Soğuk hava, 5642 metrelik irtifa, buzul duvarları ve muhteşem Kafkasya doğası... Avrupa Kıtası’nın en yüksek dağı olan, Rusya sınırları içerisindeki 5642 metrelik Elbrus Dağı, her yıl yüzlerce dağcıya ev sahipliği yapıyor.
Avrupa Kıtası’nın en yüksek dağına tırmanmaya giden ekibimiz oldukça küçük. İki kişilik ekibimizde bana dağcı arkadaşım Utku Ayrılmaz eşlik ediyor. Rusya Havayolları’na ait Tupolev tipi uçağımızın her yerinden güvensizlik fışkırıyor. 15’e yakın yolcunun dışında uçağın yarısı ticari mal dolu ve uçağımız diğer Tupolev’ler gibi resmen kanat çırpıyor. İki saatlik bir yolculuğun sonunda Rusya Federasyonu’na bağlı Kabartay-Balkar Cumhuriyeti’nin başkenti Nalçık’a oldukça geç bir saatte iniyoruz.
Büyük Kafkas Dağları’nın kuzey yamacında bulunan Kabartay-Balkar Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir cumhuriyet. 1921 yılında özerk bölge olarak ilan edilmiş ve 1936’da özerk cumhuriyet olmuş. 1991’de kendi içinde Kabartay ve Balkar olmak üzere iki özerk yönetim birimine ayrılmış. Halkın yüzde 46’sı Kabartay, yüzde 9’u Balkar, yüzde 35’i Rus.
Daha önce Nalçık’a gelen arkadaşlarımızın anlattığı “en zor geçilen gümrük” hikayelerinin abartılı olduğunu görüyoruz. İşlemlerimiz büyük bir hızla halloluyor ve çantalarımızı alıp hiç vakit kaybetmeden bizi Elbrus Dağı’nın eteğindeki Ceget Kasabası’na götürecek taksiye biniyoruz. Hava ağarmadan kasabadayız.
Tırmanış mevsiminin bitmesi ve kayak faaliyetlerinin yapıldığı kış aylarına daha zaman olması nedeniyle Baksan Vadisi’nde tam bir ölü mevsim yaşanıyor. Oteller ve pansiyonlar ya boş ya da tadilatta. Sabah ilk olarak şirin bir motele yerleşiyor ve motelin hemen karşısındaki bir sokak lokantasında tereyağlı-peynirli gözlemelerle kahvaltımızı yapıyoruz.
Tam bir cennet vadi
Bölge ekili arazi çok az. Terskol Kasabası civarında yetişen yegane ürün patates. Ceget, Elbrus ve Terskol köylüleri geçimlerini genellikle büyükbaş hayvancılıkla sağlıyor. Vadinin en gözde yemeği dana etinden yapılan şaşlık. Şişlere takılarak yapılan, mangalda pişirilen ve özel bir sosla ikram edilen şaşlık yerli ve yabancı turistlerin en favori yemeği.
Tırmanış hazırlıkları
Erken bir saatte kalkıp Lena’nın nefis gözlemeleriyle kahvaltımızı yaptıktan sonra eşyalarımızı yükleniyor ve kiraladığımız taksi ile Azau’ya ulaşıyoruz. İstasyona giriş katı tam bir piknik alanı. Ancak biz Azau’da fazla vakit kaybetmeden önce teleferikle 3 bin metredeki Mir İstasyonu’na doğru yola çıkıyoruz. Teleferik mevsim sebebi ile bomboş. Ancak yükseldikçe Baksan Vadisi’nin muhteşem manzarası gözlerimizin önüne seriliyor. Mir İstasyonu’na ulaştıktan sonra başka bir telesiyeje binerek 3 bin 700 metre kampına ulaşıyoruz.
3 bin 700 kampında silindir barınaklar var ve dağcılar genellikle ilk gün yüksekliği alışmak için burada kalıyor. Ancak biz 4200 metredeki Pruit 11 kampına doğru tırmanışa başlıyoruz. Bu sırada Elbrus’daki ilk dağcı dostumuzla tanışıyoruz. Rus dağ rehberi Valery... Çok da yararlı bir dost. Çünkü Pruit 11 kampının 100 metre yukarısında bulunan bir barınağın da sahibi. Böylece çadır taşımamıza da gerek kalmıyor. Geceyi barınakta oldukça iyi şartlarda geçirmek bize iyi gelecek.
Valery’nin barınağı
Fazla zorlanmadan 4300 metredeki Valery’nin barınağına ulaşıyoruz. Barınak son derece korunaklı, kayalık bir bölgenin arasına inşa edilmiş. İçeride yemek için kullanılan iki adet düz tahta masa ve ranzalı yatakların bulunduğu üç oda var. Dışarıda ise kayalık bölgenin sonunda belki de dünyanın en güzel manzaralı tuvaleti var. Ancak tuvaletinizi yaparken dikkatli olmazsanız kendinizi metrelerce aşağıda bir buzul çatlağı içinde bulabilirsiniz.
