Her geçen gün önemi daha da artan çevre sorunları birçok ülkeyi harekete geçirmeye başladı. Çevre ve doğa için çalışmalar ve projeler geliştirilirken pek çok sorun hala giderilemedi. Türkiye’nin de bu konuda geliştirmesi ve odaklanması gereken önemli noktalar var. Bu alanda araştırmalar ve çalışmalar yapan Güven İslamoğlu ile Türkiye’nin çevre sorunlarını konuştuk.
1963 Ankara doğumlu Güven İslamoğlu, meslek hayatına 1990 yılında başladı. Çeşitli televizyon kanallarında muhabirlik, yardımcı yönetmenlik ve yönetmenlik yaptıktan sonra sağlık ve çevre konularında önemli haberlere imza attı. Doğa ve çevreye olan duyarlılığı onu bu konudaki bilirkişi haline getirdi. Çektiği belgeseller ve sunduğu programlarla çevre konusunda farkındalığı artırmak için mücadele etti. Yıllardır bu alanda hizmet veren Güven İslamoğlu’yla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Çevre sorunlarına karşı sorumluluk duygunuzun gelişmesinde etkili olan unsur nedir?
Yaratanın gücü sanırım. Dünyadaki her şeyin belli bir düzeni ve ahengi var. Doğaya baktığınızda bunu görebiliyorsunuz. Henüz mavi bir gezegen keşfedilmedi. Dünyanın güneş yörüngesindeki yeri bile yaşam için en uygun yer. Öyle bir yerdeyiz ki önümüzdeki gezegenler bir kalkan görevi görüp göktaşlarını engelliyor ve dünyayı koruyor. Biz bunun kıymetini bilmiyoruz. Bu güzelliği geri dönülmez bir şekilde yok ediyoruz. Bu gidişle geleceğe bir şey bırakmayacağız. Dedem yaşadı, ben yaşadım, benim çocuklarım ve torunlarım da yaşadığım güzellikleri yaşasın isterim. Bunun için çaba sarf ediyorum. Dağlarda bu güzellikler için Allah’a şükrederken, biri gelip çöpleri bu güzelliğin içine boşaltıyor. Bu insanları eğitmemiz şart. Kötü insan olduklarını düşünmüyorum ama ne yaptıklarının farkında değiller. Bu farkındalık için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Çevre bilinci aileden başlar. Önce aileler eğitilmeli. Bu konuda geride iseniz sorun büyük. O zaman çocuklar, aileleri eğitmek durumunda kalacak. Bu da çocuklara çok fazla sorumluluk yüklemek demek. İkisi bir arada gitmeli. Çocukları doğaya çıkarmak lazım. O zaman güzellikleri hissedebilirler. Doğayı hissetme ve koruma dersleri verilmeli. Neden korunması gerektiği anlatılmalı. Yoksa çocuklar ormanı sadece ip atlayıp mangal yakılan yer olarak görürler. Ama bakmasını bilirlerse dünyanın kendi içindeki o ahengini hissedebilirler.
Çevre sorunlarına karşı ülkece ne durumdayız?
İş çöpün dışına çıktı. Küresel bir yok oluş söz konusu. Farkında değiliz. Programlarla bu farkındalığı yaratmaya çalışıyoruz. Aşırı tüketmeye devam edersek dünyanın bir geleceği olmayacak. Ham madde kaynakları artık dünya nüfusuna yetmiyor. Temiz su büyük sorun. Küresel ısınma ve iklim değişikliği yaşamı tehdit ediyor. Aşırı ısınma felaketlerin kapısını açacak. Bundan en fazla etkilenecek ülkelerden biriyiz. Ama maalesef buna karşın dünyada en fazla tüketen ülkeler arasındayız. Dünya çevre liginde de son sıradayız. Ormanlarımız, tarım alanlarımız, su kaynaklarımız yavaş yavaş ya yok oluyor ya da kirleniyor. Sağlığımız bozuldu. Sağlıklı kalabilmek için her yıl milyarlarca lira harcıyoruz. Sağlık giderlerimiz böyle giderse önümüzdeki 20 yıl içinde yüzde 1200 artacak. Enerji ihtiyacımızın ise yüzde 200 artması bekleniyor. Büyük bir yük. Dünya Sağlık Örgütü sağlıklı bir şehirde kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarının minimum 10 metrekare olmalı demiş. İstanbul da bu oran 1.5 metrekareye düştü. Giderek de düşüyor. Yakında çocuklar toprağın rengini unutacak. Ormanı site bahçesindeki ya da parktaki dört beş ağaç topluluğu sanacaklar. Devlet politikaları doğadan yana olmadıkça bunu çözmek zor.
