Aslında çok eski yıllardan beri zihnimize kazınan iki ana kedi resmi vardır: Biri, sobanın başında mutlu mutlu uyuyan tombul kedi, diğeri, ayağımızın dibinde yumakla oynayan neşeli yavru kedi. Ama bu yumuşak ve sevimli betimlemelere rağmen gerçek hayatta kediden tedirgin olan, hatta fobi boyutunda korku duyan insan çok. Neden?
19. yüzyıla kadar korku, panikli korku, dehşet boyutunda tedirginlik bir nevi delilik kabul edilirmiş. Gayet sağlıklı ve mantığı çalışan insanların mantıksız bir panik içinde korkunun akıntısına kapılabildiği Alman fizikçi Carl Westphal’ın 1871’de agorafobiyi, yani açık alan korkusunu fark etmesiyle anlaşılmaya başlamış. Westphal’ın sosyal bir yaşam süren, işinde gücünde üç hastasının bir meydandan, açık alandan geçerken dehşet duygusuna kapılması dikkatini çekmiş. Üçü de yaşadıkları duygunun saçmalığının, mantıksızlığının farkında olan, aklı başında insanlarmış fakat kendilerinde bu korkuyla baş etme gücünü bulamıyorlarmış.
“Korkunun mantığı yoktur.” Benim de uzun süre yaşadığım ve tecrübemle onaylayacağım bir tespit.
ABD’li psikolog G. Stanley Hall ise 1914’te yayımladığı Korkunun Sentetik Genetiği Üzerine Araştırma makalesinde (American Journal of Psychology) temas korkusundan kapalı alan korkusuna, açık alan korkusundan bireysel sorumluluk üstlenme korkusuna, örümcek korkusundan (Allah inandırsın!) kuş tüyü korkusuna kadar uzanan tam 136 patolojik korku listelemiş. Yunanca ya da Latince isimler de verdiği bu fobileri, yüzlerce kişiye anket yaparak gerçekleştirdiği çalışmasının sunduğu verilere dayanarak saptamış.
136 patolojik korkudan biri
Kedi korkusu da bunların arasında yer alıyor. Literatürde elurofobi (ailurophobia, Latince), gatofobi (gatophobia, İspanyolca) ve galeofobi (galeophobia, Yunanca) isimleriyle anılıyor. Velhasıl, hiçbir haklı zemine oturmuyor, ciddi bir travmaya dayanmıyorsa, o da düpedüz saçma bir ruh hali. Yine de, eğer kedi korkusundan mustaripseniz yalnız değilsiniz, onu bilesiniz. Koskoca ABD nüfusunun yaklaşık dörtte birinde herhangi bir veya birden fazla hayvan korkusu mevcut. Evimizde, sokağımızda, çocuk kitaplarında, öykülerde binlerce yıldır en sık yer bulan hayvan olan kedi de bunlardan biri...
Bu kadar yakın temas halinde yaşadığımız, bize kalıcı zarar vermeye gücü asla yetmeyecek, etimizden sütümüzden besin de elde etmeyeceği için üzerimize atlamayacak bir hayvandan bu kadar korkabiliyor olmamızın altında, Hall’un evrimsel kalıtıma bağlaması haricinde, genel olarak toplumsal ve dini sebepler yattığı kabul ediliyor. Mesela, eski Mısır gibi kedilerin kutsal kabul edildiği, zarar verilmesinin ağır cezaya çarptırıldığı ortamlarda kediyle karşılaşmak insanda stres yaratıp bir çeşit korkuya neden olabiliyor. Günümüzdeyse en çok “Yaklaşma, tırmalar, pis” diyerek çocuk büyüten ebeveynlere borçluyuz hayvan korkularını.
Nasıl yenebilirsiniz?
Şahsen bir türlü bir yere oturtamadığım, İslam coğrafyasıyla ilgili bir fenomendir: Peygamberi evinde kedi besleyen bir dinin inananları nasıl evlerinde kedi beslemezler, kedi beslemeyi bırakın nasıl pis diyerek kovalarlar? Sebebi, modern dünyada insanı doğadan ayrı, her şeyden ve herkesten yukarı bir yere koymamız olabilir. Ve kimya ve kozmetik sektörleriyle inceden inceye beynimize işlenen hijyen çılgınlığı... Besinimizi veren toprak, yediğimiz bitkiler, hayvanlar ve biz insanlar hepimiz bakteri yumaklarıyız esasen ve kendimizi yaşamsal çevremizden ayırıp “temizledikçe” hastalanıyoruz.
