İklim değişikliği için kırmızı alarm

İklim değişikliği için kırmızı alarm

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin değerlendirme raporunda, küresel sıcaklık artışının öngörülen hedef değer olan +1,5°C seviyesinin 2 katını dahi aşarak +3°C’nin üzerinde seyredebileceği uyarısı yapıldı. Ancak öneriler uygulanırsa gezegen için hâlâ umut var!

İklim değişikliğinin etkilerini gezegendeki yaşamı ciddi şekilde etkilemeye başlamışken acil önlemlerin hayata geçirilmesi hususunda araştırmalar, raporlar ve çağrılar sürüyor. Bu kapsamda, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (İPCC) 6. Değerlendirme Raporu’na ait üçüncü ve son bölümü “Azaltım” raporu yayımlandı.

Raporda 5. Değerlendirme Raporundan (AR5) bu yana konuya dair yayımlanan 18 bini aşkın akademik çalışmadan yararlanıldı. 65 ülkeden bilim insanları, Dünya’nın varoluş mücadelesi için yapılması gerekenleri 2 bin 913 sayfalık bir raporla sundu. Aralarında Türkiye’den de akademisyenlerin bulunduğu 36 koordinatör başyazar, 163 başyazar, 38 gözden geçirici ile birlikte 354 katkı sunan yazar ve 59 bin 212 uzman tarafından hazırlanan çalışma 7 yıllık bir emeğin ürünü.

Gelelim rapordan öne çıkanlara… Raporu tek bir cümleyle ifade edecek olursak “2030 yılına kadar küresel karbon emisyonlarının yarıya indirilmesi hâlâ mümkün” diyebiliriz. Ancak bu küresel sıcaklık artışında beklenenin üzerinde bir değere işaret edildiği gerçeğini değiştirmiyor.

Raporda, sera gazı salımlarının mevcut halini koruması durumunda, küresel sıcaklık artışının Paris İklim Anlaşması’nın öngördüğü hedef değer olan +1,5°C seviyesinin 2 katını dahi aşarak +3°C’nin üzerinde seyredebileceği belirtiliyor. Böylesi bir tablo ne anlama geliyor? Cevap net: “İnsanlar, ekosistemler ve doğal yaşam üzerindeki baskılar katlanarak artabilir.”

Artış hızı kısmen de olsa azaldı

İklim değişikliği gerçeğinin anlaşıldığı son elli yıldaki küresel ölçekli çalışmalara rağmen, küresel sera gazı emisyonları da artmaya devam ediyor. Buna karşın artış hızının kısmen azalma gösterdiği ifade edilen raporda son on yıllık süreçte, yani 2010-2019 döneminde kaydedilen sera gazı emisyonlarının insanlık tarihinin en yüksek seviyesi olduğunun da altı çiziliyor. Rapora göre 1850’den 2019 yılına kadar atmosfere verilen karbondioksit (CO2) miktarının 2 bin 400 milyar tona (gton) ulaştığı, bu değerin yüzde 58’inin 1850-1990 döneminde salındığı belirtilirken, son 30 yıllık süreçte de kalan yüzde 42’lik salımın gerçekleştiği kaydediliyor. Küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5°C ile sınırlamak için kalan karbon bütçesinin 510 gton olduğu da kaydediliyor. Bu miktarın da mevcut şartlar dahilinde 8 ila 10 yıllık gibi kısa bir süre içerisinde dolacağına da dikkat çekiliyor.

Emisyonlar gelir düzeyiyle doğrudan ilgili

Raporda, emisyonların gelir düzeyi ile de doğrudan ilişkili olduğu belirtiliyor. Rapora göre dünya genelinde en zengin yüzde 10’luk hane halkı kesiminin tüketim bazlı emisyonlarının, küresel emisyonların yüzde 34 ila yüzde 45’ini oluşturuyor. Gelir düzeyi bağlamında altta yer alan yüzde 50’lik kesimin ise tüm emisyonların sadece yüzde 13-15’inden sorumlu olduğu kaydediliyor. Benzer şekilde kişi başı emisyon üretiminde gelişmiş ülkelerdeki kişi başı emisyonların Asya, Pasifik, Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerdeki değerinin ise iki katına çıktığı vurgulanıyor.

