Afet psikolojisi: Bizi neler bekliyor?

Afet psikolojisi: Bizi neler bekliyor?

Uzman Psikolog Sosyolog Dr. Serap Duygulu ile önümüzdeki süreçte sıklıkla etkileriyle karşılaşacağımız deprem psikolojisi ve sosyal etkileri hakkında konuştuk. Bu bilgiler, depremzedelere ve kendimize nasıl yaklaşacağımız konusunda faydalı olabilir.

Yaşanan afetlerin ardından, özellikle bölgede afeti yaşayanlar ve ardından tüm ülke derin psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Uzmanlar yaşananlar karşısında hissedilen her duygunun “travmatik bir duruma verilen normal tepkiler” olduğunu söylüyor.

Uzman Psikolog Sosyolog Dr. Serap Duygulu da “Bu süreçte toplum olarak depremzedelere karşı hem çok anlayışlı olmalıyız hem de dayanışma içinde destek vermeliyiz” diyor. Uzman Psikolog Sosyolog Dr. Duygulu ile depremin psikolojik etkilerini ele aldık.

Uzman Psikolog Sosyolog Dr. Serap Duygulu
Uzman Psikolog Sosyolog Dr. Serap Duygulu

Tüm Türkiye’yi derinden sarsan bir süreçten geçiyoruz. Afetzedelerin yaşadığı felaketin psikolojik anlamda birkaç boyutu var. Bunlar nelerdir?

Deprem, yangın, sel gibi afetler, toplumu oluşturan bireylerin üzerinde ciddi travmatik izler bırakır. Bu tür afetlerin, yıkıma ve can kaybına yol açan doğa olaylarının, sadece fiziki değil, psikolojik olarak da ağır sonuçları var. Bu sonuçlar toplumun hafızasında derin yaralar açıyor. Bireylerin afetten nasıl etkilendiği de oldukça önemlidir.

Afetler, etkiledikleri gruplara göre önce psikolojik, sonra sosyolojik olarak toplumu da değiştirip dönüştürürler. Bu değişim “Kolektif Stres” ya da “Sosyal Kriz” olarak tanımlanmaktadır. Bu depremin sosyal sonuçları da zaman içinde görülecektir. Özellikle ortaya çıkan sosyal eşitsizlikler, can ve mal kayıplarının yarattığı sosyal yıkımlar, önümüzdeki süreçte karşılaşacağımız bir sosyal öfke ve çatışmayı getirebilir.

Sizden depremden birebir etkilenen kişilerin “Afet Sonrası Psikolojik Süreçleri”ni öğrenebilir miyiz?

Şu an bölgede yaşayan ve depremden etkilenen bireyler, yaşadıkları acı ve yastan kaynaklı şok, inkar, öfke, uyum, depresyon ve kabul süreçleri yaşayacaklar. Bu tür olaylarda etkilenen üç ayrı grup bulunur. Birinci grup doğrudan olayı yaşayan ya da zarar gören kişilerdir. İkinci grup yakınlarını kaybedenler, üçüncü grup ise bizzat fiziksel olarak zarar görmeseler de olaya tanıklık eden, psikolojik olarak zarar görenlerdir. Her üç grupta da yoğun olarak ortaya çıkan duygu, sorunla başa çıkmadaki çaresizlik ve yaşananlara duyulan öfkedir. Bu duygulara, yaşanılan kayıplar can ve mal olduğu; insanların yaşadıkları, doğup büyüdükleri yerler enkaz haline geldiği için hayata ve çevreye karşı ciddi bir güvensizlik de eşlik edebilir. Bu duygular sağlıklı bir şekilde rehabilite edilemezse, bireyler yalnız bırakıldıklarını düşünmeye başlayabilir ve var olan fiziki ve psikolojik sorunlar, sosyal sorunlara dönüşebilir. Afet sonrası aile yapısı da önemli ölçüde olumsuz etkilenmekte, aile içinde şiddet, çatışma, geçimsizlik, boşanma gibi farklı sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Ek olarak hemen hemen tüm bireylerde deprem sonrası, seslere ve harekete karşı aşırı uyarılmalar, sürekli tetikte olma hali, öfke ve ağlama krizleri, uyku ve yeme sorunları, deprem anına tekrar dönüşler, sürekli deprem oluyormuş ya da olacakmış hissi görülebilir. Kapalı alanda duramama, kendisini güvende hissetmeme de bu duygulara eşlik eden diğer tepkiler olarak ortaya çıkabilir.

