Anadolu'nun gizemlerle dolu efsanelerini ne kadar tanıyorsunuz?

Anadolu'nun gizemlerle dolu efsanelerini ne kadar tanıyorsunuz?

Anadolu’nun kadim toprakları, her konuda olduğu gibi efsaneler ve mitolojik hikayeler bakımından da tam bir derya deniz.

J.R.R Tolkien’in kaleminden çıkan Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin ya da bir zamanlar gişe rekorları kıran 300 Spartalı filminin içerdikleri epik ve fantastik unsurlarla milyonlarca insanı etkisi altına aldığını hatırlarsınız. Peki ya ülkemiz topraklarının da Tolkien’in kurduğu fantastik “Orta Dünya”yı aratmayacak şekilde birbirinden ilginç ve gizemli efsanelere ev sahipliği ettiğini söylesek? Anadolu mitolojisinin en gizemli ve etkileyici beş efsanesini sizler için araştırdık.

Şahmeran Efsanesi (Tarsus, Mersin)

Efsaneye göre Şahmeran’ın Tarsus’ta yaşadığı düşünülüyor.
Efsaneye göre Şahmeran’ın Tarsus’ta yaşadığı düşünülüyor.

Halk arasında Şahmeran ismiyle bilinen ve belki de Doğu kültürünün en gizemli efsanesinin kahramanı Şah-ı Maran (Yılanların kraliçesi), vücudunun üst kısmı güzeller güzeli bir kadın, alt kısmı ise yılan olan fantastik bir canlıdır. Birçok araştırmacıya göre Mersin’in Tarsus ilçesine ait bir efsane olsa da Şahmeran Efsanesi Mardinliler tarafından da sahiplenilmiştir. Efsaneye göre Tarsus’un yeraltı tünellerinde yaşayan binlerce akıllı, şefkatli ve bilge yılan ana kraliçeleri Şahmeran’ın yönetiminde huzurlu bir yaşam sürerler. Ancak bir gün Tarsuslu genç Cemşab bal ararken yılanların yaşadığı dehlizlerde kaybolur. Zaman içinde yılanlar ve Şahmeran’ın güvenini kazanan Cemşab, bu bilge topluluğun inşa ettiği yemyeşil bahçelerde yaşamaya başlar. Ta ki yıllar sonra ailesini özlediği gerekçesiyle evine dönmek isteyene dek… Ancak yılanların kraliçesi Şahmeran, Cemşab’ı tek bir şartla evine gönderecektir: Cemşab Şahmeran’a yerlerini kimseye söylemeyeceğine dair söz verirse. Ancak işler beklendiği gibi gitmez. Çünkü dışarıya çıkan Cemşab kralın hastalandığını ve ancak Şahmeran’ın etini yerse iyileşeceğini işitir ve vaat edilen ödülün cazibesine kapılarak Şahmeran’ın yerini vezire söyler. Nitekim güvendiği ve yurdunu paylaştığı insandan ihanetlerin en büyüğünü gören Şahmeran öldürülür ve Cemşab kralın sağ kolu olur. Ayrıca efsaneye göre Şahmeran’ın yılanlarının kraliçelerinin öldürüldüğünü henüz bilmediklerine ve bu kumpası öğrendikleri anda intikam için Tarsus’u istila edeceklerine inanılır.

Defnenin Gözyaşları (Antakya, Hatay)

Hatay’ın sembollerinden biri olan Defne ağacının ardında bir efsane saklı.
Hatay’ın sembollerinden biri olan Defne ağacının ardında bir efsane saklı.

Anadolu’nun en kadim kentlerinden Antakya’da, şehrin neredeyse göbeğinde bir vaha gibi duran Harbiye Şelaleleri’nin ardında mitolojik bir hikaye gizli olduğunu biliyor muydunuz? Hikayeye göre Zeus’un oğlu ışık tanrısı Apollon bir gün ırmak boyunda gezerken güzeller güzeli Daphne (Defne) adında bir su perisine rastlar ve Daphne’yi görür görmez aşık olur! Ancak su perisi Daphne gönlünü bir tanrıya kaptırmamak için kendine söz vermiştir ve Apollon’dan kaçmaya başlar. Fakat Apollon Daphne’nin peşini bırakmaz. İşte tam da o anda Daphne “Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru” sözleriyle doğa anaya yalvarır. Bu içten yalvarış üzerine su perisi organlarının ağırlaştığını ve odunlaştığını hisseder. Göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar ve bu güzel su perisi bir defne ağacına dönüşür. Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Daphne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. Sonra da sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir:

