Uzmanlığı koku olan ancak kokuyla parfümün aynı şeyler olmadığının altını çizen Vedat Ozan’la ilginç uzmanlık hikayesini, koku duyusunun çarpıcı özelliklerini ve parfüm dünyasını konuştuk.
Türkiye’de koku uzmanı diye aradığınızda bulacağınız ilk isim, Vedat Ozan. Kendisi aynı zamanda bir parfümör, yani parfüm tasarımcısı ama kokuyla parfümün aynı şey olmadığının altını ısrarla çiziyor. “Koku, koskocaman bir duyu, parfümse sadece bir ürün” diyen Ozan’ın kokuya olan ilgisi çok küçük yaşlarda başlamış: “Çok eski anılarım var kokuyla ilgili ve hepsi de çok güzel değil aslında. Mesela ılık süt kokusu berbat gelir bana. Zorla süt içirmeye çalışırlardı çünkü…”
1959 doğumlu Ozan, aslında Boğaziçi Üniversitesi’nde yöneticilik eğitimi almış ve uzun yıllar ithalat yapmış. Ancak küçük yaşta başlayan koku ilgisi onu sonunda, işini bırakıp sadece bu yönde uzmanlaşmaya götürmüş. Şu an Bilgi Üniversitesi’nde Koku ve Duyuların Kültürel Tarihi dersini veriyor, Koku Kitabı’nın 4. cildini yayıma hazırlıyor, Koku Atölyesi adlı mekanında atölyeler düzenliyor, seminerler veriyor, konuşmacılık yapıyor vs. Fırsat buldukça da parfüm tasarlıyor... Kendisiyle hem bu yolculuğunu hem de parfüm dünyasının derinliklerini konuştuk.
Çocukken başlayan koku ilginiz nasıl böyle bir uzmanlaşmaya dönüştü?
Kokuya olan ilgim, ergenlik döneminde parfüme meraka dönüştü. 20 yıl önce de “Bu parfümü ben kendim yapamaz mıyım?” gibi bir iddiaya girdim kendimle. Ama gördüm ki çok fazla bilgi gerekiyor. Okuyup araştırmaya başladım. Ve o zaman anladım ki parfüm yapma işinin bir algısı var. Algı dediğimiz şeyin içinde de kültürü var, tarihi var, sosyoloji, psikoloji var, sanat var… Çok geniş bir dünya. Oralara da daldığım anda kayboldum gittim ve bugüne geldim.
Sonunda başardınız parfüm yapmayı…
Evet, yapabildim. Tabii ilk denemeler rezil örneklerdi. Muhtemelen Taksim’in bütün kanalizasyonlarını doldurmuşumdur. Bu işte zaten iki kere ikinin dört edeceğine dair bir garanti yok. Üstelik beş de etmiyor, A ediyor mesela. Bütün, parçalardan tamamen farklı bir şey oluşuyor. Ve algı üzerine çalışmaya başlayınca bir bilgi tabanı oluşmaya başladı bende. Ama rahatsız oluyordum. Çünkü Türkiye’de konuşamıyordum kimseyle bu konuyu, yalnızca yurt dışından arkadaşlarla yazışıyordum.
Biraz niş bir ilgi alanı olduğu için herhalde…
Niş gibi geliyor ama aslında değil. Düşünsenize, günde 23 bin kere koklama yapıyoruz. Yani nefes almanızla eşleşmiş bir duyudan bahsediyoruz. Bu da kokunun bizim için kaçınılmaz bir uyaran olması durumunu getiriyor.
İnsanlar biraz basit de görüyor olabilir…
Öyle. İnsanlara “Çok gerekse hangi duyunuzdan vazgeçersiniz” diye sorunca, hemen “koku” diyorlar. İki sene önce, 18-24 yaş grubu arasında yapılmış bir araştırma var. “İnternet ve sosyal medya erişimi mi yoksa koku duyunuz mu?” gibi sorular var içinde. Yüzde 52’si koku duyusundan vazgeçiyor, internet ve sosyal medyadan kopmamak için. Bunun sebebi, koku üzerine bilgi sahibi olmamamız. Çünkü aslında koku, türün devamını sağlayan şey. Bütün canlılar, üremeyle ilgili sinyalleri koku üzerinden alıyor. Vücudumuzun nasıl kodlandığı, Genotip denen bir şeyin içinde kayıtlı. Genotip’in de gözlenebilir bir özelliği var, Fenotip dediğimiz. Yani saçınızın nasıl olacağı size kodlanıyor. Saçınızın düz veya kıvırcık olması da onun Fenotipi, yani gözlenebilir özelliği. Bizim bağışıklık sistemini düzenleyen gen grubumuzun da gözlenebilir özelliği aslında bizim vücut kokumuz.