Tüm Türkiye’yi karış karış gezen biri olarak Türkiye’nin en önemli çevre sorunu sizce ne?
Türkiye'de en önemli çevre sorunu bana göre “duyarsızlık” ve buna bağlı olarak "eğitimsizlik”. Elimizden akıp giden doğal zenginlikleri herkes oturduğu yerden seyrediyor. İnsanlar tepkisiz. Avrupa’dan fazla doğal zenginliklere sahibiz ama kimse farkında değil. Avrupa sanayileşme ile doğal ormanlarının büyük bir kısmını yitirdi. Büyük hatalar yaptılar. Şimdi de ellerinde kalan doğal güzellikleri var güçleri ile korumaya çalışıyorlar. Ülkemizde 4 bin 500 yaşında porsuk ağacı var. 3 bin 500 yaşında zeytin ağacı var. Balta girmemiş ormanlar var. Norveç’in en yaşlı ormanı 100 yaşında. 100 yıl önce ormanlarını yok etmişler. Ormanları geri kazanmak için yıllardır çalışıyorlar. 100 yaşındaki ormanlar hala doğal orman olarak kabul görmüyor. Çünkü orman ekosisteminin oluşması yıllar sürüyor.
Biz doğal ormanlarımızı yok ediyoruz, ağaç dikerek orman yarattığımız yanılgısını yaşıyoruz. Yıllar önce Avrupa ülkelerinin yaptığı hatayı yaparak büyümeye çalışıyoruz. Ama gelişmiş ülkeler geçmişte yaptıkları hataları görüp onları düzeltmeye, hatalarını telafi etmeye çalışıyorlar. Onlar alternatif yolları o dönemde görememişler, teknolojik donanımları yokmuş hesaplayamamışlar. Büyük bedeller ödeyip kabuk değiştirmişler. Biz o temiz yollar varken nedense çamura girmeyi tercih ettik. Yüzümüze gözümüze bulaştı. Bir ayağımız balçığa saplandı çıkamıyoruz. En kısa yoldan o çamurlu yolu terk edip alternatif yollara doğru yönelmemiz gerekiyor. Çevre ile uyumlu bir kalkınma programımız yok. Küresel iklim değişikliği bizi susuz bırakabilir. Bazı bölgelerimiz çölleşecek. Tarım ve hayvancılık da sorunlar yaşanacak. Enerji üretimi yavaşlayacak. Buna hazırlıklı olmamız; güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerjiye yönelmemiz gerekirken hala kömürlü enerji santrallerine yatırım yapamaya devam ediyoruz. Bu da çeşitli çevre ve insan sağlığına yönelik olumsuz etkileri beraberinde getiriyor.
Günün birinde Çevre Bakanı olsanız, el atacağınız meseleler neler olurdu?
Doğal sit alanlarının sayısını artırırım. İnsanın bile girmeyeceği mutlak koruma alanları oluştururum. Kıyı şeridi koruma bandını genişletirim. İşgal edilen yaylaları, kıyıları geri alırım. Hava ve su kirliliği konusunda katı ve caydırıcı tedbirler getiririm. ÇED uygulamalarını şeffaflaştırırım. Şehirlerde, özellikle kentsel dönüşüm alanlarında halkın rahat nefes almasını sağlayacak geniş boşluklar, yeşil alanlar yaratırım. İnsan sağlığına zararlı olduğu için tüm alanlarda mangal yakılmasını yasaklarım. Her türlü paketlenmiş ürüne depozito mecburiyeti getiririm. Tek kullanımlık plastikleri yasaklarım. Trafiğe çıkan araçların muayenelerini sıkı takibe alırım. Elektrikli araçlara vergi muafiyeti, yeni binalara sıfır atık mecburiyeti getiririm. Yeşil bina uygulamalarını genişletirim. Eğitim sistemine doğa, tarih ve çevre konusunun dahil edilmesi için çalışırım.
“ÇÖZÜM ODAKLI OLMAK LAZIM”
Son zamanlarda Türkiye’de sizi en çok etkileyen çevre sorunu hangisi oldu?