Depremden etkilenen hemen hemen her bireyde yoğun utanma ve suçluluk duyguları da görülebilir. Yakınlarını kaybedenler, onlar öldüğü, kendisi sağ kaldığı ve onları kurtaramadığı için suçluluk duygularıyla boğuşur. Depremden birebir etkilenmeyen ama yaşanan acılara ve kayıplara tanık olanlar ise, insanlar depremde hayatta kalmaya çalışırlarken, sahip olduğu konfor, kıyafet, yiyecek ve sıcak ortam için utanç ve suçluluk duyar.

“Depremzedelerin verdiği her tepki doğaldır”

Şu anda depremzedelerin hissettikleri sağlıklı ya da sağlıksız diye sınıflandırılabilir mi?

Depremden dolaylı ya da birebir etkilenen bireylerin verdikleri her tepki doğaldır. Yaşanılan olayın ağırlığını ve kayıpları kabullenmek, yeniden hayata tutunmak zamanla mümkün olabilir. Ancak acılar henüz tazeyken ve hâlâ yaşamsal kaygılar içindeyken serinkanlı tepkiler beklemek, depremzedelere haksızlık olur. Bu süreçte toplum olarak depremzedelere karşı hem çok anlayışlı olmalıyız hem de dayanışma içinde destek vermeliyiz. Özellikle kayıplar, yas, afetler gibi travmatik olaylarda verilen tepkileri sağlıklı ya da sağlıksız diye ayırmak doğru olmaz. Bu tepkiler sadece “doğal” olarak tanımlanabilir.

Afetlerde çocuklar ve ergenler, içinde bulundukları yaş grubunun gelişimsel özelliklerini de taşıdıklarından özgün tepkiler gösterebiliyor. Onlar bu süreci nasıl yaşıyor?

Çocuklar için durum her zaman daha zordur. Yaşları ve gelişim süreçlerine bağlı olarak neden böyle bir afet yaşandığını ya da neden ebeveynlerinin öldüğünü anlamakta zorlanabilirler. Özellikle okul öncesi çocuklarda bilişsel olgunluk düzeyleri henüz tam olarak gelişmediğinden yaşadıkları ortamı ve olayları algılamak ve anlamlandırmak zordur. Kayıpların kendi suçları olduğunu düşünebilirler. Yaramazlık yaptığı, anne babasının sözünü dinlemediği, iyi bir çocuk olmadığı için bütün bunların onun başına gelmiş olabileceğini düşünebilir. Ebeveynini kaybetmiş bir çocuk, ebeveyni sağ olan çocuklarla arasında böyle kıyaslamalara gidebilir. O nedenle çocuklara yaklaşımda, tutumlarımıza ve sözlerimize çok dikkat etmemiz gerekiyor.


Yaşananları anlatırken, varsa hayatını kaybeden aile bireyleriyle ilgili bilgi verirken çocukların yaşına ve algı düzeyine göre davranılması öneriliyor.
Yaşananları anlatırken, varsa hayatını kaybeden aile bireyleriyle ilgili bilgi verirken çocukların yaşına ve algı düzeyine göre davranılması öneriliyor.

Özellikle çocuklara kayıplar, ölümler nasıl söylenmeli?

