Üst düzey yöneticiyken koşuyla tanıştı. Zamanla ultra maratonlara katılacak kadar kendini geliştirdi. Bu zorlu yarışlardan sonra vücudunu toparlamak için ise fıstık ezmesi üretmeye başladı. Merve Ülker şu an Nutsall markasıyla dünyaya açılma planları yapıyor.
Öncelikle geçmiş iş yaşantınızdan başlamak isterim. Bankada nakit yönetimi bölümünde yöneticiyken hayatınıza koşuyu dahil ettiniz. Bir süre her ikisini beraber yürüttünüz. Nasıldı bu süreç?
15 yıl boyunca kurumsal hayatın içerisindeydim. Koşu ise hayatımın yaklaşık son yedi yılında var. İş hayatının zorluklarını, seni tüketip yoran şeylerin hepsini sıfırlayacak bir çözüm arıyor beyin. Sağlık için olmasa da herkes ertesi gün hayatına devam edebilmek için bir çıkış yolu arıyor. Benimki de koşu oldu. Tüm zorluğuna rağmen beyim koşu ile barıştı.
Kurumsal hayatta beraber koşu zor olmadı mı?
Koşu kısmı daha kolaydı. Kurumsal hayatın içerisinde dengeleri kurmak çok zor oluyor. Antrenman yapmak için sabah çok erken kalkıyorsunuz ya da her antrenman programına uyamıyorsunuz. Yarışlar genellikle hafta sonu olduğu için, cuma günü akşam uçağıyla gider pazar günleri ilk uçakla dönersiniz. Arada da 50-60 kilometrecik de koşmuş olursunuz. Spor ayakkabıyı çıkarıp topuklu ayakkabıyı giyemediğim çok oldu. Ama “Değdi mi?” diye sorarsanız; bakıyorum yaptığım bütün koşulara, aldığım madalyalara, fotoğraflara... Hiçbiri için “Neden yaptım ki” diyemem…
Ultra maraton koşuyorsunuz. 3 bin 200 rakımda İsviçre’den Fransa’ya uzanan 50 kilometrelik yolu koşarak geçtiniz örneğin...
50 kilometre değildi. Hep öyle olur; en son yarışa da 42 diye gittim 46 kilometre çıktı. Yolda “Son dört kilometre” dediler ama o dört kilometre 42 kilometreye eşitti. Çünkü o yorgunlukta beyin son dört kilometreyi kabul etmiyor.
“Çamurun, toprağın içine gönderin beni”
Peki nasıl bir deneyimdi?
Büyülü bir ortam; dünyanın her yerinden oraya sadece koşmak için gelen insanlar var. Muhteşem bir organizasyonun içindesiniz ve karşınızda Mont Blanc’ın büyülü manzarası var. Bir an bu dağa nasıl çıkacağım diyorsunuz. Yarış; yağmur altında, İsviçre’nin bir kasabasında başladı. Yaklaşık 11 saat parkurda kaldım. Fakat çok keyif aldım. Hatta bir anım var: İsviçre-Fransa sınırındayım ama o an nerede olduğumu bilmiyorum. Bazı yerlerde korkunç bir soğuk vardı ve sanırım yüz felci geçirmiştim. Kontrol noktalarından birine geldim. Çok yorgundum ama içeri girmemle çıkmam bir oldu. O kadar sıcak ki! Oraya girersem çıkmayacağımı çok iyi biliyordum. Beynim “güvenli yerdesin bırak” demeye o kadar yakındı ki... Chamonix otobüs durağını görünce “Fransa’ya geldim” diye çığlık attım. 10 gün kaldım. Kamp da, yarış da çok güzeldi. Sosyal medya hesaplarımdan yarışlarımla ilgili çok şey yazmam ama o gün “Yaşamadan ölmedim” yazdım. Çok istediğim yerlerden biriydi.
Bu maratona katıldığınız sırada kurumsal hayat devam ediyor muydu?
Evet! Kurumsal hayat geçen yılın ekim ayında bitti. Tüm koşu sürecimde kurumsal hayat vardı. Hatta bankanın takımında da koştum. Yurt dışındaki yarışlarda bankamı temsil ettim, Türkiye’de bağış amaçlı yarışlarda koştum. Bankanın takımına bir caddede antrenman yaptırırken “Ben caddeye, plazaya uygun değilim” dedim. Tabii siz şimdi “Nasıl durdun 15 yıl?” diyebilirsin. Durdum bir şekilde; işimdi, kabullendim. Caddelerde hiç severek koşmadım. Eğer kötü hissediyorsam çamurun, toprağın içine gönderin beni. Ormanlık bir yere gideyim, kendime gelirim. Haftayı nefretle bitirip pazartesi mutlu bir şekilde işe dönünce insanlar şaşırıyordu.
“Yarışlardan sonra protein tüketmek lazım”
Bir süre sonra kurumsal iş hayatını bıraktınız. Hayatınızda koşu vardı sadece. Ama daha sonra fıstık ezmesi üretimine başladınız. Nasıl oluştu bu fikir?
