Descartes’ın ünlü sözü “Düşünüyorum, öyleyse varım” bize var oluşumuzu zihnimizle algılayabileceğimizi anlatıyor. Peki bu yeterli mi? Bilgilenmek değişim ve dönüşüm için tek başına ne vadediyor? Duygulara bilgi yoluyla ulaşabilir miyiz? Cevaplar röportajımızda!
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır”
Yunus Emre’nin bu dörtlüğü de bizim cevabını aradığımız soruya verilmiş en eski ve bilge cevaplardan biri belki de. Elbette kitaplar iyi ki var! Onlarsız bir hayatı düşünmek bile istemeyiz. Ancak kişisel anlamda değişim, duygusal olgunlaşma ve dönüşüm için sadece okumak yeterli mi? Hayatlarında fark yaratmak, sorunlarını çözmek isteyen insanlar, bilgiye şans veriyor. Kendilerini, hayatlarındaki özel insanları, dünyayı anlamak; iş hayatında başarılı olmak için okumaya, izlemeye, bilgiyle donanmaya çalışıyor. Etkili olabilse de tek başına gerçekten yeterli bir yol mu? Bir kitap hayatı değiştirebilecek güce sahip mi? Bu soruların peşinden giderek gerçek anlamda değişim ve dönüşümün nasıl gerçekleşebileceğini Dünya Danışmanlık ve Psikoloji Merkezi Kurucusu Uzman Klinik Psikolog ve Psikoterapist Fundem Ece ile konuştuk.
Kişisel gelişim ya da psikoloji kitapları, çok satanlar listelerinde ilk sıralarda yer alıyor. Bu kitapları okuyan herkesin içsel sorunlarını çözebilmiş olması gerekirdi. Neden sadece okuyarak değişemiyoruz?
Kitapçıları şöyle bir gezdiyseniz mutlaka o çok popüler kişisel gelişim bölümüyle karşılaşmışsınızdır. Kişisel gelişim kitapları, kurgu dışı kitaplar arasında en sevilen türlerin başında geliyor. Kişisel gelişim kitaplarının yazarları genellikle hayatta zorluklarla karşılaştıktan sonra başarıya ulaşmış kişiler oluyor ve kendi kişisel deneyimlerini kitap yoluyla okurlarına sunuyorlar. Psikolojik sorunları ve çözümlerini ele alan kişisel gelişim kitaplarında ise ruhsal durumun çözümlenmesine yönelik sorular ya da testler yer alıyor. Bu da insanlara kolaylık gibi geliyor çünkü kendini daha iyi tanımakla ilgili, kendini geliştirmekle ilgili, psikolojik sorunlarıyla ilgili kitap okumak varken, insan neden psikoterapiye gitsin?
“Profesyonel destek almaktan daha ekonomik”
Evet, bir kitapla hallolacaksa…
E fena fikir değil hani; bir kitapla kendini iyileştirmek varken neden psikoterapiye zaman ve para harcansın? Kendi kendinin terapisti olabilecekken neden güvenilir birini bulmak için türlü taklalar atılsın? Ama ne yazık ki bu soruların cevabı o kadar da basit değil ve bu konular bir kitap okumayla halledilebilecek konular da değil. Peki buna rağmen neden kişisel gelişim kitapları bu kadar popüler? Çünkü öncelikle başka ülkelerden ithal edilmemişlerse kişisel gelişim kitapları uygun fiyata satılıyor. Profesyonel destek almaktan çok daha ucuza mal oluyorlar. Bir de tabii işin gizlilik kısmı var. “Anonimlik” de diyebiliriz bu kısma. Bu tür kitapları alanlar, kimseye bir sıkıntıları olduğunu açıklamak zorunda olmadıklarından kimliklerini gizlemeleri daha kolay. Örneğin kimse o kişinin özgüven problemi yaşadığını bilmez. Ya da sosyal kaygı hakkında bir kitap okumak için kimseden randevu almak gerekmez. Ama gelişim ya da iyileşme bu kadar kolay bir şey değildir. Çünkü her şeyden önce kişiye özeldir, biriciktir. Nasıl ki her bedene aynı kıyafeti giydiremezsek, herkesin de aynı kitabı okutarak gelişmesini ya da iyileşmesini bekleyemeyiz. Terapi, danışanın ihtiyaçlarına göre şekillenir ama kişisel gelişim kitaplarında böyle bir durum söz konusu değildir. O yüzden kişi eğer bu kitaplara başvuracaksa bile bu noktaların bilincinde olmalıdır.
Okuduklarımız, bildiklerimiz hayatımızın akışına ne kadar etki ediyor?
