Yeni doğum yapmış anneler bebeğe ve yeni yaşamlarına uyum sağlamaya çalışırken bazıları da kendini hiç ummadığı bir anda depresyonun kucağında buluyor. Üstelik bu depresyonun bazen “ölümcül” sonuçları da olabiliyor.
Halk arasında “lohusa bunalımı” olarak bilinen doğum sonrası depresyon ya da tıbbi tanımıyla Postpartum Depression (PPD) da bunlardan biri… Yeni doğum yapmış annelerin bazılarında karşılaşılan ve doğumu takip eden ilk dört-altı hafta içerisinde gözlemlenen bir durum. Kesin bir tanı konabilmesi için de en az iki hafta devam etmesi gerekiyor.
Öncelikle bunun bazı bilinen fiziki nedenleri var: Postpartum olarak adlandırılan doğum sonrası dönemde kadın vücudundaki bütün sistem altı hafta içinde gebelik öncesi döneme geri döner. Bu dönemde annede, hızlı bir şekilde hem iyiye hem de kötüye giden bazı gelişmeler ve değişiklikler meydana gelir. Anne bedeni ve psikolojisi değişikliklere uyum sağlamaya çalışır. Kadınların birçoğu bu fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişikliklere uyum sağlamakta zorlanmazken bir kısmında farklı şiddet düzeylerinde ruhsal bozukluklar ortaya çıkar. Bu bozukluklar da kendini üç şekilde gösterir: Postpartum hüznü, postpartum depresyonu ve postpartum psikozu…
Doğum sonrası depresyonunun belirtileri
Doğum sonrası depresyonunun kendine özgü belirtileri bulunur: Anne bebeğiyle de kendisiyle de ilgilenemediğini düşünür. Bebeğine bakacak yeterlikte olmadığını saplantı haline getirebilir. Bebeğiyle duygusal bağ kurmakta zorlanır. Güne yeni başladığı saatlerde bile kendisini tükenmiş hisseder. Ağlamaklıdır. Suçluluk ya da yetersizlik duygusu yaşar, odaklanmakta zorlanır, en ufak olay karşısında bile aşırı sinirlenir. Geceleri uyuyamaz, uykusunu alamaz, buna karşılık gün içinde uykuludur. Ya iştahsızdır ya da aşırı yer. Eve kapanır, insanlardan uzaklaşır, kişisel bakımını bile ihmal eder, cinsel isteksizlik yaşar. Huzursuzdur. Konsantre olmakta, ayrıntıları hatırlamakta, karar almakta zorlanır. Hayattan keyif almamaya başlar. Herhangi somut bir neden olmaksızın sık sık ağlar. Sebepsiz baş ağrıları, mide sorunları, kaslarıyla ilgili acılar yaşamaya başlar ve en tehlikelisi, kendisine ya da bebeğine zarar vermeyi düşünür!
Teşhis ve tedavide hızlı davranmak gerek
Doğum sonrası depresyonun tedavisi için farklı yollar vardır ve bunlar, PPD’nin şiddetine göre değişir. İzlenecek yol şu olmalıdır:
Başka hastalık olasılığı: İlk olarak PPD yaşadığı düşünülen kişinin tiroid yetmezliği ya da depresyon ile seyreden başka bir hastalığı olup olmadığını anlamak ve tedavi etmek gerekir.
Psikoterapi: Yaşanan sıkıntıların PPD olduğu kesinleştikten sonra ilk yapılması gereken şey psikoterapi uygulamaktır. İlaç tedavisi de psikoterapiye eşlik edebilir. Bu tedavi, bir psikologla ya da psikiyatristle görüşmek, seanslara düzenli olarak katılmak şeklinde uygulanabilir. Anne, psikoterapiyle birlikte duygularıyla ve sorunlarıyla başa çıkmayı öğrenir ve daha gerçekçi hedefler edinir. Bazen aile terapisi ya da ilişki terapisi de gündeme gelebilir.