Ticaret endeksli emisyonlar

Raporda ele alınan konulardan bir diğeri de bir ülkeye ihraç veya bir ülkeden ithal edilen mal ve ürünlerin üretimine yönelik emisyonlar, yani ticaret endeksli emisyonlar hususu. Bu noktada gelişmiş ülkelerin net ana karbon emisyon ithalatçısı konumunda olduğu vurgulanan raporda, Asya ve Pasifik ülkelerinin ise en büyük net CO2 emisyon ihracatçısı oldukları ifade ediliyor.

Son 40 yılda dünya ticaret hacminde yaşanan 5 katlık artış elbette ticaret endeksli emisyonların da artışına yol açtı. 2014 yılından bu yana küresel emisyonların dörtte birinin (yüzde 25) ticaret bazlı olduğu ifade ediliyor. IPCC, 2006 yılında pik değere ulaşan ticaret bazlı emisyonların daha sonrasında karbon yoğunluğundaki düşüşe bağlı olarak zamanla azalma gösterdiğine, buna karşın artan ticaret hacminin de bu azalmayı dengede tutarak ticaret bazlı emisyon miktarını koruduğuna dikkat çekiyor.

Raporda emisyonların insanlık tarihindeki zirve değere ulaştığı kaydedilse de son on yıllık süreçte yıllık bazda ortalama artışların yüzde 1,3 olarak gerçekleştiğine dikkat çekiliyor. Bu da demek oluyor ki bu değer bir önceki 10 yıllık süreçte yüzde 2,1 olduğundan artış hızında 0,8 puanlık bir düşüş söz konusu.

Buna karşılık olarak raporda son yıllarda enerji verimliliği, ormansızlaşmanın önlenmesi, yenilenebilir enerjinin teşvik edilmesi gibi alanlardaki iyileşmelere dikkat çekiliyor. Geliştirilen iklim odaklı politikaların, yatırımların, teknolojik gelişmelerin, yenilenebilir enerji kaynaklarında görülen maliyet düşüşlerinin de sevindirici olduğuna da işaret ediliyor.

Aralarında Fransa, ABD gibi ülkelerin de yer aldığı 10’dan fazla ülkenin emisyonlarını +2°C ile uyumlu bir şekilde ortalama olarak yüzde 4 oranında azalttığı belirtilen raporda 2030 yılı emisyon azaltım hedefinin yarısını karşılayabilecek maliyet-etkin karbon emisyonu azaltım yöntemlerinin de olduğuna vurgu yapılıyor.

Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından üretim maliyetlerinin son 10 yıllık dönemde sırasıyla yüzde 85 ve yüzde 55 oranında azalma gösterdiği, haliyle fosil yakıtlardan daha uygun maliyetle elektrik üretmenin mümkün olduğu belirtilen raporda 2019 yılında nükleer, HES gibi karbonsuz veya düşük karbonlu teknolojilerden elektrik enerjisi üretiminin yüzde 37 oranında gerçekleştiği ifade ediliyor. Keza lityum-iyon batarya teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak maliyetlerde yaşanan yüzde 85’lik azalmanın elektrikli araçlara olan talebi de arttırdığı, 2010’dan bu yana üretilen araç sayısında yüz katlık bir artış sağladığına ayrıca dikkat çekiliyor.

Raporda, dijital dönüşümün de emisyon azaltımına büyük katkı sunduğuna değiniliyor.
Raporda, dijital dönüşümün de emisyon azaltımına büyük katkı sunduğuna değiniliyor.

Dijital dönüşümün katkısı büyük

Raporda bununla birlikte dijitalleşmenin robotik, yapay zekâ, nesnelerin interneti gibi uygulamaların enerji verimliliğini artırmada ve yenilenebilir gücü yönetmede oldukça etkili olduğuna dikkat çekiliyor.