Hayvan korkusunu yenmek basit. Hayvanlarla ilgili fobilerin çoğu zaman korku temelli olmaktan ziyade tiksinme temelli olduğu konusunda uyaran psikoterapist ve akademisyen Ekin Eremsoy Arda, bunları aşmada en kabul gören yöntemin adım adım maruz bırakma olduğunu söylüyor. “Genelde ilk adım olarak imgelem teknikleri ile çalışıyoruz. Özellikle fobiyi oluşturan bir travma varsa şart bu. Ama fobi model alma veya sosyal öğrenme yoluyla oluşmuşsa, imgelem ile değil maruz bırakma yöntemiyle başlıyoruz tedaviye. En az korkutucu durumdan en korkutucu duruma kadar madde madde bir ön çalışma yapıp sonra uygulamaya geçiyoruz. Kedinin boyu, cinsiyeti, rengi gibi pek akla gelmeyecek faktörler bile korku düzeyini etkileyebiliyor, dolayısıyla ön çalışmanın epey detaylandırılması gerekiyor.”
Terapiyle eşzamanlı olarak, tıpkı yeme bozukluklarında olduğu gibi hayvan korkusunda da ilk başta düşünüş biçimini değiştirmek gerekiyor. Kediyle ilgili olumsuz tüm düşüncelerinizi üzerinde kafa yormalı, bunları teker teker tespit etmeli ve gerçekçi görüş ve gerçeklerle değiştirmelisiniz.
Fobi boyutunda olmayan korku
Kediyle fazla temas etmekten kaçınma halinde, kısaca “hoşlanmamak” olarak özetlenen durumda da bu düşünüş biçimimizin, hissimizin karakterini tespit etmek önemli. Korkuyor muyuz yoksa tiksiniyor muyuz? Buna sebep olmuş bir hikayemiz var mı? Ailemiz bizi nasıl yönlendirdi, kötü örnek almış olabileceğimiz biri var mı? Düşünce ve duygularımızı haklı çıkaracak sebepler bulabiliyor muyuz? Bunları kendi kendimize de olsa analiz edebilirsek, epey yol katedebiliriz.
Ben çocukluktan itibaren, kesinlikle hayvanları hor görmeyen ve hijyen delisi olmayan bir aileden çıkmama rağmen uzun süre hayvan korkusu çektim. Ailenin yüz karasıydım. Küçükken başlayan sevdiklerimi kaybetme korkum müdahale edilmediği için zaman içinde hemen her şeyi kapsayan bir korku bulutuna dönüştü. Hayvan korkumu aşıp hayvan hakları savunucusuna dönüşmemde şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü korkarken de haklarına saygılıydım ve sorunun benden kaynaklandığının farkındaydım. Belki iyileşmemi kolaylaştıran bu zihinsel eforum oldu. Daha ziyade şaşırtıcı olan hayvan kurtarmaya geçişimdi. Eskiden severken tedirgin olduğum hayvanlar tarafından daha sonra ısırılmaktan, tırmalanmaktan çekinmedim, gocunmadım. Evet, acıyor biraz, ne olmuş?
Hayvan korkusuna yönelik terapi görme şansım olmadı üstelik. Eve alınan gözü açılmamış bebek kedilerle tüm algım değişti. Bana bir düşmanlıkları olmadığını idrak ederken; barınaklarda, ormanlarda onlarca, yüzlerce köpeğin arasına girdim. Bir kere bile saldırıya uğramadım, ısırılmadım ve yeni bakış açımda ne kadar haklı olduğumu gördüm, düşüncelerimi pekiştirdim.
Kediye karşı bir soğukluk hissediyorsanız, çekincenizin kendi kendinize aşabileceğiniz bir dozda olduğunu düşünüyorsanız, o zaman kendinizi zorlamalı, kendinize fırsat yaratmalısınız. Yavru kedi çok hareketli olduğundan, sanılanın aksine, gerçekten korku duyan insanları alıştırmak için çok elverişli olmayabilir. Oradan oraya uçup üzerinize atlayacaktır. Elbette tamamen iyi niyetle, sizi öldürmek istediğinden değil. Belki çok sakin veya yaşlı bir kediyle yan yana oturmak, sonra onu zorlamadan okşamak ilk adımlar olabilir. Veya kendi kendine koşamayacak kadar küçük bir öksüze anne olabilirsiniz. İki saatte bir yedirir, tuvaletini yaptırırken onu yaşatma derdine düşeceğinizden, gözünüzü açtığınızda kendinizi başka bir insan olarak bulabilirsiniz.
Korku, insan hayatını en çok kısıtlayan şey. Manevî hapishanemiz. Hiçbir türlüsüne geçit vermemek gerek, hele ki dünyayı güzelleştiren dost canlılarla ilgili olanlarına asla. Bu yıl, ilk kez 2002’de kutlanan Uluslararası Kedi Günü’müz gezegenin en sevilen hayvanı kediden korkanların özgürlüğüne vesile olsun!
*
(Psikoterapist Ekin Eremsoy Arda’ya ulaşmak isterseniz: golgepsikoloji.com)