Çin’in dilemması CRISPR. Kanserin sebebi mi, çözümü mü?

Çin’in dilemması CRISPR. Kanserin sebebi mi, çözümü mü?

İnsanlığın kanserin tedavisi için en büyük umutlarından birisi olan CRISPR tekniği, insanlar üzerinde ilk kez Çin’de denendi. Çin’in ucuz ham madde ve üretime dayalı sanayisi ise kanserojen maddeler konusunda soru işaretleri yaratmaya devam ediyor. 

Çin, dünyanın en büyük ekonomilerinden biri. Kimilerine göre yakında dünyanın en büyüğü olacak. En basit ifadelerle, ülkenin güçlü ekonomisi ucuz iş gücü ve ham madde kullanımına dayanıyor. Ülke sanayisinde üretilen ürünler, tüm dünyaya hızla yayılırken Çin’den gelen ürünlere karşı ön yargılar da giderek güçleniyor. Zira Çin malı ürünlerin ünü malum; ucuz olmasının yanında kalitesiz ve sağlık açısından problemli olarak görülüyorlar. Çin’de üretilip dünyaya yayılan birçok ürünün kanserojen madde bulundurduğu şüphesi de çok yaygın. Ülkemizde de geçtiğimiz günlerde kanserojen madde bulundurdukları tespit edilen Çin malı oyuncaklar gümrük polisine yakalanmış ve bu ürünlerin ülkeye girişi engellenmişti.

Bunun yanında Çin, birçok alanda olduğu gibi genetik ve biyomedikal alanlarında da diğer büyük ülkelerle ciddi bir yarış içinde. Hâlihazırda keşfedilmiş ancak insan üzerinde denenmemiş yöntemlerin hayata geçirilmesi konusunda Batılı ülkelerden çok daha girişken davranıyorlar. Bu, tıbbın alanını da aşan, insanlığa ve insan hayatına dair bazı etik tartışmaları gündeme getiren bir durum. Güncel olarak, bu duruma dair en ilginç örneklerden birisi ise Çin’in CRISPR olarak bilinen, genetik hastalıkların tedavisi konusunda önerilen yöntemlerden birisini Batılı ülkelerden çok daha önce denemiş olması.

CRISPR nedir? 

1980’li yıllarda keşfedilse de Batılı bilim insanları bu tekniği kullanma konusunda hâlâ çekimser.
1980’li yıllarda keşfedilse de Batılı bilim insanları bu tekniği kullanma konusunda hâlâ çekimser.

CRISPR (Clustered Regularly Interspaced Palindromic Repeats / Düzenli Aralıklarla Bölünmüş Palindromik Tekrar Kümeleri) esas olarak DNA’ların dizilimiyle ilgili bir terim. İlk olarak 1980’li yıllarda keşfedilse de bilim insanları tarafından tanımlanması 2000’li yıllarda mümkün oldu. Buna göre CRISPR adı verilen dizinler hücrenin içine giren virüsleri bir tür veri tabanında kaydederek hücrenin bu virüslere karşı bağışıklık kazanmasını sağlıyor. CRISPR/Cas9 adıyla bilinen bir yöntem ise insan hücrelerine dışarıdan müdahale ederek bu dizilimleri düzenlemeye yarıyor. Eğer etkili biçimde kullanılabilirse bu yöntem, kanser başta olmak üzere birçok genetik bozukluğun tedavi edilmesinde kullanılabilecek bir umut kaynağı olarak tanımlanıyor.

Ancak bu yöntem çeşitli sebeplerle, bazı teknik ve etik soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Zira bir insanın DNA’sına müdahale etmek bütün bir soy hattına müdahale etmek anlamına geliyor. Bunun yaratabileceği zincirleme reaksiyonlar tamamen ön görülebilir değil. Genom yapısının bile tam olarak nasıl çalıştığının çözülemediği düşünülürse bu, birçok soru işaretini de beraberinde getiren bir yöntem oluyor.

Bu sistemin efektif olarak işleyip işlemeyeceği sorusu henüz cevaplanamadığı gibi genetiği değiştirilmiş hücrelerin doğa üzerinde nasıl sonuçlar yaratabileceği de bilinemiyor. Üstelik GDO’lu ürünler olarak bildiğimiz genetiğiyle oynanmış ürünlerin yarattığı soru işaretleri de ortadayken.

Kimin dilemması? 

Çin’in en az üç yıldır CRISPR yöntemini fiilen kullandığı iddia ediliyor.
Çin’in en az üç yıldır CRISPR yöntemini fiilen kullandığı iddia ediliyor.

Çin’in CRISPR tekniğini insanlar üzerinde denemeye başladığı ve kanser tedavisinde öncü bir konuma yerleşmeye çalıştığı biliniyor. Wall Street Journal’ın haberine göre Çin’de bu yöntemi hastalar üzerinde kullanan 11 adet klinik araştırma merkezi mevcut. Ülke içerisinde en az 86 kişinin genlerinin bu doğrultuda düzenlendiği de iddia ediliyor. 2015 yılından beri Çin’in CRISPR yöntemini fiilen kullanmaya başladığı tahmin ediliyor. Buna göre hastaların vücutlarından bazı hücreler alındı ve üzerinde genetik düzenlemeler yapıldı. Bu yöntemle kanser başta olmak üzere HIV ve lösemi gibi hastalıklar da tedavi edilmeye çalışılıyor.

Kimilerine göre bu, Soğuk Savaş dönemini hatırlatan biyomedikal bir savaşın başladığı anlamına geliyor. Zira Batılı bilim insanları bu yöntemin insanlar üzerinde kullanılmasına halen çekinceyle yaklaşıyor. Bir yandan da kanser gibi çaresi bulunamayan hastalıkların tedavi edilmesine dair umut söz konusu. Batılı bilim insanlarının yaşadığı dilemmanın bir diğer tarafında ise Çinlilerin dünya ekonomisine hükmetmeye çalışırken karşılaştıkları dilemma var.

Çin, sanayinin her türlü alanında lider ve sözü geçen bir ülke olmaya çalışırken insan hakları konusunda bazı soru işaretlerini cevaplamakta zorlanan bir ülke. Bu durum, kanser konusunda da ironik olarak kendisini gösteriyor. Zira Çin ekonomisi ucuz ve kanserojen maddeler içerdiği iddia edilen bazı ürünleri dünya pazarına sokarken bir yandan kanser gibi hastalıkların tedavi edilmesinde umut vadeden yöntemlerin hayata geçirilmesinde de öncü rol oynamaya çalışıyor. İşin ucunda her insan sağlığı var. Dolayısıyla Çin’in de, ABD’nin de farklı biçimlerde yaşadıkları dilemmalar aslında insanlığın dilemmaları olarak ortaya çıkıyor.