Dijital dönüşümün de azaltıma büyük katkı sunduğuna değinilen raporda nesnelerin interneti, robotik, yapay zekâ gibi uygulamaların her sektörde en büyük emisyon kaynağı olan enerji yönetimini daha etkin hale getirebileceği belirtiliyor. Bu dönüşümün etkin yönetilmemesi halinde de elektronik atıklar, iş gücü pazarındaki olumsuz etkiler gibi hususların daha büyük meselelere yol açabileceği de özellikle hatırlatılıyor.

2019 yılı küresel sera gazı emisyonlarının sektörel bazlı analizinde tüm sektörlerde artışların yaşandığı ifade edilen raporda emisyonların yüzde 35’inin enerji tedariki, yüzde 14’ünün sanayi faaliyetleri, yüzde 22’sinin tarım, ormancılık ve arazi kullanımı, yüzde 15’inin ulaştırma ve yüzde 6’sının da binalardan kaynaklandığı not ediliyor.

Enerjinin elektrik üretimi ve ısınma amaçlı kullanımı kapsamında nihai kullanıcılarına dağıtımı yapıldığında en büyük sera gazı üreten sektörün yüzde 24 ile sanayi sektörü olduğu ortaya çıkıyor. Binaların da yüzde 6’dan yüzde 16 oranına ulaşarak küresel sera gazı emisyonlarında en büyük üçüncü alan olduğu görülüyor.

Yıllık bazda ortalama emisyonlardaki artışların bir önceki 10 yıllık dönem ile mukayese edildiğinde en yüksek artışın yaşandığı alan yüzde 1,8 ile ulaşım. Bu değerler sanayide yüzde 1,4, enerjide ise yüzde 1. Rapora göre bir önceki 10 yıllık dönem olan 2000-2009 periyodunda ulaşım kaynaklı ortalama yıllık emisyon artışları yine yüzde 1,8 olarak gerçekleşmiş, aynı dönemde bu değerler sanayi için yüzde 3,4 ve enerjide yüzde 2,3 olmuştu. Dolayısı ile sanayi ve enerjide artış hızında düşüşler görülürken ulaşımda tersi bir durum söz konusu.

Raporda, enerji, ulaşım, gıda, sanayi, bina gibi tüm sektörlerde hızlı ve köklü dönüşümlerin olması gerektiğinin altını çiziliyor.
Raporda, enerji, ulaşım, gıda, sanayi, bina gibi tüm sektörlerde hızlı ve köklü dönüşümlerin olması gerektiğinin altını çiziliyor.

Talep bazlı azaltım metotları

İlk kez bir IPCC çalışmasında talep bazlı azaltım metotları üzerinde yoğunlaşıldı. Rapora göre özellikle de varlıklı kesimde mevcut yaşam tarzlarına kıyasla kültürel ve davranışsal değişikler oluşması halinde emisyonlarda yüzde 40 ila yüzde 70 oranında bir azaltım sağlanabileceği öngörülüyor.

Bu noktada rapor bazı önerilerde de bulunuyor:

- Bisikletli ulaşıma ağırlık verilmesi

- Uzun mesafeli uçuşlardan kaçınılması

- Bitkisel yoğunluklu beslenmeye geçilmesi

- Gıda kayıp ve atıklarının önlenmesi

- Enerji verimli bina konseptine geçiş gibi eylemlerde bulunulması

Sözü edilen geçişlerin cazip hale gelebilmesi için ise şunları öneriliyor:

- Düşük emisyonlu teknolojilerin teşvik edilmesi

- Fosil yakıt ve emisyon yoğun araç ve faaliyetlerin vergilendirilmesi

- Enerji verimliliğini zorunlu hale getiren standartların yaygınlaştırılması

- Şehirlerin bisikletli ulaşıma uygun altyapı ile donatılması 

Karbondioksit emisyonlarının ise 2030 yılına kadar 2020 yılı değerlerine kıyasla en az yüzde 25 ila yüzde 50 üzeri oranında azaltılması gerekiyor.
Karbondioksit emisyonlarının ise 2030 yılına kadar 2020 yılı değerlerine kıyasla en az yüzde 25 ila yüzde 50 üzeri oranında azaltılması gerekiyor.

