Anadolu’nun ev sahipliği yaptığı uygarlıkların toprak altındaki mirasları birer birer ortaya çıktıkça, bizler için birçok bilginin de kapısı aralanıyor. Bunlar arasında bugün hâlâ yaşayan “evlilik” ritüelleri yer alıyor.
Anadolu toprakları birçok uygarlığa, bilinen ve henüz bilinmeyen kavime ev sahipliği yaptı. Arkeolojik çalışmalarla Anadolu uygarlıklarının miraslarına ulaşmaya çalışmamızın bir nedeni de bu toprakların ilk sahiplerinin de etkileriyle şekillenen kültürel DNA’mızın haritasını ortaya çıkarmak.
Takılarıyla gömülen kadın
MÖ 9’uncu yüzyılda hüküm süren Urartu uygarlığının merkezi olmuş ve yıllar içinde topraklarının altında ve mağaralarında bulunan birçok Urartu kalıntısını bizlere sunan Van, son dönemde yine önemli bir haberin kaynağı oldu. Van'ın Gürpınar ilçesinde üç yıldır süregelen kazılarda ortaya çıkarılan Çavuştepe Kalesi'ndeki nekropolde, soylu olduğu düşünülen bir kadının takılarıyla birlikte gömüldüğü mezarı bulundu. Hem ölüm hem de yaşam hakkında zengin ipuçları taşıyan mezardaki kadının sol parmağındaki yüzüğün, tarihteki ilk evlilik sözleşmesinin işaretlerinden biri olarak kayıtlara geçebileceğini düşünülüyor.
Günümüzde de sol elin yüzük parmağında taşınan alyans, sadece bizim topraklarımızda değil neredeyse tüm dünya üzerinde evlilik göstergesi ve sadakat yemini olarak kabul ediliyor. Bu bulgu bizi, “yaşadığımız topraklardaki eski uygarlıklardan bize başka ne gibi sembol ya da ritüeller ulaşmış olabilir?” sorusuna taşıyor.
Evliliklerin kutsanması: “Kutsal Evlilik Ritüeli”
Mezopotamya’da doğan kutsal evlilik ritüeli, tarım toplumlarının ortak gelenekleri yaşatıp sürdürdüklerini ortaya koyuyor. Öyle ki toprakla uğraşan ve hayatı topraktan gelecek ürüne bağlı olan yerleşik hayatın insanlarının inanç sistemi, üretimden aile hukukuna kadar birçok konuya güçlü bir biçimde etki ediyor. Doğa ve doğa olaylarına tanrısal özellikler yükleyen toplumlar, ardından kadın-erkek ilişkisini ekilen toprağa; doğacak çocukları da toprağın bereketi ve alınan mahsule benzetiyor. Neslin devamının doğanın memnuniyetine bağlı olduğu düşünüldüğünde, yıllar içinde evliliklerin törensel bir havada kutsanması kültürün tam da ortasına yerleşen bir mihenk taşına dönüşüyor. Evlilik törenleri de doğanın bereketini korumak ve artırmak, mevsimsel döngüyü sürdürmek amacıyla birtakım inanç ögeleriyle süslü davranış, gösteri ve oyunlarla bezeniyor.
Ritüel aşamaları benzer
Yapılan araştırmalar, tüm Anadolu uygarlıklarındaki evlilik ritüellerinin benzer aşamalardan geçtiğini ortaya koyuyor. Bugünle olan benzerliklerine de dikkat çekeceğimiz evlilik ritüelleri, dört aşamada toplanabilir: “Kutsal su ile arınma”, “kurban sunu ve geçit töreni”, “kutsal birleşimin sembolik sahnelenmesi”, “bereketin kutlandığı yemekli, müzikli eğlence.” Sadece bu başlıklar dahi günümüzdeki birçok gelenekle benzerlik taşıyor.
Sümer mitolojisinin etkisi
MÖ 4000 - 2000 yıllarına tarihlenen Sümerlerin mitolojisindeki efsaneye göre Sümerli ana tanrıça ve Uruk şehrinin koruyucusu İnanna, kendisini annesinden istemek üzere gelen Uruk Kralı Dumuzi’ye evin kapısını açmadan önce yıkanır, güzel elbiseler giyinip süslenir. Sonra da Dumuzi’yi içeri alır ve kucaklaşırlar. Bu nedenle İnanna-Dumuzi kutsal evlilik ritüelinin, MÖ 3 bin yılın ilk yarısından itibaren her yıl düzenli olarak kutlandığı düşünülüyor. Kral Dumuzi’nin ardından kralların tanrıça İnanna’nın kocası olması geleneği önce Sümer, daha sonra Akad (M.Ö. 2334 – 2150) kralları tarafından uygulanmış ve böylece tören, her yıl düzenli olarak kutlanan ulusal bir şenliğe dönüşmüş.
