Yüzyıllardır süre gelen bir gelenek olan Hat sanatı, günümüzde de önemini koruyor. İslamiyet’in yayılmasından sonra geniş coğrafyalara yayılan Hat sanatını inceliyoruz.
Arap alfabesinin tarihçesi
Hat sanatını irdelemeden önce Arap alfabesinin tarihçesine bakalım. İslamiyet’ten önceki yüzyıllarda Arapça kitabeler üzerinde yapılan araştırmalara göre Arap yazı sistemi aslen Fenike yazısına bağlanan Nebat yazısının devamı olduğunu gösteriyor.
Mekke ve Medine’ye yayılmadan önce Cezm olarak bilinen Arap yazısı, Medine’ye geldiğinde Medeni olarak anılmaya başlandı ve iki kola ayrıldı. Dikey harfleri uzun ve sağdan sola meyilli olana “Mail”, yatay harfleri fazlaca uzatılana “Meşk” adı verildi.
Hat Sanatı nedir?
Hat sanatının adı yol anlamına gelen “hatt” fiilinden geliyor ve “Arap alfebesi / yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma (hüsn-i hat)” olarak tanımlanıyor. Yüzyıllar boyunca bir gelenek olarak devam ettirilen hat sanatı, genellikle bir cisim (kalem, iğne vb.) ile kağıda işleniyor. Batıda kaligrafi olarak bilinen hat sanatı, Arap medeniyetleri içinden çıkıp İslamiyet’in diğer coğrafyalara yayılmasıyla birlikte İslam’ı benimsemiş halkların ortak değeri hâline geldi ve “İslam Hattı” olarak anılmaya başlandı.
Hat sanatı nasıl gelişti?
Hat sanatı işlendiği bölgeye göre çeşitli isimler aldı ve zamanla ikiye ayrıldı. Sert, köşeli karakterle yazılan ve dönemin Arap Yarımadası merkezi Kufe’de resmi yazışmalarda kullanılan hat yazısına “Kufi” denirken hızlıca yazılabilen ve daha yumuşak hatlara sahip olan diğer tarz ise günlük yaşamda kullanıldı.
Kufi Abbasiler tarafından 150 yıl kullanıldı. Abbasiler’in Bağdatlı ünlü veziri ve hattatı olan İbn Mukle, geometri alanındaki bilgisi sayesinde yazının ana ölçülerini tespit etti ve buna uygun bir sistem oluşturdu. Harflerin güzellik ölçütü için nokta, elif ve daireyi standart olarak kabul etti ve bu ölçüler dahilinde “muhakkak”, “reyhani”, “sülüs”, “tevki”, “nesih” ve “rika” adında altı çeşit yazının usul ve kurallarını ortaya koydu. Bu yazı sitillerinin tamamına da “aklam-ı sitte” adı verildi.
Bu altı çeşit yazı, bir yüzyıl sonra yine Bağdat’ta yetişen Arap asıllı hattat Ali Hilan’ın eliyle geliştirildi. Gelişme yolunda her geçen gün biraz daha ilerleyen yazı, 200 sene sonra Abbasi Halifesi Yakut El-Musta’nın girişimleriyle gelişmeye devam etti.
Hat sanatı Türk ve İranlılara geçiyor
Abbasilerin, 1258 yılında tarih sahnesinden silinmesinden sonra yazıda üstünlük Türk ve İranlı hattatların eline geçti. İranlı hattatlar aklam-ı sitteyi kendi anlayışlarına göre yazdılarsa da Yakut’un üslubundan ayrılmadılar. Osmanlı ise hat sanatında üstün bir ekol kurdu. 16’ncı yüzyılda Türk hattatların en önemli ismi sayılan Şeyh Hamdullah aklam-ı sitteye o zamana değin görülmemiş bir tarz getirdi.
Bu dönemde Sülüs ve Nesih, Türk zevklerine uygun olduğu düşünüldüğü için hızla yayıldı ve Kuran-ı Kerim yazımında sadece Nesih stili kullanılmaya başlandı. 17’nci yüzyılın ikinci yarısında Hafız Osman, Şeyh Hamdullah’ın üslubunu bir elemeye tabi tutarak kendine has bir hat üslubu ortaya koydu. Hafız Osman’ın hat sanatına açtığı çığır bütün haşmetiyle sürüp giderken bir asır sonra İsmail Zühdü ve kardeşi Mustafa Rakım, onun yazılarından ilham alarak kendi tarzlarını oluşturdu. İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra hat sanatının ölümsüz merkezi oldu.
Önemli bazı Türk hattatlar
● Şeyh Hamdullah
● Ahmed Karahisari
● Hafız Osman
● Mustafa Rakım
● Mahmut Celaleddin Efendi
● Yesarizade Mustafa İzzet Efendi