Bunun üremeyle ne gibi bir ilgisi var?
Doğru bir üreme için biz, ne kadar uzak bir bağışıklık sistemine sahip biriyle bir araya gelirsek, doğacak çocuğun hayatta kalma ve dirençli olma oranı o kadar artıyor. Ve tabii bugün biz eş seçimini pek de koku duyusuna dayanarak vermiyoruz. Bugün başka birinin ten kokusunu duyma ihtimaliniz de çok fazla yok. Çünkü herkes parfüm kullanıyor. Parfüm derken, sabun kullanmanız bile benim için parfüm. Dolayısıyla o sosyal kabuğun içindeyiz biz artık. Sosyal kabuktaki parametrelerle eş seçimi yapıyoruz. Aynı kitabı okur muyuz, aynı filme gider miyiz, sosyal statüsü uygun mu… Bunların hiç biyolojik olaylarla ilgisi yok tabii. Dolayısıyla bugün eş seçimi için çok ön planda bir rolü olduğunu söyleyemeyiz ama seçme değil de eleme söz konusu olduğunda, vücut kokusu itici gelen biriyle hayat boyu bir beraberlik yaşamamızın imkanı yok mesela. Öyle de çalışmaya devam ediyor bu faktör.
Peki neden parfüm kullanıyoruz?
Aynı kıyafet seçmek gibi. Seçtiğimiz parfümle, bulunduğumuz sosyal ortama, olduğumuz değil olmak istediğimiz kişiye dair bir mesaj veriyoruz. Ve hiçbir zaman için parfüm bizim biyolojik bir ihtiyacımız değil. Sürmesek ölmeyiz. Binlerce yıl kimse sürmemiş, kimse de ölmemiş. Ve tür devam etmiş.
O yüzden lüks mü artık?
Lüks de diyemem artık. Market kasalarında 5 liraya parfüm satılıyor bugün. Tarih boyunca böyle bir kullanım yok tabii. Çok daha az kullanılan bir şey. Fransa’da en revaçta olduğu 14. - 15. Louis’ler zamanında toplam bin kişiyi geçmiyor parfüm kullanabilen kişinin sayısı. Sonra değişiyor işler, alkol çıkıyor, sentetik moleküller çıkıyor. Satış pazarlama teknikleri, hikaye yazma... Bir yaşam tarzına özenme, ona arzu duyma, o arzuyu ihtiyaçmış gibi algılama… Bu arada şunu da gördüm. Hiçbir ürün bir duyuya, parfümün kokuya vurduğu gibi bir damga vurabilmiş değil.
Niş parfümlerin hızlı yükselişi
Peki, pahalı parfüm iyi parfüm müdür?
Hayır. Kendinizi hangi parfümle iyi hissediyorsanız, iyi parfüm odur. Limon kolonyası da sizin için iyi bir parfüm olabilir. Türkiye’de en çok satan şeydir bu arada. Pahalı parfüm biraz farklı tabii. Mesela niş parfümler dediğimiz parfümler daha da farklı. Çünkü ana akım markalar artık tüketici panellerine danışarak, yani risk almamaya çalışarak parfüm çıkarıyor. Yani insanlar neleri beğeniyorsa, o yönde parfümler çıkarıyorlar. Ve insanlar da alışık oldukları kokular yönünde olumlu tercih kullanır. Dolayısıyla ana akım markalarda birbirinden çok farklı parfümler çıkmıyor genellikle. Bu durumda da niş parfümler ortaya çıkıyor.
Nedir niş parfüm?
Aslında temel olarak, hareket noktasının kokunun kendisi olduğu parfümler diyebilirim. Ana akım parfümlerde hareket noktası bilançodur. Satmama riskini göze alamazlar çünkü. Niş parfüm, iyi niyetli bir bakışla yapılıyor ve esas hareket noktası kokunun kendisi. Reklam harcaması yapmaz. Şişeleme harcaması yapmaz. Şişeleri hep tek tiptir mesela. Üzerine konan etiket değişir sadece.
Nedir o markalar, örnek verir misiniz?
Bu işin başlangıcında L’Artisan Parfumeur diye bir marka vardı. Şimdi Maison Francis Kurkdjian var, Creed var... Birçok marka var aslında. 1970’lerin sonudur niş parfümlerin çıkışı. Butik çalışıyorlar. Fiyat endişesi pek yok. Her türlü hammaddeyi kullanabiliyorlar. Fiyatları da yüksek. Ama çok büyük işletmeler olmadıkları için milyon şişeler satma gibi bir endişeleri yok. Böyle başlamış bir alan bu yani. Fakat çok tercih edildi. Niş parfümleri yayan şey internettir, sosyal medyadır. Tanıtım yapmadıkları için kulaktan kulağa yayılır.
