İnsan doğası gereği yasaklara direnç göstermeye meyilli. Peki sadece sezgilere odaklanarak beslenmeye dair tüm yasakları alt edebileceğinizi söylesek?
Başlığı görünce “Nasıl? Yani şimdi canımız ne isterse yiyebilecek miyiz?” dediğinizi duyar gibiyiz. Ancak sezgisel beslenme, ilk bakışta kısıtlayıcı diyetleri ters yüz eden bir “oyun alanı” olarak algılansa da bu yeni akımın temelinde beden farkındalığı ve elbette çelik gibi sağlam bir ruhsal sağlık yatıyor.
Sezgisel beslenme aslında “yeni” bir akım değil
Bedenden gelen sinyallere kulak vererek beslenmeyi öngören sezgisel beslenme kavramı aslında hiç de “yeni moda” bir akım değil. Kökleri Budizm inanışına kadar uzanan bu alışkanlığın izlerine, dünyanın birçok farklı coğrafyasında yaşamış toplumlarda rastlamak da mümkün. Peki ne oldu da zaten kodlarımızda var olan içgüdülerimizi izlemeyi ve bedenimizin bize verdiği sinyalleri dinlemeyi bıraktık?
İşte modern zamanlarda bu soruya ilk kez kafa yoranlar, ABD’li diyetisyenler Evelyn Tribole ile Elyse Resch olur. 1995 senesinde yayımladıkları "Intuitive Eating: A Revolutionary Program That Works" (Sezgisel Beslenme: Mucizeler Yaratan Bir Beslenme Programı) isimli kitapla “Sezgisel Beslenme” kavramını literatüre kazandırırlar. O dönemlerde çok moda olan Atkins Diyeti, İsveç Diyeti gibi şimdilerde geçerliliğini kaybeden diyetlerin tam tersine, besinleri iyi ya da kötü diye etiketlemeden yalnızca bedenin iç sesini dinlemeyi öğütleyen sezgisel beslenme, zamanla bilim çevrelerinde de kabul görmeye başlar. Nitekim 90’lı yılların sonundan itibaren de psikoloji ve tıp eğitimi veren kurumların makalelerinde sık sık söz edilen bir kavrama dönüşür.
Sezgisel beslenirken kontrol sağlamak için motivasyon şart
Uzmanlara göre sezgisel beslenme alışkanlığını sağlam şekilde oturtmak, en sıkı diyetleri sürdürmekten bile daha zor olabiliyor. Çünkü yeme algısında problem olan kişiler sezgisel beslenmeyi “şuursuzca yemek” ile karıştırabiliyor. Oysa sezgisel beslenme kişiye, herhangi bir yasağa maruz kalınmadığı halde “yalnızca ihtiyacı nispetinde” tüketmeyi öğretiyor. Bu yüzden de sezgisel beslenmenin hakkını verebilmek için öncelikle zihni eğitmek gerekiyor.
Özellikle anksiyete, öz güven eksikliği ve sosyal fobi gibi psikolojik rahatsızlıklarla boğuşanlar ve çok hızlı bir yaşam temposuna sahip olduğu için kendini dinleyemeyen kişiler için sezgisel beslenmeyi uygulamak çok da kolay değil. Ancak tam da bu noktada meditasyon, nefes egzersizi ve sosyal medya detoksu gibi teknikleri uygulamak kişiye yardımcı olabiliyor. Bilhassa sosyal medyadan bir süre uzak kalmak ve sosyal medyanın topluma sürekli olarak dayattığı güzellik algısından sıyrılmak, sezgisel beslenme için gereken “içe dönüş” ortamını sağlamak için kesinlikle çok faydalı oluyor.
Nasıl “sezgisel” besleneceğiz?
Gelelim büyük bir beden ve zihin uyumu gerektiren bu beslenme biçimini, günlük hayata nasıl uyarlayabileceğimize…
● Besinleri “iyi – kötü” “yararlı – zararlı” gibi sıfatlarla etiketlemekten vazgeçin. Çünkü bir besini kafanızda ne kadar yasaklarsanız ona olan eğiliminiz daha da artar. Bu yüzden kendinize yeme konusunda özgür olduğunuzu ancak ipleri kendi elinizde tuttuğunuzu anımsatmaya çalışın.
● Yemek yerken televizyon ya da sosyal medyayla ilgilenmeyin. Çünkü bunu yapmak yemeğinizi hissetmeden ve duyularınızı yeterince çalıştırmadan sadece tüketmek için yemenize yol açar. Bu yüzden yemek yerken yavaş, sakin ve konsantre olun.
● Market alışverişi yaparken besinlerin içeriklerini okuyun. Bunu yapmak hem bilgilenmenizi hem de gereksiz tüketim güdünüzü bastırmak için zaman kazanmanıza yardımcı olur.
● Doyduğunuz anda yemeyi bırakın. Bilinçaltınızda kalan “Arkandan ağlar” baskılarından kurtulmak içinse yemeğinizi paket yaptırarak bir sonraki öğüne saklayabilirsiniz.
● Bir şey yemeye karar verdiğinizde kendinize “Aç mıyım?” “Bu besine gerçekten ihtiyacım var mı?” ya da “Bunu yediğimde kendimi nasıl hissediyorum?” gibi soruları sorun. Çünkü bu basit sorular besinlerle olan çarpık ilişkinizi bir anda gözler önüne serebilir.