Doktorlar gerçekten kendi söküğünü dikemeyen terziler mi?

Doktorlar gerçekten kendi söküğünü dikemeyen terziler mi?

Yaşamla ölüm arasındaki o kritik çizgide daima yaşamdan taraf olan ve bu uğurda canla başla çalışan değerli hekimlerimiz, mesleklerine aşkla bağlı olsalar da, söz konusu kendi sağlıkları ve ailelerinin rahatsızlıkları olunca aynı özeni gösteremeyebiliyor.

Mesleki deformasyonun doktorcası: “Bana bir şey olmaz”

Hastalarının sağlık sorunlarına çare bulmak için çoğu zaman kendi özel hayatlarından fedakarlık yapan hekimler, ne yazık ki kendi sağlıklarına karşı bu kadar titiz değiller. Mesleğin doğal bir getirisi olan uykusuzluk, ağır çalışma koşulları nedeniyle dengesiz beslenme ve hareketsizlik gibi faktörler sağlıklarını tehdit etse de, hekimlerin önemli bir kısmı, hastalık belirtisi gösterdikleri anda “Bana bir şey olmaz” diyerek durumu öteleme eğilimi gösteriyor.

İstatistiklere göre Türkiye’deki hekimlerin yüzde 80’i antidepresan kullanıyor ya da kullanmayı düşünüyor.
İstatistiklere göre Türkiye’deki hekimlerin yüzde 80’i antidepresan kullanıyor ya da kullanmayı düşünüyor.

Aydın Tabip Odası’nın geçtiğimiz yıl 325 doktor arasında yaptığı anketin sonuçları ise bu durumun ciddiyetini ortaya koyuyor: Bu araştırmaya göre aktif olarak görev yapan doktorların yüzde 51’inin sürekli ilaç ve kontrol gerektiren kronik sağlık sorunları var. Ayrıca uykusuzluk, anksiyete ve depresyon gibi psikiyatrik sorunlar yaşayan doktorların oranı ise bir hayli yüksek. Özellikle 40 yaş üzerindeki doktorların önemli bir çoğunluğunun kalp hastalıkları riski taşıdığını da ortaya koyan araştırma, erken teşhisle tedavi edilebilecek hastalıklar nedeniyle yaşamını yitiren hekimler olduğunu da ortaya koymuş durumda!

Peki nasıl oluyor da hekimler bunca tıbbi bilgiye rağmen kendilerini hastalıklardan koruyamıyor? Aile hekimi Dr. Derya Kızıloluk Özcan’a göre bu sorunun iki cevabından biri şöyle:

Aktif olarak çalışan pek çok hekim kalp hastalıkları riski ile yüz yüze.
Aktif olarak çalışan pek çok hekim kalp hastalıkları riski ile yüz yüze.

“Hekimlerin sağlıklarının bozulmasına karşı aksiyon almamasının ardındaki en önemli neden, elbette ağır çalışma koşulları. Özellikle de hasta yoğunluğu yüksek bir kurumda çalışıyorsanız, strese ve yorgunluğa bağlı hastalıklarla yüz yüze gelmeniz kaçınılmaz oluyor. Ancak kendiniz rahatsızlandığınızda, tedavi konusunda size bir türlü sıra gelmiyor! Çünkü daima yetişmeniz gereken hastalar, ameliyatlar ve işinizle ilgili başka sorumluluklarınız var. Örneğin geçtiğimiz ay bir uzman hekim arkadaşımızı, erken teşhisle önlenebilir bir hastalık olan rahim ağzı kanserinden kaybetmiş olmamız, bu üzücü tablonun en acı kanıtı.”

Derya Özcan’a göre sorunun ikinci yanıtı ise tamamen mesleki deformasyon. Durumu, “Tüm hekimlerde zamanla oluşan ve mesleki körlük dediğimiz şey, elbette kişinin kendi vücudundaki belirtileri okumasına engel olabiliyor. Tabii bir de hekim olarak sürekli ağır klinik tablolar gördüğümüz için, kendi vücudumuzda karşılaştığımız erken belirtileri önemsemekte geç kalabiliyoruz” sözleriyle özetleyen Özcan, hekimlerin kendi bedenlerine karşı hastalarına olduğu kadar objektif olamadıklarının altını çiziyor.

Doktor çocuğu olmak…

Doktor çocuklarının, okula gitmemek için ebeveynlerini hastayım diye kandırmaları zor!
Doktor çocuklarının, okula gitmemek için ebeveynlerini hastayım diye kandırmaları zor!

Anne ve babası hekim olan biriyle karşılaşırsanız, muhtemelen size doktor çocuğu olmanın zorluklarından bahsedecektir. Yoğun temposu, ağır çalışma koşulları ve üzerindeki duygusal yüklerden ötürü deyim yerindeyse “iki cephede birden çarpışan” hekim ebeveynlerin, kendi söküğünü dikemeyen terzi olarak anılmaları da tam bu noktada başlıyor.

Ekşi Sözlük’teki “Doktor çocuğu olmak” başlığını okumak, bu konuda epey iç görü sahibi olmanızı sağlıyor. Örneğin “eowyn” adlı yazarın konuyla ilgili şu entrysi, doktor çocuklarını gülümsetirken, bizleri biraz düşündürüyor.

“-baba çok hastayım başım ağrıyor göğsümde yanma var.

-ben de bu gün bir tramva ameliyatına girdim 8 saat sürdü sen bir aspirin alıver.

-baba kırmızılıklar çıktı karnımda kaşınıyor nedir bi baksana.

-otobüs kazası olmuş acil gitmem lazım şimdi sen fazla tatlı yeme alerjidir o.

-baba kardeşim düştü kolu kanıyor dikiş atılması lazım.

-bana da bir hasta geldi şimdi inşaattan düşmüş kolu kopmuş siz kompres yapın akşam gelince bakarız artık.”

Dr. Derya Kızıloluk Özcan kızlarının hastalıklarında güvendiği bir uzmanın ellerine teslim olmanın, kendisini mental olarak daha rahat hissettirdiğini dile getiriyor.
Dr. Derya Kızıloluk Özcan kızlarının hastalıklarında güvendiği bir uzmanın ellerine teslim olmanın, kendisini mental olarak daha rahat hissettirdiğini dile getiriyor.

Acaba doktorlar kendi yakınları veya çocukları söz konusu olduğunda neden ekstra sakin davranır? Aynı zamanda iki ve dört yaşlarında iki kız çocuğu annesi olan Dr. Derya Kızıloluk Özcan’a göre hekimler, çok ağır klinik vakalar gördükleri ve daima en zor tabloyu düşündükleri için çocuklarının şikayetlerini kimi zaman önemsiz bulabiliyor. Yine çocuklarını mesleki körlüğe maruz bırakmamak adına, onların başına gelen sağlık sorunlarında süreci başka bir hekimin takip etmesi gerektiğine inanan Özcan’a göre bir ebeveynin çocuklarına bir hasta olarak objektif yaklaşması oldukça zor.

Yani özetle doktor çocuğu olmak, okula gitmemek için hasta numarası yapıldığında anne-babayı kandıramamanın çok ötesinde zorlukları beraberinde getiriyor ve bir yanıyla da ebeveynlerin yüklendiği sorumluluklara omuz vermeyi gerektiriyor.