Fıstık ezmesi aslında koşudan bağımsız bir şey değil. Hayatım boyunca etle aram iyi olmadı. Koşarken ciddi bir protein yıkımı yaşıyorsunuz. Bu nedenle protein tüketmem lazımdı. Herkes yarıştan sonra et yiyor, kendine geliyor. Ben titriyorum. Ben hep fıstık ezmesi taşıyordum yanımda. Şeker de kullanmıyorum; dışarıdan fıstık ezmesi alamıyordum. Evde sürekli fıstık ezmesi yapıp yarışlara götürüyordum.
Bir ihtiyaçtan doğdu o zaman…
Net! Kendi ihtiyacımdan. Sadece kendime yapıyordum. Çeşitleri de benim ihtiyaçlarıma göre şekillendi. Örneğin, çok kahve içtiğim için kan ve demir değerlerim düşüyordu. Demir ihtiyacını keçiboynuzu gideriyor. Ben de ikisini karıştırdım. Kahvaltıda tok tutsun diye chia yiyorum. Onu da fıstık ezmesiyle karıştırdım, başka bir çeşit daha çıktı ortaya.
Bunun varacağı noktayı tahmin ediyor muydunuz?
Hayır! Evde yapıp yarışlara götürdükçe aynı çadırda kaldığımız arkadaşlarıma da ikram etmemle başladı her şey. Daha sonra arkadaşlarım “Maliyetine bize de yap” demeye başladı. “Yiyin işte” derken bir baktım ki insanlara sürekli fıstık ezmesi taşıyorum. Sonra daha çok insan istemeye başladı. Maratonlara destek verenlere hediye olarak da yolluyordum. Onlar da stant veriyorlardı. Stantta görenler başka yere çağırmaya başladı. Ben ne olduğunu tam kavrayamadan Kavacık’ta bir üretim tesisim oldu. O arada işler nasıl bu noktaya geldi, anlamadım. Şimdi de kendimi anlaşma yaparken buluyorum bazen
“Bu girişim kurumsal hayata dönüşsün istemem”
Şu an kaç çeşit fıstık ezmesi üretiyorsunuz? Yeni karışımlar yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?
Şu an 17 çeşit var. Gıda işi yapmak kolay değil. Bazen bana “Şundan biraz daha koy” diyorlar ama mümkün olmuyor. Örneğin, keçiboynuzunu fazla koyarsanız ciddi bir fruktozun alımına neden olursunuz. Her şeyin belli oranları var tabii. Ama hepsi deneme yanılma ile ortaya çıkıyor. Sonrasında analize gidiyor ürünler. Eğer sonuçlar temizse üretime devam ediyoruz. Bazı ürünlerin beklemesi süresi çok önemli. Üç gün sonra taş gibi olabilecek ürüne katkı maddesi kullanmak gerekebiliyor. Ama ben tamamen doğal olmasını istiyorum.
Müşterilerinizin tepkileri nasıl? Müdavimleriniz var mı?
Var! Buna sosyal medyanın gücü diyebilirim. Birebir yazışırım insanlarla. Hemen her takipçimle konuşurum. En ince detayına kadar herkesin sorularını cevaplarım. Etkinliklere katılırım, standıma gelirler. Ben birebir iletişimi seviyorum. Standın başına bir eleman da koyabilirdim. Ama birebir ilişki kurmayı seviyorum insanlarla; onlar da bunu seviyor.
Markanızın ismi Nutsall… Sosyal medyadan satış yapıyorsunuz. Marketlere çıkmayı planlıyor musunuz? Nasıl bir büyüme hedefiniz var?
Markette satışa çıkmak gibi niyetim yok. Bu girişim benim için ikinci bir kurumsal hayata dönüşmemeli. Kâr oranı sağlamak zorundayım tabii ki ama keyifle devam ettiği sürece...
“Gitmek istediğim çok yarış var”
Nerelerde bulabiliriz?
Sosyal medyadan satışlar devam ediyor. Online satış sitesi açılacak yakında. Online satış sitesini biraz beklettim. Çünkü çok çabuk taklit ediliyor. Satış noktalarında ürünün tanınmasını istedim. Şu an 15 satış noktası oldu. Genelde organik gıda satan yerlerde; vegan bakkal ve marketler ile spor merkezlerinde var.
Kurumsal iş yaşantınızda üst düzey yöneticiydiniz. En zor spor dallarından birinde madalyalarınız var. Şu an ise ticarette büyüme yolundasınız. Üç farklı alan üç başarı... Bundan sonraki adımınız ne olacak?
Kurumsal hayattakine başarı demem; bunda ciddiyim. Kurumsal hayat çok farklı bir dünya; kimse sizi zorla tutmuyor. Ben mutsuz oldum ve ayrıldım. Koşuda ise gerçekten sınırlarımı zorlamayı seviyorum. Fıstıkta henüz başarı yok. Ama keyifli bir şekilde gidiyor. Fıstık ile ilgili, yurt dışına çıkma hayalim var. Çünkü yurt dışında çok büyük fıstık ezmesi pazarı var. Ama benimki kadar çok çeşide sahip fıstık ezmeleri yok. Belki bir Türk markası çok farklı bir hikaye yazar yurt dışında. Sonrasında ise ben gerçekten uzaklaşmak istiyorum. Koşarak çok fazla ülke gördüm. Ama yarışların dışında da koşarak dünyayı gezmek istiyorum. Hâlâ gitmek isteğim çok yarış var; onlara gideceğim.