“Defne, bundan sonra sen, Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yan yana geçecek"

Ve tarih boyunca barışı, saygınlığı ve zaferi simgeleyen defne ağacı güzel ilimiz Hatay’ın da sembollerinden biri olur.

Marmara’nın kayıp adası Vordonisi (Maltepe, İstanbul)

İstanbul’a en yakın ve en küçük ada olarak bilinen Vordonisi isminden bile söz edilmemesiyle gizemini koruyor.
İstanbul’a en yakın ve en küçük ada olarak bilinen Vordonisi isminden bile söz edilmemesiyle gizemini koruyor.

İstanbul’un simgelerinden olan Prens Adaları’nın aslında dokuz değil tam 10 adadan oluştuğunu söylesek ne düşünürdünüz? İşte Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Sedefadası, Kınalıada, Yassıada, Sivriada, Kaşıkadası ve Tavşanadası’na ek olarak Marmara’nın mavi sularını süsleyen 10. adanın ismi Vordonisi idi. Maltepe ilçesinin Küçükyalı mevkiinde bulunan bu batık ada genelde sürgün ve manastır eğitimleri için kullanılsa da bu minik adada da bir yaşam vardır. Ta ki 1010 yılı Temmuz ayındaki büyük depreme kadar… Alüvyon bir zemine sahip olduğu için bu depremde halkıyla birlikte sulara gömülen Vordonisi Adası zamanla bir şehir efsanesine dönüşür. Hatta aradan geçen 700 sene boyunca Vordonisi’nin adı bile anılmaz. Derken Fener Rum Patrikhanesi'nin MS 500 tarihli İstanbul haritasını tekrar incelenmesi sonucunda bu gizemli ada yeniden fark edilir. Haritada İstanbul'a en yakın ve en küçük ada olarak betimlenen Vordonisi Adası’nın tünellerle ana karaya bağlı olduğu ve hatta Küçükyalı Çınar Mahallesi’ndeki manastır kalıntıları arasında ulaşımın bu tünellerle sağlandığı rivayet edilir.

Sarı Kız Efsanesi (Kaz Dağları, Balıkesir)

Kaz dağlarının gizemli efsanesi: Sarı kız.
Kaz dağlarının gizemli efsanesi: Sarı kız.

Efsaneler ve mitlerle dolu İda Dağı yani Kaz Dağları’nın adının nereden geldiğini hiç merak etmiş miydiniz? İlyada Destanı’nda geçen; Yunan ve Anadolu mitolojilerinde kutsal sayılan bu dağın ardında oldukça hüzünlü bir efsane gizlidir. Efsaneye göre, Edremit’in Güre Köyü’nde Sarıkız adında çok güzel ve çok merhametli kız yaşar. Bu güzel kız köyün bütün gençlerinin ilgisini çeker ve herkes bu kızla evlenmek ister. Adı Sarı Kız olan bu güzel kızın babası ise binbir zahmetle büyüttüğü kızını, talip olan gençlerin hiç birine vermez ve bunun üzerine gençler erişemedikleri Sarı Kız’a iftira ederler. Sarı Kız’ın babasına: "Kızın kötü yola saptı. Ya kızını öldürürsün ya da buralardan çekip gidersin" diyen köylüler, bu şekilde Sarı Kız’dan intikam almak isterler. Baba, kızını öldürmeye kıyamaz ancak köylülerin yüzüne bakabilmek için kızını gözden uzak tutmak gerektiğini düşünür. Kızını yanına alan baba, Kaz Dağları'nın zirvesine çıkarır. Birkaç kazla birlikte kızını bırakıp geri döner. Fakat Kazdağı'nda kalan Sarı Kız hayatta kalmayı başarır ve kazlarını gütmeye devam eder. Hatta bu süreçte dağda yolunu, izini kaybedenlere yardımcı olur. Bu durum kısa zamanda babasının kulağına gider. Kızının ölmediğini öğrenen baba doğruca dağın yolunu tutarak kızını görmeye gider. Babasını karşısında gören Sarı Kız ise çok sevinir ve babasına yemek ikram eder. Yemek sırasında kızından su isteyen babası için elini uzatarak kilometrelerce aşağıdaki Güre Çayı’ndan su alarak babasına veren Sarı Kız babasını çok şaşırtır. Ancak baba, kızının ermiş olduğunu görünce de pek sevinir. Sırrı anlaşılan Sarı Kız orada, buna çok üzülen babası ise İda Dağı’nın bugün “Babatepesi” olarak anılan başka bir tepesinde hayata gözlerini kapar.

