Gezegenimiz için tehlike kapıda! Fosil yakıtlarla elde edilen enerji birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Oysa yenilenebilir enerji ile bu sorunların önüne geçebiliriz. Bu farkındalık ile ülkemiz yenilenebilir enerji yarışında üst sıralara tırmanmak istiyor.
Dünya için tehlike çanları maalesef çoktandır çalıyor. Öyle ki, çevrebilimciler her fırsatta çevresel anlamda telafisi mümkün olmayan bir noktaya gelmemize yalnızca 20 sene kaldığının altını çiziyor. İşte bu noktada yenilenebilir enerji kavramı her zamankinden çok daha fazla önem kazanıyor. Peki dünyanın pek çok ülkesi yenilenebilir enerji alanında atağa geçmişken Türkiye bu yarışın neresinde?
Yenilenebilir enerji nedir?
Öncelikle yenilenebilir enerjinin herkesçe anlaşılacak, en basit tanımıyla başlayalım: Yenilenebilir enerji, doğanın kendi olağan akışından elde edilen ve herhangi bir toksik atık oluşumuna sebep olmayan döngüsel enerjilerin bütününü tarif ediyor. Bu enerji tipinin “yenilenebilir” adıyla anılması ise enerjinin kaynağından alınmasının ardından, doğa tarafından aynı hızla yeniden yerine konmasına dayanıyor.
Güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, jeotermal enerji, hidrolik enerji, biyokütle enerjisi, dalga enerjisi ve hidrojen enerjisi, hâlihazırda kullanılan yenilenebilir enerji türleri arasında. Petrol ve kömür gibi fosil yakıtlardan elden edilen konvansiyonel enerjiden yenilenebilir enerjinin farkı, başlangıç maliyetlerinin yüksekliği. Ancak yenilenebilir enerji bu dezavantajına rağmen “sürekli” olma özelliği ile öne çıkıyor.
Dünya yenilenebilir enerjiye nasıl bakıyor?
1973 yılında yaşanan ve neredeyse tüm dünyayı etkileyen petrol krizi sonrası başlayan yeni ve alternatif enerji kaynakları arayışı, 2000’li yılların başından bu yana umut vadeden sonuçlar veriyor. Güncel IEA (Uluslararası Enerji Ajansı) verilerine göre yenilenebilir enerji, dünya genelinde kullanılan enerjinin sadece yüzde 22’sini oluşturuyor. Ancak Çin, Hindistan, Birleşik Krallık ve Japonya gibi enerjide dışa bağımlı ülkelerin yaptıkları yenilenebilir enerji yatırımları sayesinde, 2025 yılına gelindiğinde bu oranın artış göstermesi bekleniyor.
Ancak söz konusu yenilenebilir enerji olduğunda devlet politikaları ve yapılan yatırımlar her zaman yeterli olmayabiliyor. Çünkü kaynağını doğal enerjilerden alan bu enerji tipi için coğrafi koşulların da elverişli olması hayati önem taşıyor. Örneğin Almanya’da rüzgâr enerjisi santrallerinden sadece bir ayda, Berlin’in bir yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabilecek miktarda elektrik üretilebilirken; Hindistan’ın Goa eyaletindeki solar enerji tarlaları, yaz aylarında bu turistik kentin tavan yapan elektrik ihtiyacını sorunsuzca karşılayabiliyor.
Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarını ne kadar kullanıyoruz?
Doğal gaz ve petrol ithalatını ve dolayısıyla da cari açığı düşürdüğü için çevreye olduğu kadar ülke ekonomisine de pozitif katkılar sunan yenilenebilir enerji üretimi, artık ülkemizde de gündemdeki konularından biri. 2016 yılında IEA tarafından yayımlanan Küresel Yenilenebilir Enerji Raporu’na göre jeotermal enerji kapasite artışında dünyada ilk sıraya yerleşen Türkiye, güneş kolektörü sayısı artışı parametresinde de tüm ülkeler arasında ikinci sırada yer alıyor. Enerji üretiminde dışa bağımlılığı 2018 yılı itibariyle yüzde 70’lere varan Türkiye’nin, son yıllarda yapılan yenilenebilir enerji yatırımları ile 2025 yılı itibarıyla bu oranı yüzde 55 – 60 bandına çekmesi bekleniyor. Üretilen toplam yenilenebilir enerjinin yüzde 56,8’ini barajlı hidroelektrik santrallerinden, yüzde 23,5’ini akarsulardan, yüzde 0,23’ünü güneş panellerinden, yüzde 13,9’unu rüzgar santrallerinden, yüzde 1,4’ünü biyokütleden ve son olarak yüzde 4,1’ini jeotermal kaynaklardan sağlayan ülkemiz, toplamda tükettiği enerjinin yüzde 31,9’unu bu kaynaklardan sağlamış oluyor.
Kapasite açısından da dünyanın en avantajlı ülkeleri arasında yer alan Türkiye, özellikle İç Ege Bölgesi’nde yer alan Denizli, Afyon, Kütahya ve Uşak sayesinde dünyada en büyük ikinci jeotermal enerji kapasitesine sahip ülke olarak kabul ediliyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ise önümüzdeki beş yıllık periyotta, Ege ve Trakya’daki rüzgar santrallerine ağırlık verileceğini ve güneşli gün sayısı belli bir standardın üzerinde olan yörelere geniş ölçekli güneş tarlaları kurulacağını belirtiyor.