Aşamalar İnandık Vazosu’nda
Kutsal Evlilik Ritüeli’nin görünen izleri Sümer mitolojisinden etkilendikleri düşünülen Hititlerden (MÖ 2000 – 1200) günümüze uzanan ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen İnandık Vazosu’nda resmedilmiş. Çankırı’nın İnandıktepe höyüğünde 1966-1967 yıllarında yapılan kazılarda Hanhana adlı kült merkezi ve bir tapınak ortaya çıkartılmıştı. Bu kazıda ele geçen en önemli parça MÖ 1600’lü yıllara tarihlendirilen İnandık Vazosu olmuştu. Kabartmalı Hitit vazosunu özel kılan ise hem Anadolu’nun o dönemdeki sanat anlayışının günümüze uzanan kusursuz bir örneği hem de Hitit kültürünün başyapıtı ve aynası olması. Vazonun üzerinde dört ayrı friz halinde Hitit kutsal evlilik ritüeli betimleniyor. Hitit Dönemi’nin giysilerini, çalgılarını, yaşam tarzını ve geleneklerini gösteren İnandık Vazosu, ritüeli bize kabartma motifleriyle aktarıyor.
İnandık’taki hikaye
Vazodaki birinci frizde lir, saplı-lut, simbal gibi çalgılarla betimlenen müzisyenler arasında akrobatik gösteri yapan iki figür görülür. Bu esnada kutsal evlilikle bağlanmış kadın ve erkek üreme ve bereketin ifadesi olarak birleşme halinde gösterilir. İkinci frizde, müzisyenlerin eşlik ettiği kral ve kraliçe yatakta karşılıklı oturmakta ve damat gelinin duvağını açmaktadır. İki erkeğin elinde hem çalgı hem de sıvı kurbanı kabı (libasyon) işlevi gören boynuz ya da kılıç vardır. Üçüncü frizde, boğa heykeli önünde tanrıya hayvan kurban edilmesi gösterilirken, kral lir eşliğinde Fırtına Tanrısı’na gaga ağızlı bir kaptan boğa kanı sunmaktadır. Dördüncü frizde, törende kullanılacak yemek ve çanak çömlekler hazırlanmaktadır. Müzisyenler, müzik aletlerini çalar, iki rahip de dans eder. Bu frizin bir diğer özelliği de iki kişi tarafından çalınan “büyük lir”in varlığıdır.
Hem vazodaki kabartmalardan hem de tarihi kayıtlardan anlaşıldığı üzere kız isteme, söz, nişan gibi günümüzde de süregelen toplumsal uygulamaların yanı sıra, yıkanma, duvak açma, adak adama, kurban sunma, müzikli ve yemekli eğlence gibi geleneklerin de kökeni Anadolu uygarlıklarına uzanıyor.
Anadolu halklarına yansımaları
Anadolulu eski toplumların her dini törenden önce yaptığı gibi ilk adım yıkanma ve dolayısıyla arınmayla başlıyor. Diyarbakır’da nikahtan sonra gelin ve güvey banyosu hazırlanıyor, Elazığ’da ise gelin ve damat evde yakınları tarafından yıkanıyor. Ankara’nın Nallıhan ilçesinin Sobran köyünde gelin ve damat düğün öncesi ve sonrasında İbik Kaşı denilen ve kutsal sayılan bir pınardan taşınan su ile temizleniyor.
Anadolu’da gelinin zülfü, kına gecesinin ertesi sabahı gelin alıcılar gelmeden kesiliyor ve saçlar ayna üstüne dökülüyor. Böylece gelinin uzun ve bereketli yaşayacağına inanılıyor. MÖ 12 – MÖ 7’nci yüzyılda Orta Anadolu’da yaşayan Friglerin inancına göre ana tanrıça Kybele, aynı zamanda kader tanrıçasıdır ve bu elindeki aynayla sembolize edilir. Anadolu Türk halkı da aynayı kaderi tayin eden bir araç olarak görüyor.
Bir benzerlik de gelinin beline bağlanan kırmızı bel kuşağında yakalanabilir. Antik Yunan’da gelinin beline yünden örülmüş kırmızı bir kuşak bağlanırken, kuşağın rengi gelinin bekâretini; bağının sıkılığı ise kocasına olan bağlılık ve sadakatini gösterirdi.
Hatay’da gelin güvey evine girince eline bir nar verilir. Antik Yunan’da nar tanrıça Hera’nın kutsal meyvesidir ve bereketi simgeler. Yine Antik Yunan’da gelin güvey evinin eşiğinden ilk adımını bir narı dişleyerek atardı. Yine Yunan mitolojisine göre, bereket tanrıçası Persophone'de ölüler ülkesinin hükümdarı Hades'e kendisine verilen bir narı dişleyerek bağlanır.
Duvak açma, Anadolu halkları arasında genellikle yatak odasında güvey yatağında gerçekleşir. Tıpkı İnandık’ta bulunmuş Hitit vazosunda betimlenen duvak açma törenindeki gibi. Yine Antik Yunan’da da duvak açma töreni, Hititlerde olduğu gibi güvey odasında olurdu.
Bizimle yaşıyorlar
Zaman içinde birtakım adetler değişime uğrasa da günümüze kadar gelen ve kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam edecek olan tüm bu ritüeller, topraklarımızda ve kültürel kodlarımızda soluk alıp vermeye devam edeceğe benziyor.