Çocuk, yakınlarının ölümlerine doğrudan tanıklık etmediyse hemen açıklamak doğru olmaz. Ortam yatışıncaya kadar ve özellikle çocuğun kendisi de yaralandıysa bu açıklamalar için biraz zaman gerekir. Çocuğun yaşına ve olayları algılama düzeyine göre anlatmak en doğrusu. Eğer bir hastanede tedavi görüyorsa, hastanedeki doktorlardan, psikiyatristlerden destek alınabilir. Çocuk yaralıysa ve tedavisi sürüyorsa iyileşmesi beklenmeli ve mümkünse sevdiği aile üyelerinin yardımları alınarak söylenmelidir. Anne babasının ya da kardeşlerinin kaybını öğrenen çocuk, psikolojik olarak tedaviye direnç gösterebilir. O nedenle bir süre, belki birkaç hafta beklenmelidir. Özellikle yeme içme, barınma gibi fizyolojik ihtiyaçlar tamamlanıp güvenli bir alana geçene kadar söylenmemelidir.

Çadır yaşamı ve göç etkisi

Afetzedelerin bir bölümü -umuyoruz ki kısa bir süre- çadırlarda yaşamak zorunda kalacak. Bu yeni hayata uyum noktasında verebileceğiniz öneriler var mı?

Bu süreç depremden birebir etkilenseler de etkilenmeseler de bölgede yaşayan herkes için maalesef zor olacak. Ancak şu an olduğu gibi bir arada olmak, yardımlaşmak bu zor süreçleri atlatmakta çok önemli. Çadırda yaşamanın en önemli zorluklarından biri, yangın ihtimali. Dolayısıyla çadırlar mutlaka uzman ekipler tarafından kurulmalı. Yangına ya da su basmalarına karşı tüm önlemlerin alınmasına dikkat edilmeli. Çadırlarda muhtemelen kalabalık ortamlarda yaşanacağı için ortaya çıkabilecek sağlık sorunları da bir diğer konu. Çoklu yaşamın söz konusu olduğu durumlarda birtakım hastalıkların ortaya çıkması da söz konusu olabiliyor. Özellikle çocuklar ve kronik sağlık sorunları olanlar olabildiğince çabuk sabit yaşam alanlarına nakledilmeli.

Afet sonrasında sevdiklerini yitiren, evlerini kaybeden birçok insan farklı şehirlere göçmek zorunda kaldı. Bu değişiklikler de depremzedelere psikolojik anlamda ekstra yükler getirebilir. Bunlar neler olabilir?

Doğup büyüdüğü ya da yaşadığı yerlerden bu tür bir felaket nedeniyle uzaklaşmak zorunda kalmak da çok ciddi bir stres faktörüdür. İnsanlar bulundukları yere bir aidiyet bağı oluştururlar, başka bir binaya ya da başka bir mahalleye bile gitmekte direnç gösterebilirlerken tamamen farklı bir şehirde ve birtakım yoksunluklarla yeni bir hayata başlamak ağır bir travma aslında. Hem maddi kayıpları telafi etmeye çalışmak, hem yeni bir hayata tutunmak bireyleri olaylara karşı daha kırılgan hale getirebilir.

Eğer bir yakınlarının yanında kalıyorlarsa onlara yük olduklarını düşünebilirler. Bu tür afetler sonrasında bulundukları yerleri terk etmek istemeyen insanlar da olacaktır. Deprem herkesi farklı şekilde etkiler. Kimisi bir an önce her şeyi bırakıp oradan uzaklaşmak ister, kimi insan oraya ait olduğunu düşünerek ayrılmak istemez. Her iki tepkiyi de normal karşılamak gerekiyor.

“Acılar ve yas toplumsal dayanışmayla aşılır”

Afet sonrası yaşanabilecek psikolojik sıkıntılarla kişiler tek başına mücadele edebilir mi?

