özellikle yabancı polisiye dizi tutkunları Şahsiyet'i yere göğe sığdıramıyor. Haksız da değiller. Şahsiyet yabancı muadillerine göre orta karar olsa da yerli yapımlar arasında zirveye oynuyor. Peki nasıl oldu da bir Türk dizisi sonunda “dört başı mamur”luğa terfi etti?
İnternet, bir dizi mecrası olarak televizyondan bağımsız, daha doğrusu daha özgür olduğu için dizi süresi, bölüm sayısı gibi engellere takılmıyor. İlk başarılı örneklerini Masum ve Fi ile gördük. Yönetmen ve senarist olarak birine Seren Yüce-Berkun Oya, diğerine Mert Baykal-Azra Kohen imza atmıştı. Şahsiyet için de parlak bir ortaklık söz konusu. Onur Saylak ve Hakan Günday.
Onur Saylak’ı oyunculuğuyla tanıyoruz. Oyunculuğu da ilginç aslında. Jön desek değil, karakter oyuncusu desek az gelir. Popüler işlerin -en son Vatanım Sensin’de gerçekten döktürüyordu- aktörü desek hafızamıza çivilenmiş bir Özcan Alper filmi, Sonbahar var. Biz oyunculuğunu çözmeye kalkışırken şimdi Şahsiyet’in yönetmen koltuğuna oturdu. Üstelik senarist olarak kendi gibi gizemli bir ortak bulmuş: Hakan Günday. İkilinin Daha filminden sonra, ikinci işleri Şahsiyet.
Henüz Aylan bebeğin cesedi kıyıya vurmamışken Günday, Daha’da en az bu olay kadar vahşi anlatıyordu zorunlu göç meselesini. Günday’ın sekiz kitabı daha var. Onu da edebiyatta nereye koyabiliriz diye düşününce, kendine “Türkçe macera yazarı” dese de evreni yer altı, derdi de iç çatışma olan bir yazar. Tatlı tatlı yazmıyor bu yüzden.
Formülde Saylak-Günday ortaklığı bu yüzden önemli. Çünkü Şahsiyet’i izlerken hem katman katman bir hikaye dinliyoruz hem de bu hikayeyi parlatan görüntüler izliyoruz.
Gelelim oyuncu kadrosuna...
Haluk Bilginer/Agah Beyoğlu: Haluk Bilginer’in içinde olup da güzelleştiremediği iş yok denecek kadar az aslında. Fakat Şahsiyet gibi altyapısı sağlam bir hikayeye Bilginer de çok şey katıyor. Emekli adliye memuru Agah Bey, yemek ve su vermeyi unuttuğu için kedisinin ölümüne sebep olunca Alzheimer olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. “Bütün hatıralarım. Bütün hayatım. Her şey silinip gidecek. Ben ne olacağım. Şahsiyetim ne olacak?” diye soruyor. Geçmişe dönüyor. Bir intikam planı oluşturuyor. Ve gözünü kırpmadan öldürmeye başlıyor. Arada hastalığının belirtileri ortaya çıkıyor. Yakalanacak mı diye geriliyoruz. Breaking Bad isimli dizide orta yaşlı, kendi halinde bir kimya öğretmeni kanser olduğunu öğrenince ailesine daha iyi bir gelecek bırakmak için, sonradan torbacı olan lisedeki öğrenciyle ortak olup uyuşturucu üretmeye başlıyordu. Agah Bey’le kimya öğretmeni bu noktada benzeşiyorlar. Ne suç işledikleriyle değil neden işledikleriyle ilgileniyoruz. Fazlası spoiler’a gireceği için anti kahramanımıza burada veda ediyoruz.
Cansu Dere/Nevra Elmas: Cansu Dere’yi izleyenler hep iki kutupta kalmıştır. Ya aşk ya nefret... Şahsiyet’in kadın komiseri Nevra olarak yine çizgisinden ödün vermiyor. Her zaman olduğu mesafeli ama doğal bir oyunculuk. Agah’la Nevra’nın hikayesi Kuzuların Sessizliği’ndeki Dr. Hannibal ile genç FBI ajanı Clarice’i andırıyor. Polis mi katilin peşinde, katil mi polisin peşinde belli değil. Dolayısıyla bölümler ilerledikçe Nevra’nın geçmişine de meraklanıyoruz. Fakat Cansu Dere’nin ser verip sır vermeyen oyunculuğuna takılıp kalıyoruz. Tek bildiğimiz, başarılı olduğu bir kariyeri bırakıp polis olmaya karar vermiş! Bunu da şöyle açıklıyor: “Bir iyilik var ya hani? İyilik diye bir kavram. İşte polislik benim için o iyiliğin bir parçası olmak anlamına geliyor. Amacım bu. İyi bir insan olmak.”
Metin Akdülger/Gazeteci Ateş: Nevra komisere abayı yakan bir gazeteci Ateş. Medyanın yozluğundan şikayetçi. Nevra mesleği üzerinden iyi bir insan olmak isterken Ateş tam da mesleği yüzünden kötü bir insana dönmekten korkuyor. Ateş için de Ejderha Dövmeli Kız serisinin (kitap-film olarak üçlemesi) gazetecisi Mikael diyebiliriz. Aynı kör idealizm. Dizinin finaline doğru sürpriz yapmazsa çok da keyif alarak izlediğimiz bir karakter değil sanki.
Şebnem Bozoklu/Zuhal: Sonunda Şebnem Bozoklu’yu “tatlı kız”ın dışında bir karakterde izliyoruz. Annesini uzun süre önce kaybetmiş. Babası Agah Bey. Yurt dışında yaşıyor. Kocasıyla sorunlu. Oğlu ergen. Gözümüzün önünde bir kadının hayatı kararıyor. Babasının Beyoğlu’ndaki evine dönüyor oğluyla. Yeniden işe, hayata başlayacak falan ama alkolizm yakasını bırakmıyor. Bozoklu arıza kadının histeri krizlerini, çaresizliğini öyle güzel oynuyor ki, onun sahneleri geldiğinde “Ne yapacak?” diye merakla bekliyoruz.
Recep Usta/Deva: Dizi başlar başlamaz herkesin kim bu çocuk diye sorduğu Usta, belli ki Şahsiyet’le çok iyi bir başlangıç yaptı. Usta, dizide Deva’yı canlandırıyor. Annesiyle Türkiye’ye dönen Deva, dedesi Agah’ın evinde yaşamaya başlıyor. İstanbul’a, hayata adapte olmakta zorlanıyor. Ergenliğin de verdiği asilikle Türkiye’nin ilk seri katili haberlerinden etkileniyor. Bilmediği şey uğruna hayran kulübü oluşturduğu katil, aslında sıkıcı bulduğu dedesinden başkası değil!
Müjde Ar/Nesrin: Şahsiyet’in bir güzelliği de Müjde Ar’la hasretimize nokta koymuş olması. Nevra komiserin annesini Nesrin’i canlandıran Ar’ı çok özlemişiz. Dizideki tüm karakterler gibi Nesrin’in de geçmişini tam olarak anlamadık. Ama mutfakta yemek yapan bir ev kadınından eli silahlı gözü dönmüş bir kadına git-gel yapan halleri Müjde Ar’a cuk oturmuş. Bir de çok tatlı bir sürprizi var. Günday ve Saylak, Nesrin’e tekinsiz bir adamın kafasını araba camına sıkıştırma fırsatını yaratınca Müjde Ar da İffet’in intikamını alıyor.