Francis Bacon’un bir sözü vardı, o geldi aklıma bu soruyu duyunca. “Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir” der. Yani bu noktada bilinçli okumaya mutlaka değinmek gerek, diye düşünüyorum. Son zamanlarda hem öğrencilerimden hem sosyal çevremden sürekli “Hocam, okuduklarım aklımda kalmıyor, bunun için ne yapabilirim?” ya da “Ben o kitabı okudum ama ne anlatıyordu onu bile hatırlamıyorum’’ şeklinde duyumlar alıyorum. Bu da “bilinçli farkındalık” dediğimiz bir terimle alakalı. Bilinçli farkındalığın iki boyutu var. İlki “Algılamak”, ikincisi ise “Algılananı kabul etmek’. Algılama boyutu dikkat vermeyi gerektirir. Deneyimlediğimiz durumlara tam dikkat veremediğimizde, olanı görmemiz zorlaşır. Bu noktada okuduklarımızın hayatımıza ne kadar etki ettiği ne kadar bilinçli okuduğumuzla doğrudan ilişkili. Bildiklerimiz kısmına gelince ise evet, hayatımızın akışını ciddi anlamda etkiliyor.
Bildiğimiz her şey bizi etkileyip şekillendiriyor mu bir anlamda?
Bizler bildiklerimizden ibaretiz aslında. Mesela çocukluğumuzdan itibaren öğrendiğimiz her şey bizle yaşamaya devam ediyor. Psikolojide “Şema” diyoruz biz buna. Şemalar; kişilerin kendilerini, diğer insanları ve etraflarındaki dünyayı algılama ve anlamlandırma biçimi olarak tanımlanabilir. Bireyin karşılaştığı bir sorunla ilgili neler düşündüğü, kendini nasıl hissettiği ve içinde bulunduğu durumu değerlendirme biçimi sahip olduğu şemalarına göre değişiklik gösterir. Şemalar, öğrenme ve deneyime bağlı sonradan oluşan yapılanmalardır. Bu yüzden öğrendiklerimiz, bildiklerimiz, fikirlerimiz, deneyimlerimiz evet bizleri çok etkiliyor. Okuduklarımızın bilgi, fikir aşamasına gelmesi ve etkilerini hissedebilmemiz üzerine ise kendimizi biraz daha geliştirebiliriz.
Asıl sorumuz galiba şu olmalı: “Bilginin içselleşmesi, duygusal yapının değişimi için ne kadar yeterli?”
“Bilginin içselleşmesi” ne demek; kısaca ondan bahsedeyim. Bilginin kullanılabilir hale gelebilmesi için bazı aşamalardan geçmesi gerekir. İçselleştirme bu aşamaların sonuncusudur. Yani aslında gelen bir bilginin tam olarak hazmedilmesi gibi de ifade edebilirim. Duygusal yapı ise zihinsel gelişime paralel olarak biçimlenir ve zaman içinde çevresel etkilerin duygusal gelişimi uyarması ile duygusal dengeyi gerçekleştirecek biçimde de olgunlaşır. Peki bu ikisi nerede bağlanıyor birbirine? Tam olarak “zihinsel gelişme” kısmında bağlanıyor. Çünkü her yeni bir şey öğrendiğimizde beynimizde yeni bağlantılar kuruluyor. Bu yeni bağlantılar en çok bebeklik ve gençlik döneminde gerçekleşiyor ama yaşam boyu hiç bitmiyor. Kurulan her bağlantı ile beynin yapısı sürekli değişiyor. Buradaki değişimden kastım zihinsel gelişme elbette. Zihinsel olarak geliştikçe de duygusal yapımız gelişiyor ve olgunlaşıyor. Bu bağlamda ikisinin oldukça paralel ilerlediğini söyleyebilirim.
Bilgi zaman zaman içsel değişimin önünde bir engel olabilir mi?
İçsel değişim zihnin, bakış açısının ve düşünce tarzının değişimidir. Terapilerden de epey hakim olduğum üzere değişmek başlı başına zordur hele içsel değişim çok daha uzun bir süreçtir. Alışkanlıktan kopamama, yenilikten korkma, belirsizlik ihtimali gibi birçok engele takılır. Bir de üzerine bildiklerimiz eklenince “Evet, bilgi, içsel değişimin önünde bir engel olabilir” diyebilirim. İkinci soruda bahsettiğim şemalar burada değişimin önündeki en önemli engellerden biridir. İçsel bir değişim olması için öncelikle, eğer varsa, o konu hakkındaki şemaların değişmesi gerekir. Ama bu o kadar kolay olmuyor çünkü şemayla çatışan bir değişim söz konusuyla şema tetikleniyor ve kişi daha en başından değişime karşı çıkıyor. Örneğin terk edilme şeması olan bir kişi, bu şemaya teslim olarak terk edileceğini daha başından bildiği ilişkiler kurar. Siz bunun ne kadar değiştirilmesi gereken bir özellik olduğunu anlatsanız da zihninizdeki şema buna izin vermez. Terapide yapmaya çalıştığımız şeylerden biri de buralar üzerinde durmak oluyor zaten.
Entelektüalizasyon savunma mekanizması nedir? Siz terapi sırasında bu savunma ile sık sık karşılaşıyor musunuz?