Afet sonrası her kesim ve toplumun her bireyi ayrı ayrı etkilendi. Ancak her bireyin olayı algılama, mücadele etme ve kabullenme süreçleri farklıdır. Burada kişilerin nasıl etkilendikleri de çok belirleyicidir. Fiziksel kayıpları olan ama can kaybı olmayanlar aynı şekilde etkilenmeyecektir. Ya da can kaybı olan, fiziksel kaybı olanlar elbette ki çok farklı etkilenecek ve çok farklı tepkiler ortaya koyacaklardır. Bu tür büyük felaketler toplumsal hafızamıza kaydedilirler ve asla unutulmazlar. Bu kadar büyük travmaların etkisiyle tek başına başa çıkmak kolay bir şey değildir ve ayrıca gerek de yoktur. Acılar ve yas bir toplumun ortak dayanışma ve direnç göstermesiyle aşılabilir, acılar böyle hafifletilebilir. Hem bireysel hem de toplumsal pek çok farklı tepkiyle karşılaşmak son derece doğaldır ve yaşananları uzman desteğiyle aşmak her zaman daha kolay atlatılmasına yardımcı olur.

Foto altı: Bölgedeki insanlar ilk etapta psikolojik desteğe ihtiyaç duyacak.
Foto altı: Bölgedeki insanlar ilk etapta psikolojik desteğe ihtiyaç duyacak.

Afet sonrası profesyonel anlamda psikolojik destek nasıl verilmeli?

Elbette ki psikolojik ilk yardım eğitimi almış uzmanlar tarafından verilmelidir. Şu an bölgedeki insanların ihtiyacı psikoterapi değil, psikolojik ilk yardımdır. Tamamen kişilerin ihtiyaçlarına göre planlanmış bir takım psikolojik destek çalışmaları alandaki eğitim almış uzman ekipler tarafından verilmelidir.

Afetten birebir etkilenmeyen kişilerin afetzedelere nasıl yaklaşması doğru olur? Doğru iletişim dilinden örnekler verebilir misiniz?

Depremi birebir yaşamış bireylere, kayıpları olanlara, yaralı kurtulanlara, “Hepsi geçecek”, “Bak sen yaşıyorsun”, “Üzülme geçti artık”, “Yakında her şey düzelecek” gibi cümleler kurulmamalı. Özellikle ebeveynlerini kaybetmiş çocuklar söz konusu olduğunda, “Annen, baban melek oldu, onlar artık cennette. Üzülme, ağlama, bak onlar seni görüyorlar, onlar da üzülürler” gibi teselli sözleri kullanılmamalı. Hem çocuklar hem de yetişkinler için iyi niyetli söylenmiş olsa da bu sözler yaşanan kaybı, yaşanan duyguyu değersizleştirir. Anlaşılmadığını, kimsenin kendisini anlamadığını düşündüren cümleler, kayıpların acısını derinleştirir. Mutlaka bir açıklama yapmak ya da teselli edici cümleler kurmak zorunda değiliz. Sadece dinlemek, bireyin yaşadığı duygulara eşlik etmek ilk etapta en uygun davranışlardır. Herkes her duyguyu gayet açık, ortada ve derinden hissederek yaşıyor zaten. Bu acı üzerine söylenen cümleler, yas süreci tamamlanmadığı için gerçekçi olmayacak, aksine bireyleri daha çok üzecek, hatta öfkelendirecektir.

Arama kurtarma ekipleri, sağlık çalışanları ve bölgeden yayın yapan gazeteciler de bir nevi depremzedeydi. Bu kişiler ne gibi sorunlar yaşayabilir?

Depremden etkilenenler kadar, bölgede görev yapan ve tüm acılara ortak olan, tanıklık eden gazeteciler, ilk yardım ve kurtarma ekipleri, sağlık personeli de aynı ölçüde etkileneceklerdir. Depremin ilk sıcaklığı atlatılınca ve yaralar bir nebze de olsa sarılmaya başlandığında muhtemelen birtakım sıkıntılar ortaya çıkabilir. Depremzedelerde görülen, çaresizlik, öfke, tahammülsüzlük, aşırı uyarılma, uykusuzluk gibi gibi pek çok farklı tepkiyi verebilirler. Bu süreçte profesyonel destek almak çok önemlidir.