Son zamanlarda beni en çok doğaseverlerin yarattığı kirlilik çok etkiledi. Arkadan hançerlenmiş gibi hissettim. Binlerce takipçisi olan çok ünlü bir grup, her yıl doğada bir festival düzenliyor. Doğa içinde yapılan festivaller sonrası ortaya çıkan çöpler inanılmaz. 2 bin kişilik kamp alanına 8 bin kişi katılmış. Oraya yiyeceğini, içeceğini torbalarla taşıyan gençler, dönerken kalan üç beş çöpü götürmeye üşenip belediye alsın diye doğaya bırakmışlar. Acınası bir durum.
Herkes doğadan faydalanıyor ama doğanın bir sorunu olduğunda bir avuç insan dışında kimsenin sesi çıkmıyor. Örneğin sosyal medya fenomenleri… Hep güzellikleri paylaşırlar ama bu güzelliklerin bir sorunu olduğunda pas geçerler. Çünkü bu fenomenler bu işten çok para kazanıyorlar. Kötü olanı göstermek istemiyorlar. Bir iki kez kendilerinden rica ettim. 1 milyon takipçisi olan kişi sadece ricama “like” koydu.
Salda Gölü dünyada Mars’ın yüzeyine benzeyen 3 milyar yıla şahitlik eden özel bir yer. Mutlak koruma alanı. Ancak insanlar araçlarını kumsal üzerine park edip kamp yapıyor, mangal yakıyor. O sahilin belli bir bölümüne belki ayak bile değmemesi gerekir. Bu konuda programlar yaptık. Ama benim de takip ettiğim ve çok sevdiğim oldukça yüksek takipçisi olan karı koca instagram fenomeni, Salda Gölü’nü fon yaparak bir araç görüntüsü paylaştılar. Ben de eleştirdim. Herkes gidip aynı fotoğrafı çekmeye kalkarsa Salda mahvolur diye. Nitekim öyle oldu. Onlar kumsal üzerinde çekmedi ama takip edenler öyle algılamadı. İnanılmaz görüntüler geldi. Ünlü bir araç firması da o güzelim beyaz kumsallar üzerinde reklam filmi çekti. Ardında 30 bin kişilik Salda Festival ortaya çıktı. O zaman bende de film koptu. Bütün gücümle bunu engellemek için çaba sarf ettim. Meğer izin bile almamışlar. Ortada bir yönetim boşluğu vardı onu değerlendirmişler.
Festivali engellemeyi başardık. Ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı devreye girdi. Salda Özel Çevre Koruma alanı ilan edildi. Koruma bandı genişletildi. Yılda 500 bin ziyaretçi geliyormuş. Gelen ziyaretçiler için otopark, dinlenme alanı gibi yerler planlandı. Bu proje sayın Çevre Bakanı tarafından Millet Parkı olacak duyurulunca bir tepki seli oldu. Bence korkulacak bir şey yok. Eskisinden iyi olacak. Sadece dinlenme alanları kıyı şeridinden çok içerde olmalı. Eğer sorun olursa sorunu çözmek için elimizden geleni yaparız. Sadece bu iş eleştirmekle olmuyor. Çözüm odaklı çalışmak lazım.
İnsanların beyni ve kalbi yeşil olmalı yoksa bu iş olmaz dersiniz. İş dünyası hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Evet benim için önemli olan kalbi yeşil, beyni yeşil insanlar. İş dünyasının beyni yeşil, kalbi maalesef gri. Yeşil olanlar var yok değil ama az. Belki farkında değiller. Biz de bu farkındalığı yaratmaya çalışıyoruz. Farkında olmadığınız bir olguyu değiştiremeyiz. Değişimin kökeni farkındalıktır. İş dünyası için verimlilik cebinden çıkacak para ile doğru orantılı. Ne kadar tasarruf ettim, ne kadar kazandım. Enerji pahalı, hammadde az ve pahalı. Gerçekten doğayı düşünen şirketler yok mu, var. Ama bir elin parmağını geçmez. Her şey göstermelik. Şampiyonlar ligine sponsor olmak için yarışırlar, dünyanın parasını yatırırlar. Bir çift geri dönüştürülmüş malzemeden ayakkabı yapıp kendilerini çevreci ilan eder.
Çevreyle ilgili eğitim konusunda örnek alınmasını tavsiye edebileceğiniz bir ülke ya da model var mı?