Entelektüalizasyon, Türkçeye “düşünselleştirme” olarak çevrildi. Bu savunma mekanizmasını kullanan kişiler genellikle okumuş, bilgi birikimi yüksek kişiler oluyor. Kişi, sorunlarına bir uzman edasıyla yaklaşıyor, hastalığına adlar buluyor, nedenlerini bilimsel yollarla açıklamaya çalışıyor. Kendi sorunlarını dünya sorunları, ülkenin sosyoekonomik sorunları, kültürel problemleri ile bağdaştırıyor. Kendi özeline inmek yerine genel tartışmalara girmeyi tercih ediyor. Burada amaç egoyu rahatsız eden asıl bunalım kaynağını kapatmaya çalışmaktır. Genellikle de temelinde iğdişlik korkusu ya da Oedipus Kompleksi gibi sorunlar vardır. Anlatımlarının kendi sorunları ile olan bağlantısını bir türlü kuramaz ve kabullenmezler. Evet, özellikle ergen ve yetişkin danışanlarımda sık karşılaştığım bir durum. Danışanların sürecinde ilerlemeyi engelleyici ve zorlu bir savunma mekanizması aynı zamanda. Burada danışanlarımdan bilgiyi değil duygularını ifade etmelerini istiyorum. Zamanla bu bilgilerin, egolarına sıkıntı veren sorunları ve çatışmalarını örtmek için kullandıklarını fark ettiklerinde de tedavide ilerlemeye başlıyoruz.
“Duygular iç dünyamızdan gelen mesajlardır”
Duygu ve düşünce arasındaki farkı biliyor muyuz? Hislerimizi ifade etmek için aradaki farkı bilmek önemli gibi geliyor bana.
Evet günlük hayatta bu ikisi karıştırılan kavramlar. Duygular iç dünyamızdan gelen mesajlardır. Kendini tanımak isteyen bir kişi için yaşadığı duygular en önemli rehberdir. Kendini tanımak isteyen kişi yaşadığı duyguyu ve anlamını izlemelidir. Sonrasında da bu duyguyu yaşamasına etken olan kişilik özelliklerinin neler olduğunu tanımlayabilirse iç dünyasında neler olup bittiğini anlayabilir. Duyguların kaynağı genetik kodlarımızla başlar, yaşadığımız ve anlamlandırdığımız şeyleri hisse dönüştürmemiz ile devam eder. Duyguyu hissedersiniz, hissetmemeyi seçemezsiniz. Duyguları bastırmak, onları görmezden gelmek iç dünyamıza açılan kapının kapatılması gibidir. Biz ancak duygularımız aracılığı ile kendimizi tanıyabiliriz. Düşünceler ise hissettiğimiz duyguların zihnimize yansımasıdır. Duyguların aksine düşünceler dış evrenden gelir ve zihnimize yansır. Sonra da o düşünceye bir duygu yüklersek, içimize aktarılmış olur. Başkalarının düşünceleri, öğretiler ve yaşanan olaylar bizde yarattığı duyguya göre içimizde saklanır. Aynı olay ve düşünce herkeste aynı duyguya dönüşmeyebilir. Örneğin bir kedi görmek bazı kişilerde sevecenlik hissi yaratırken bazı kişilerde korku yaratabilir. Yaşanan olay karşısındaki duygularımızı geçmiş tecrübelerimize dayanarak biz seçeriz. Düşüncenin doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilirken duyguların doğrusu ve yanlışı diye bir kavram yoktur.
Duygusal kodlamaları bilginin desteğiyle nasıl değiştirebiliriz?
Bu soruya cevap verebilmek için duygusal kodlamaları açıklayım. Robert Plutchik’in Duygu Çarkı vardı bu konuyla ilgili. Orada temel ve bunların zıtları olan duyguların kombinasyonları var. Biz doğumdan itibaren belirli olaylar için belirli duygusal kodlar yapıyoruz ve bu kodlamalar nesiller boyunca süren duygusal yaşantılarla oluşuyor. Tabii gelecekteki tüm deneyimlerimizi de etkiliyor. Yapılan kodlama ve kayıtlar da yaşamımızda merkezi bir role sahip. Haliyle eğer kodlamalarda bir hata olursa hayatımızın tamamını etkileyecek bir durum ortaya çıkıyor. Bu hatalı kodları değiştirmek de doğru bilginin desteği ile mümkün. Burada doğru bilgiden kastım elbette psikoterapilerdir. Çünkü bu kodlamalar birden ortaya çıkmadıkları gibi birden kaybolmaları da mümkün olmuyor. Profesyonel bir destek almadan neredeyse kodlamalarla baş etmek imkansız hale geliyor. Dolayısıyla son olarak bir kez daha psikoterapinin önemini vurgulamak ve kişinin kendisine yapacağı en kıymetli yatırımın terapi olacağını da hatırlatmak istiyorum.
Daha fazla bilgi için dunyadanismanlikmerkezi.com adresinden yararlanılabilir.