Çok mu pahalıdır?
Değişir. 1000 liraya da alabilirsiniz, 5 bin liraya da... Hammeddesinin de etkisi var bunda ama esas ödediğiniz para, yaratım bedeli ve konsept oluşturma için ödediğiniz paradır bu. Sizi nasıl temsil edeceğine ödüyorsunuz o parayı aslında.
Niye tuttu peki?
Çünkü ana akım parfümler çok benzer ve artık insanlar bir odadaki sekiz kişiyle aynı kokmak istemiyor. Sonra fark edildi ki pazarın aşağı yukarı yüzde 10’u niş parfümlerin eline geçti. Tabii bu ana akım markalar için çok riskli bir durumdu. Onlar da kendi içlerinde özel koleksiyonlar çıkarmaya başladı. Ya da var olan niş parfüm markalarını satın aldılar. Şu anda da aslında karışık bir durumdayız, “Gerçek niş parfüm hangisidir?” konusunda.
Parfüm seçimi çok önemli
Tüketici nasıl parfüm seçiyor?
Pratikteki uygulama şu: Gidiyorlar parfüm mağazasına, sıkıyorlar. 5 dakika sonra hoşlarına gidiyorsa karar veriyorlar. Ama öyle olmaması lazım. En aşağı 7-8 saat teninizin üzerinde yaşamasına izin vermeniz lazım. Parfüm teninizin üzerinde de değişim gösteriyor. Çünkü parfüm, birtakım moleküllerin bir araya gelmesinden oluşuyor. Bunların hepsinin ağırlığı birbirine eşit değil. Bir kısmı hemen çıkıyor. İlk başta onu duyuyorsunuz. Geri kalanlar kendilerini daha geç belli ediyor. En son belli edenin sahneyi alışına kadar beklemek lazım. Çok kuvvetli ve görünmez bir mesaj veriyorsunuz parfümle. Dolayısıyla aslında itina göstererek almanız lazım. Bir de tabii insanların parfüm seçiminde reklam imajı çok etkili oluyor. Orada özenilen bir hayat tarzı var. O şemsiyenin altına girmek, o kimliğin bir parçası olmak. “Ben bir Chanel kullanıcısıyım” diyebilmek.
Siz kendi yaptığınız parfümleri mi kullanıyorsunuz?
Ben senede 10 kere ya sürerim ya sürmem. Ama her gün onlarca parfümü koklarım, o ayrı. Kendi yaptıklarımı kullanırım ya da bazen yurt dışından çok ilginç parfümler bulursam onları alıp kullanırım.
Mesela?
Liquid Imaginary mesela. Daha kirli diyebileceğim bir koku. Daha hayvansal öğeler var içinde.
Hayvansal koku normalde insanların hoşlanacağı bir koku değil. Neden böyle bir parfüm yapılır? Çiçek ya da deniz kokusu koklamak varken niye bir insan hayvansal bir kokuyu duymak ister?
Siz öğrenilmiş sevgiden bahsediyorsunuz. Birtakım şeylerin etiketleri var ve bu etiketler ne kadar doğru, bilmiyoruz. Mesela “Benzin kokusu kötüdür” denir ama benim benzin kokusunu seven çok tanıdığım var. Yanmış kibrit kokusuna bayılan insanlar var. Dolayısıyla standart birtakım güzellik kalıpları var kokuyla da ilgili ama gerçek hayatla çok da fazla örtüştüğünü söyleyemem.
Türkiye’de parfümcülüğün durumu nedir?
Özgün çalışan markalar var. Dışarıdaki parfümlerin çok benzerleri üzerinden satış yapanlar var. Bu arada iki tane de niş marka var. Nishane ve Pekji. Bunlar yurt dışında, içeride sattıklarından çok daha fazla satıyor ve çok fazla bilinirliğe sahipler. Çünkü burada çoğunluk “15 lira verip alabileceğim bir ürüne neden 700-800 lira vereyim” diye düşünüyor.
Parfümlerde genel beğeni eğrisi ne yönde?
Değişiyor. Beş senedir öd ağacı teması çok ön plandaydı. Hemen her marka çıkardı. Hele de Türkiye’de, Ortadoğu’dan turist akını başladığında bizde de çok vardı. Son zamanlarda yiyecek ve hafif deri kokulu parfümlerin ön plana çıkmaya başladığını görüyorum.