İzlanda – Kosta Rika – Norveç’i örnek verebilirim. Norveç mesela, çok güzel bir doğası var. 1980’lere kadar yoksul bir ülke, petrol bulunması ile zenginleşiyor. O kadar ki malzeme yokluğu nedeniyle ülkede bekar olanlara ev yapma izni bile verilmiyormuş. Petrol zenginliğini harcamayıp gelecek kuşaklar için biriktiren bir ülke. Çünkü petrolün bir gün biteceğini biliyorlar. Bugün dünyanın en büyük varlık fonu Norveç’te. Kişi başına 174 milyon dolar düşüyor. Norveç’te yaşlı genç herkes çalışıyor. Çok sade, gösterişsiz bir hayatları var. Karbon ayak izleri çok düşük. Hâlâ daha da ne kadar aşağı çekebiliriz diye hesap yapıyorlar. Petrol zengini bir ülke ama enerjinin yüzde 92’sini HES’lerden elde ediyorlar. Elektrikli araç sayısı en fazla olan ülke, yüzde 51.4 elektrikli araç var. 2020’de kilometre başına karbondioksit salınımını 85 gramın altında tutmak istiyorlardı. Hedefe 2019’da ulaştılar. Sürdürülebilirlik, çevrenin korunması Norveç’te bir yaşam tarzı.
Petrol zengini bir ülke ama geleceği balıkçılıkta görüyorlar. 2050 yılında artan dünya nüfusunun su ürünleri ile nasıl besleyebileceklerinin planlarını yapıyorlar. O nedenle denizlerini temiz tutmaya, ekosistemi korumaya özen gösteriyorlar. Vatandaşlar sorumluluklarını biliyor. Doğayı gözleri gibi koruyorlar. Sokaklardaki karı bile filtre sisteminden geçirerek temiz bir şekilde denize veriyorlar. Karı eritmek için tuz yerine yeniden kullanabilen mıcır kullanıyorlar. Çünkü tuz denizleri ve doğayı kirletiyor. Pet şişeye depozito getirmişler. Merkezi bir sistem tarafından takip ediliyor. Her firma bu sisteme girip şişelerini tanımlıyor. Sistem tanımsız şişeleri toplamıyor. Bu sisteme girmezseniz fena çünkü devlet her şişeye çevre vergisi uyguluyor. Bu vergiyi geri almanız için ürettiğinizin yüzde 90’ını geri toplamak zorundasınız. Yüzde 90’ı toplayan vergiden muaf oluyor. Şişelere büyüklüğüne göre depozito uygulanıyor. Ben yıllardır derim “Para eden yerde kalmaz” diye. Norveç’te sokakta bir tane pet şişe bulamazsınız.
“SAĞLIK, HUZUR, BARIŞ, SAFLIK, GÜZELLİK, GERÇEKLİK DOĞADA”
Yeşil Doğa adlı CNNTÜRK’te yayınlanan programınızda, çevre ve doğa konusunda farkındalığın artırılması konusunda gösterdiğiniz çabanızı takdir etmemek mümkün değil. Programa ilgi nasıl, siz bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önceleri belli bir kitlenin bizi takip ettiğini düşünüyordum. Özellikle 40 ya da 45 yaş üstü insanlar. Ama zamanla bu değişmeye başladı artık çocuklar bile izler hale geldi. Çocukların izlemesi sevindirici bir gelişme. “Seyirci Kalmayın” spotlarının bunda büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Ulaşmakta zorlandığımız kitle 18 - 25 yaş arası gençler. Büyük kayıp. Bu kitle farklı bir dünyada yaşıyor. Dışa çok açık değiller. Kapalı bir dünyada yaşıyorlar. Doğayla fazla ilgileri yok. Olması da beklenemez. Çünkü eğitim sistemimiz buna izin vermiyor. Düşünsenize hapishanelerde açık havaya çıkma izni günde bir saat. Bizim çocuklarımı günde bir saatten az dışarıda kalıyor. Her şey sınavlara endeksli. Bizi izleyen 40 - 45 yaş üstü insanlar da hayatı ucundan yakalayanlar. 40- 45 yaşına kadar doğadan kopuk yaşamışlar, biraz para kazanıp düzlüğe çıkınca doğanın farkına varmışlar. Şimdi kaybolan zamanı telafi etmeye çalışıyorlar. Bize gösterilenlerin dışında muhteşem güzellikte başka bir dünyanın da olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Toplum yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Çünkü sağlık doğada, huzur doğada, barış doğada, saflık doğada, güzellik ve gerçeklik doğada.
TV programlarınızda insanların çevreye karşı daha duyarlı olması ve bilinçli davranması konusunda uyarılarınız oluyor. Sizce bu uyarılar yerine ulaşıyor mu?