Dışarıdaki hava tahminlerimizin dışında çok güzel ve bu durum bizi bayağı düşündürüyor. Çünkü asıl planımız yarın buradan 4 bin 700 metreye yükselip geri inmek ve bir sonraki gün zirveyi denemek. Ancak ertesi günde de havanın bugünkü kadar güzel olması çok büyük bir olasılık. Biz bu fırsatı kaçırmak istemiyoruz. Eylül sonlarında kaç kez havanın böyle güzel olması beklenebilir? Bu yüzden hava kararmadan bugün 4 bin 700 metredeki Pastukov Kayalıkları’na kadar çıkıp geri ineceğiz. Düşüncemiz yarın erkenden kalkıp iyi havada zirveyi denemek.
Vakit kaybetmeden hazırlanıyor ve batonlarımızı ve biraz çikolata alarak 4 bin 700 metredeki Pastukov Kayalıkları’na doğru tırmanışa başlıyoruz. 4 bin 700 metrede 20 dakika kadar vakit geçirdikten sonra hızla aşağıya iniyoruz. Valery’nin barınağında iyi bir yemeğin ardından uyku moduna geçiyor ancak bu kadar fazla irtifayı çok kısa sürede almamızdan ötürü uyumakta güçlük çekiyoruz.
Zirve tırmanışı
Sabah erkenden kalkıp çok iyi bir kahvaltı yapamadan, barınaktan çıkıyor ve Avrupa’nın en yüksek zirvesine ulaşmak için yola çıkıyoruz. Önümüzde Pruit 11 Kampı’ndan yola çıkan 10 kişilik bir Belçikalı ekip var. İlk metrelerdeki hızımız bizi bile şaşırtıyor. Kendimizi oldukça iyi hissediyor ve iyi bir tempoyla yükseliyoruz.
Hava aydınlandığında Pastukov Kayalıkları’ndan 50 metre kadar ilerisindeyiz. Zirveye 800 metremiz kalıyor ancak başlardaki hızımız düşmeye başlıyor. Devamlı fotoğraf ve video çekimi yaptığım için arkadaşım Utku’nun ve iki Belçikalı dağcının gerisinde kalıyorum. Belçikalı diğer sekiz kişi arkamdan tırmanıyor.
Elbrus tırmanışının bu kadar uzun ve bıktırıcı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Yorgunum, uykusuzum ve mataramdaki su bitmek üzere ama bunlar alışkın olduğum durumlar. Kendimi iyi hissediyorum.
Avrupa’nın en yüksek dağının 5 bin 500 metresinde yalnız tırmanmaya devam ediyorum. Mataramdaki son damlaları tüketiyorum ama daha zirveye bile çıkamadım. Bir de bunun geri dönüşü var. Dönüşü düşünmeye başlıyorum. Bir dağcı için en kötü his bu. Geri dönme düşüncesinin akla gelmesi. O anda hissedilen çaresizlik, başarısızlık, yenilmişlik duygusu...
Bir süre olduğum yere çöküyorum. Hiç istemesem de hemen inişe başlamalıyım. Tam bu sırada yukarıdan arkadaşım Utku geliyor. En az benim kadar yorgun ve bitkin ve onun da suyu bitmiş. Yanıma oturuyor ve zorlukla zirveye ulaştığını söylüyor. Ben de dönmek istediğimi söylüyorum. Cevabı çok net. “Zirveye çok az kaldı. Buradan dönersen dağcılığı bırakırsın…”
Ve zirve
Biraz daha zorlamaya karar veriyorum ama daha az yükle. Çantamı ve video kameramı bırakıp sadece fotoğraf makinemi yanıma alıyor ve yükselmeye başlıyorum. Sırt hattının sonu geliyor ve sonunda zirveyi ve dalgalanan sarı bayrağı görüyorum. Artık istesem de dönemem. Yaşadığım kıtanın en yüksek noktasıyla aramda 60 metre var. Buz parkurda ağır adımlarla yükselip zirveye varıyorum. 5 bin 642 metreye… Zirvede sadece beş dakika kalıp, benimle zirveye ulaşan Belçikalı dağcıya birkaç fotoğrafımı çektiriyor ve hemen inişe başlıyorum. Aşağıya hızlı ve güvenli şekilde inmeliyim.
Çok eziyetli ve bir hayli yorucu bir inişin ardından Valery’nin barınağına varmayı başarıyorum. 36 saattir uykusuz, 40 saate tam 3900 metre irtifa almış ve tam anlamıyla tükenmiş biri olarak kendimi dağ evine atıyor ve su dolu bir şişe bulup soluk almadan bitiriyorum. Ardından dağ evindeki ranzalardan birine doğru gidiyorum ve sonrasını hatırlamıyorum. Sanırım bu bir uyku değil, düpedüz bayılma….