İlaç tedavisi: PPD’yi ortadan kaldırmak için antidepresanlar, antipsikotik ilaçlar veya sakinleştiriciler kullanılabilir. Bu ilaçları iki sebepten bir uzmanın reçete etmesi gerekir: Her ilacın etken maddesi farklıdır ve bu etken maddeler önce anne sütüne, oradan da bebeğe geçer. Dolayısıyla tedavide kullanılacak ilaç, anne sütü alan bebeğe zararı dokunmayacak etken maddeye sahip olmalıdır. İkinci olarak her ilaç her bünyeye uygun değildir. Etken maddesi bebeğe zarar vermeyen ilaç, özellikle başka bazı sağlık sorunları varsa, anne için zararlı olabilir.
EKT (Elektrokonvülsif) tedavi: PPD şiddetliyse, anne psikoterapiye ya da ilaç tedavisine yanıt vermiyorsa EKT uygulanabilir. Bu yöntemde beyne küçük miktarlarda elektrik verilerek beyin dalgalarının normalleşmesi sağlanır.
Serotonin eksikliği büyük tehlike!
Doğum sonrası depresyonunda, annenin kendini ya da çocuğunu öldürmesine kadar varan süreci Prof. Dr. Kerem Doksat şöyle anlattı: “Buna psikotik depresyonlarda rastlanıyor. Bir dışlama durumu bir de öldürme durumu var. Annenin çocuğunu öldürmesine ‘filisid’ deniyor. Doğum sonrası anne, çocuğuna karşı anormal bir antipati duymaya başlıyor. Çocuğu öldürme arzusu dayanılmaz boyuta ulaşıyor. Bu tip durumlarda anneyi mutlaka çocuktan ayırmak, antidepresanların etkisi başlayana kadar çocuğun bakımını başkasına vermek gerekiyor. Ancak anne toparlandıktan sonra çocuğuyla bir araya getirmek gerekiyor. Filisid, doğum sonrası majör depresyonlar arasında en çok karşılaştıklarımızdan birisi. Yeni doğum yapmış anneyi bu noktaya sürükleyen en önemli sebep ise serotonin eksikliği…
Beynimizde nörotransmitter denen yaklaşık 400 madde var. Bunlar arasında beynin çalışmasını artıranlar var azaltanlar var. Doğum sonrası depresyonlarında serotonin etkili nörotransmitter’ların dengesi bozuluyor. Verilen ilaçların hepsi de nörotransmitter dediğimiz bu sinirler arası iletişimi sağlayan maddeler arasında denge kurarak etkilerini gösteriyor. Bu tedavinin iyi uygulanması gerekiyor. Biz bu tür hastalarda antidepresan ve duygu durum dengeleyicileri gibi ilaçları gönül rahatlığıyla kullanırız. İntihar ile filisid riski varsa bir hastaneye yatırıp elektrokonvülsif terapi (EKT) uygularız. Bu tedavi şekliyle ilgili çok fazla şehir efsanesi duyarsınız, ‘elektrik veriliyor, hastayı öldürüyor’ gibi ama bunlar doğru değil. İntihar ve filisid riski olan durumlarda EKT tedavisi uygulanmışsa bu problem ortadan kalkar ve anne ile bebeği mutlu bir şekilde bir arada yaşamaya başlar. Öte yandan doğum sonrası depresyonun nüksetme ihtimali çok düşüktür, yüzde 0,1’in altındadır.”
“Cinsel yaşamın rolü de önemli!”
Doğum sonrası depresyonunda eşler arasında doğum sonrası yaşanan cinsel sorunların da rolü olduğunu belirten Dr. Mehmet Yavuz, konuyla ilgili şunları aktarıyor:
“Böyle bir durum olduğunda çiftler evlilik terapistine veya doktora gidebilirler. Cinsel yaşamın doktorun önerdiği zamanda başlatılması, çok fazla ötelenmemesi yararlı olur. Genellikle, normal doğum sonrası ilk altı hafta cinsel ilişki önerilmez; doğum sezaryenle gerçekleşmişse bu süre altı haftayı biraz geçebilir. Cinsel ilişki sıklığı hemen eski düzeye gelmese de, bunun kalıcı olmaması için özen gösterilmelidir. Eşler önce bu dönemde bebeklerine olduğu kadar kendilerine, ilişkilerine ve cinselliğe de özen göstermeleri gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Sorunlu bir hamilelik döneminden sonra ya da aşırı bebek sevgisi gibi nedenlerle bazen kadınlarda psikolojik kaynaklı olarak cinsel ilişkiye karşı isteksizlik olabilir.