Sosyal medyanın katkısı bu işi biraz hızlandırdı ama yine de yetersiz. Devlet destekli bir hareketlenme şart. Türk toplumu otorite boşluğunu çok iyi değerlendiriyor. Ama sıkılaşırsa da tepki göstermeden uyguluyor. Yer vermeden bir örnek vereceğim. Bir milli parkımız hafta sonları aşırı kalabalık oluyor. Bu parkın bir bölümüne sadece bilimsel araştırmalar için girilmesine izin veriliyor. O nedenle kapalı. O bölgenin girişinde Orman Bakanlığı’nın levha ve bariyeri var. Vatandaş bariyeri kaldırıp içeri giriyor. Bu işe bir çözüm bulunamamış. Sonra bariyerler kırmızı maviye boyanmış. Kum torbaları ve bidonlar yerleştirilmiş ve üzerine de askeri arazi girilmez yazısı eklenmiş. Sorun çözülmüş. Askerin otoritesini vatandaş biliyor. Askerin var da diğer kurumların niye yok. Biz bir şey yapıyoruz ama devletin bunu desteklemesi lazım. Sayın Emine Erdoğan’ın “Sıfır Atık Projesi” çok etkili oldu. Bugüne kadar adını bile telaffuz etmeyen bazı belediyeler, AKP il teşkilatları bir anda bu harekete katılmaya başladı. Biz otoriteyi harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bu bir mekanizma tüm çarkları uyumlu çalışmalı. Biz de bunun için çalışıyoruz. Ama büyük bir hareketlenme var. Yakın zamanda bunun etkilerini göreceğiz.
“SU GELECEĞİN EN ÖNEMLİ SORUNU”
Hidroelektrik alanında çok sayıda proje gerçekleştiriliyor. Türkiye önümüzdeki 10 yılda enerji ve su gereksinimi arasında bir ikilem yaşar mı? Görüşleriniz nedir?
Barajlar buharlaşma nedeniyle su konusunda riskli yatırımlar. Suyumuz az. Buharlaşma, su dengesini bozacaktır. ABD doğanın dengesini bozduğu gerekçesiyle bazı baraj projelerinden vazgeçti. 200’e yakın bent ve barajı da yıktı. Bölgelerde yağış rejimi değiştiğinde bunun sorumlusu barajlar olacaktır. Su geleceğin en önemli sorunu. İklim değişikliği yağış miktarlarını da etkileyecektir. “Su Riski”ni düşünerek hareket etmek gerekir, bu risk bizde fazla. Enerjiyi bir şekilde buluruz ama suyu bulamayız.
Şu an gündemde olan Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri ile ilgili resmi siz nasıl görüyorsunuz?
Duygularımla konuşacak olursam Akkuyu, Sinop ve İğneada gibi cennetlere değil nükleer santral, çivi çakılmasını istemem. Buradaki soruna gelince... Gidersiniz, araştırırsınız, dünyadaki en iyi, en güvenilir santrali alıp getirir kurarsınız. Ama biz ne yaptık? Başka ülkelere paramız yok, gelin bizim ülkemizde santral kurun elektriği de doğrudan bize satın dedik. Yani Rusya, Japonya nükleer santrali kendi ülkesinde değil bizim topraklarımızda kuracak. Bu iki ülke de bu konuda şaibeli ülkeler. Hangi teknolojiyi getirecekler, getirdiklerini denetleyebilecek miyiz, hammadde nereden gelecek, hangi yolla taşınacak, atıkları ne yapacaklar, olası bir kazada sorumlulukları kim üstlenecek, elektriği kaça satacaklar gibi birçok cevapsız soru var. Türkiye alternatif enerji kaynakları açısından çok zengin bir ülke bu santrale ne gerek var o da ayrı bir konu.
Doğanın ve çevrenin korunması için insanlardan beklentinizi birkaç cümleyle söylemek ister misiniz?
● Az tüketin.
● Karbon ve su ayak izinizi düşürün. Bunu yaşam tarzı haline getirin.
● Doğal beslenin, hareket edin, sağlıklı kalın.
● Duyarlı olun, duyarsız olanları uyarın.
● İnsanlara birebir markaj uygulayın, neden çevreyi korumamız gerektiğini anlatın.
● Başkasının çöpünü toplamaktan çok o çöpün atılmasını engellemek için uğraşın.
● Yılmayın, ısrarla sorunların üzerine gidin.
● İşe çalıştığınız yerden başlayın, farkındalık yaratan çözümler bulun.
● Yerel yönetimleri sıkıştırın. Sorunlara seyirci kalmayın.