“Net Sıfır”a giden yol nasıl açılır?

Raporda, enerji teknolojileri, enerji kullanım seçenekleri, arazi kullanım değişimleri ve emisyonların önlenmesine yönelik toplumsal eğilimleri dikkate alan Entegre Değerlendirme Modeli (IAMs) üzerinden sayıları 3 bini aşan farklı emisyon projeksiyonu sunuluyor. Bu projeksiyonlar, küresel ısınma değerleri esas alınarak sekiz iklim kategorisi (C1-C8) altında toplandı. Burada küresel sıcaklık artışları sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5°C (C1, C2) ila +4°C (C8) üstü olabilecek şekildeki sıcaklık artış senaryoları değerlendiriliyor. Tüm senaryolarda önümüzdeki birkaç 10 yıllık dönemde emisyonların yoğun miktarda azaltılması, en geç 2020-2025 dönemi içerisinde emisyonların zirve değere ulaşması, karbondioksit emisyonlarının ise 2030 yılına kadar 2020 yılı değerlerine kıyasla en az yüzde 25 ila yüzde 50 üzeri oranında azaltılması gerektiği sonucuna varılıyor.

Azaltımlar hangi alanlarda yapılmalı?

IPCC sera gazı salımının azaltılmasının veya sonlandırılmasının yanında atmosferde bulunan ve daha önceden salınan sera gazlarının da azaltılması gerektiğini söylüyor. Enerji, ulaşım, gıda, sanayi, bina vb. tüm sektörlerde hızlı ve köklü dönüşümlerin olması gerektiğinin altını çizen IPCC bu noktada ilk kez karbon tutma ve depolama sistemlerine de yer vermek suretiyle karbon giderme metotlarının yaygınlaşmasını öneriyor.

Hayat tarzı değişikliklerine vurgu

İlk kez bu raporda, yani IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporunun 3. Çalışma Grubunda insanların tercihlerinin emisyonlar üzerindeki etkilerini ele alan bir bölüm yer aldı. Raporda yapılan hesaplamalara göre hayat tarzları veya tercihlerin değişmesi ile emisyonlarda yüzde 40 ila yüzde 70 arasında bir azaltım sağlayabileceği, ancak bunun bireyselden ziyade toplumsal bazda yapısal ve kültürel değişimlerle olması gerektiği vurgulandı. Bu noktada en büyük azaltım potansiyelinin 8 milyar ton CO2 eşdeğeri ile gıdaya dair talep değişikliklerinde olacağı ifade edilen raporda kara ulaşım seçeneklerinin 6,5 milyar ton CO2 eşdeğeri ile ikinci büyük potansiyele sahip olduğu belirtiliyor.

Raporda ayrıca düşük karbonlu tercihlerin ferdi karbon ayak izini 9 ton CO2 kadar indirebileceği, ancak bunun için sadece uçuşların azaltılması değil, bitkisel bazlı beslenme, toplu taşımaya geçiş, elektrikli araç, bisikletli ulaşım veya ısı pompası gibi seçeneklerin de ele alınması ile sağlanabileceği vurgulanıyor. Yine, binalar bazında da geçtiğimiz on yıllık süreçte "neredeyse sıfır enerjili bina" örneklerinin oldukça yaygın bir seyir izlediği, daha fazla yalıtımın enerji tasarrufu yanında konforu da artırdığı, enerji verimli ve geri kazanılabilir malzeme kullanımının yaygınlaşması gerekliliği de dile getiriliyor.

IPCC değerlendirmelerine göre tüketim bazlı emisyon salımı esas alındığında yüzde 1’lik üst dilim, en alttaki yüzde 50’lik dilimin en az 70 katından fazla bir kirliliğe yol açıyor. En az gelişmiş ülkeler küresel emisyonlara sadece yüzde binde 4, küçük ada devletleri ise yüzde 0,5 etki yapıyor.

Tüm bu bilgilerin ve önerilerin gezegenin geleceği için dikkate alınıp uygulanması dileğiyle…

KAYNAKLAR

ipcc.ch

temizenerji.org