Ayn-ı Zeliha Efsanesi (Şanlıurfa)

Şanlıurfa’da bulunan Balıklıgöl ardında bir efsane saklıyor.
Şanlıurfa’da bulunan Balıklıgöl ardında bir efsane saklıyor.

“Zeliha’nın gözü” anlamına gelen bu efsane, konusunu aşk ve cesaretten alıyor. Peygamberler Kenti olarak anılan Şanlıurfa’da geçtiğine inanılan bu efsaneye göre putperest Kral Nemrut bir kabus görür. Kralın bu rüyasını yorumlayan kahinler, o sene doğacak bir erkek çocuğunun putperestliği yok ederek kendisini tahttan indireceğini bildirirler. Bunun üzerine Nemrut, büyük bir korkuya kapılarak o yıl doğacak bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emreder. Nemrut’un askeri olan Azer, kısa bir süre sonra doğum yapacak olan eşi Nuna Hatun’u bir mağaraya saklar. Nuna Hatun, oğlunu doğurur ancak zalim kral Nemrut’tan korktuğu için oğlunu mağarada bırakır ve eve yalnız döner. Çocuğunun hasretine dayanamayıp mağaraya geri dönen anne burada, çocuğun yaşadığını ve bir ceylan tarafından beslendiğini görür. Zor şartlar altında yaşama tutunan Hz. İbrahim, büyüdüğünde baba evine döner. Nemrut’un putlara taptığını ve halkını da buna zorladığını gören genç adam, bunun doğru olmadığını halka anlatmaya çalışır. Ancak Nemrut’un saldığı korku halkı çoktan sindirmiştir. Diğer yandan Nemrut’un kızı Zeliha, gönlünü Hz. İbrahim’e kaptırır. Ve derken Hz. İbrahim, kimsenin sarayda olmadığı bir anda elindeki balta ile saraydaki tüm putları parçalar. Baltayı ise en büyük putun üzerine koyar. Haber tez zamanda Nemrut’a ulaşır. Bu habere çok öfkelenen Nemrut, en büyük putun üzerine asılan baltayı eline alır ve hiddetle bir taş parçasının bunu nasıl yaptığını sorar. Bunun üzerine Hz. İbrahim de, kendi yaptıkları taşa inandıklarını hatta bu taştan kendilerini korumalarını beklediklerini söyler ve Tanrı yerine konulan bu taşın diğer putların kırılmasını nasıl önleyemediğini sorar. Bu konuşma karşısında öfkesi göklere çıkan Nemrut, Hz. İbrahim’in yakılmasını emreder. Kentteki tüm odunlar toplanır ve o güne kadar görülmemiş büyüklükte bir ateş yakılır. Nemrut’un emriyle Hz. İbrahim, Urfa Kalesi’nin burçlarına konulan mancınıklara gerilen halatla ateşe atılır. Ancak mucize bu ya İbrahim tam ateşe düşecekken ateş suya, odunlar ise balığa dönüşür. Hz. İbrahim ise ateşin hemen yakınlarındaki gül bahçesine düşer. Hz. İbrahim’e inananlardan olan Nemrut’un kızı Zeliha da İbrahim’in ardından kendini aşağıya atar. Ve rivayete göre de Zeliha’nın gözyaşları içinde düştüğü yerde ise bugün Balıklı Göl olarak anılan Ayn-ı Zeliha Gölü oluşur.