Doğumdan bir yıl sonra, cinsel yaşamları hâlâ sorunlu ise bir cinsel tedavi uzmanından yardım almaları uygun olur. Emziren annelerde doğum sonrası ilk üç ay salgılanan prolaktin hormonu nedeniyle yeni bir hamilelik beklenilmez. Ancak sonrasında çiftler doktorlarıyla görüşerek kendilerine uygun bir doğum kontrol yöntemi belirlemelidirler. Hem cinsel anlamda hem de iletişimsel olarak çiftler birbirini ve ilişkilerini iyi tanımalıdır. Çocuk sahibi olmadan önce herhangi bir alanda problem yaşanıyorsa her iki taraf da bu sorunu fark etmeli ve çocuk sahibi olduklarında düzeleceği yönündeki doğru bilinen yanılgılara düşülmemelidir. Türk toplumunda cinsellikle ilgili yanlış bilgilendirmeler çiftler arası cinselliği etkileyebilmektedir. Cinsel birleşmenin bebeğe zarar vereceği düşüncesi, ’anne’ sıfatının ‘kadın’ sıfatının önüne geçmesi, çoğu çiftin hamileliğin son zamanlarında ve lohusalık döneminde cinselliğini yaşamaması, normal doğum sonrası vajina dikişinin, sezaryen sonrası sezaryen dikişinin acıma korkusu, vajinadaki ve doğum sonrası kadının vücudundaki deformasyon nedeniyle eş tarafından beğenilmeme korkusu cinsel arzu ve isteği köreltebilir…”
“Ben buna ‘yeni anne şaşkınlığı’ diyorum!”
Anneler bebeklerini ilk kucaklarına aldığında, hem “Herhalde bu, dünyanın en güzel duygusu” derken hem de “Aman Allah’ım ben şimdi ne yapacağım? Ona yetebilecek miyim? Nasıl bakıp büyüteceğim?” diye düşünerek korku yaşayabiliyor. Uzmanlar bu korkuya eşlik eden duygusal ve depresif hale “postpartum” yani “doğum sonrası depresyonu” diyor. Klinik Psikolog, Çift ve Aile Terapisti Ceren Kurtay Doğan ise “yeni anne şaşkınlığı” diye adlandırıyor. Bunu ise şöyle açıklıyor: “Çünkü bu olsa olsa bir şaşkınlık hali olmalı. Aslında bu şaşkın hal hayat boyu devam edecek ve bu küçük insan, yavaş yavaş büyük insan olma yolunda hep seninle olacak. O gülecek, sen şaşıracaksın; o yürüyecek, sen şaşıracaksın; o üzülecek, sen şaşıracaksın… Annelik, kalıplara sığmak için çok büyük… Şimdi kalıplaşmış düşüncelerle en çok savaşman gereken dönemdesin. Anneliğinle, bebeğinle ve ailenle ilgili her kafadan bir ses çıkacak bu dönemde.”
Peki bu süreci nasıl geçirmek gerekli? Bu sorunun cevabını Ceren Kurtay Doğan şöyle veriyor: “Bu süreçte etrafındakileri dinle ama onların etkisi altına girmemeye çalış. Doğumdan hemen sonra yardımı öncelikle eşinden, yetişemediği yerde ise sana kendini en rahat hissettirecek kişiden istemelisin. Sakın kendini seni sıkan, boğan insanlarla baş başa kalmaya zorlama. Lütfen sınırları belirlemek ve kendini önceliklendirmek konusunda çekingen olma. Elbette annelik çok kıymetli, çok da önemli… Ama sen tüm rollerinle birlikte bir bütünsün. Birinin eşi, birilerinin evladı, kardeşi, arkadaşı, çalışan ya da patronu… Kısacası bir sürü şeysin. Anne olduğun için diğer rollerinden vazgeçmen gerekmez. Bu roller dünyasında, bazı roller zaman zaman önem kazanıp bazı roller geri planda kalsa da hepsi olduğunu hep aklında tut. Ayrıca çocuğun için de tüm rolleri dengede ve sağlıklı yürüten bir anne harika bir rol model olacaktır. Bu dengeyi ne kadar iyi gözetirsen o oranda sağlıklı bir birey olacağını ve bir çocuğun da en çok sağlıklı ebeveynlere ihtiyaç duyduğunu unutma!”