Geçtiğimiz günlerde yağan karın etkisi ile dolan barajlar içimize biraz su serpse de iklim ve kuraklık krizi tüm acımasızlığı ile kapımızı çalmaya hazırlanıyor.
Orhan Veli kaleme alırken içinde bulunduğumuz durumu kastetmemiş olsa da “Bizi bu güzel havalar mahvetti.” Mahvetti diyoruz çünkü kış mevsiminin başından bu yana mevsim normallerinin çok üzerinde ve kuru seyreden hava aslında yaklaşan büyük iklim krizinin ilk somut uyarısı niteliğinde. Peki gezegenimizi kurtarmak için hala umut var mı? Gelin bu konuda yapabileceklerimize birlikte bakalım.
İklim dengeleri hızla değişiyor
Meteoroloji Genel Müdürlüğü verileri 2020 sonbaharının son 40 yılın en kurak sonbaharı olduğunu ortaya koyuyor. 2019 yılının aynı döneminde bu seneye göre %47 daha fazla yağış alan ülkemiz bu sonbaharda ne yazık ki son derece kurak ve sıcak bir havaya maruz kaldı. Şu haliyle bile yeterince ürkütücü olan durumun 2100 yılına yaklaşırken daha da vahim bir hal alması bekleniyor.
Bu projeksiyona göre Karadeniz’de yüzde 11 artış, Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde yüzde 50’ye yakın azalma bekleniyor. Yani kurak ve nemli bölgeler arasındaki uçurum daha da derinleşeceğe benziyor. Okulda coğrafya derslerinde öğrendiğimiz “Türkiye üçte ikisi yarı kurak bir ülkedir” bilgisini de güncelleyen bu gelecek projeksiyonu, maalesef dörtte üçü kurak bir ülke olacağımızın işaretlerini veriyor.
İklim kuşaklarında yaşanan bu ani dengesizliğin sebebi ise kuşkusuz ki yerküredeki ısınma. Senaryonun karanlık kısmı şu ki atmosfere salınan sera gazları ve doğal bitki örtüsüne verilen tahribatın etkisi ile normal şartlar altında 150 bin yılda olması gereken 1 derecelik ısınmanın önümüzdeki 20-30 yıl içinde gerçekleşmesi bekleniyor.
Kuraklık demek aynı zamanda pandemi demek
2020 yılını dünyayı saran ve kısa süre içinde hayatı felç eden COVID-19 pandemisi ile anımsayacağız. Ancak ne yazık ki 2020 yılı bizim için küresel salgınlarla anımsadığımız tek yıl olmayacak gibi görünüyor. Çünkü iklim bilimcilere göre insanlar -olası kuraklık senaryoları dolayısıyla- vahşi hayvanların doğal yaşam ortamlarına yaklaştıkça bu hayvanları konak (taşıyıcı) olarak kullanan virüsler insanlara da bulaşmaya başlıyor. Zoonoz ismi verilen (hayvanlardan insanlara bulaşan) hastalıkların tıpkı COVID-19 pandemisi gibi etkiler yaratması bekleniyor.
Yine aşırı buharlaşma nedeniyle darbe yemesi beklenen tarımsal üretimin yerini alacak hayvan çiftlikleri de sulak alanlara taşındıkça, buralardaki hayvanların mevcut ekosistemdeki vahşi hayvanlarla temasa geçerek olası zoonoz hastalıkların temelini atacakları öngörülüyor. Kısacası vahşi hayvanların doğal yaşam alanlarını daraltıp onları göçe zorlamak ilerleyen yıllarda başımıza büyük dertler açacak.
Hâlâ çok geç değil
Tüm bu gelecek projeksiyonunun yeterince karamsar göründüğünün farkındayız. Ancak karamsarlıkla gerçekçiliği birbirine karıştırmadan hala yapılacak bir sürü şey olduğunu da es geçmememiz gerekiyor.
Öncelikle yıllar yılı doğayı bedava ve tükenmez bir kaynak olarak gören insanlığın su kullanım bilinci konusunda eğitilmesi ve her damla suyun kıymetini bilmesi gerekiyor. Bunu bir “su kullanım okuryazarlığı” olarak nitelendirebiliriz. Çünkü küçük yaştan itibaren olası kuraklık senaryoları hakkında bilgi sahibi kılınan bir nesil kendi kullanım alışkanlıkları ile büyük farklar yaratabilir. Bunun için mikro ölçekte, kendi evlerimizde fotoselli musluklar kullanabilir, banyoda geçirdiğimiz süreyi kısaltabilir, Japonya’da sıkça kullanılan musluktan akan kullanılmış suyu sifona entegre eden akıllı sistemlere geçebilir ve en önemlisi daha az tükettiğimiz minimalist bir yaşama adım atabiliriz. Yalnızca bir jean pantolonun üretimi için 15 ton su harcandığını varsayarsak, daha az tüketmenin dünyamız için en iyi ilaç olacağını fark etmek çok da zor olmaz.
Doğa ve iklim bilimciler makro ölçekte yani hükümetler nezdinde alınacak önlemleri ise şu şekilde sıralıyorlar:
● Her devletin kendi coğrafi koşullarına özel katı bir tarımsal sulama politikaları olmalı. Her damla suyun kıymetini bilen bir anlayışla uygulanması gereken bu politikalar en yukarıdan en aşağıya kadar eksiksiz denetlenmeli
● Doğal ormanlık alanlar ne pahasına olursa olsun korunmalı ve resmi koruma statülerine dahil edilmeli
● Geri dönüşüm uygulamaları teşvik edilmeli ve yaygınlaşmalı (Akbil veren şişe dönüşüm otomatları ya da tekstil dönüşüm merkezleri gibi)
● Konutlarda kullanılan su tüketimini teşvik eden değil kısıtlamaya yarayan önlemler alınmalı
● Endüstriyel üretimin denetlenmesi ve doğaya dost hale getirilmesi için acil adımlar atılmalı