“Hayat da bir hikaye ama sadece dinlemeyi bilenlere…”

“Hayat da bir hikaye ama sadece dinlemeyi bilenlere…”

21 Mart 2017’de Ceres Yayınları’ndan çıkan “Hikayemin Adı Kırmızı” isimli ilk kitabıyla dikkatleri üzerine çeken Gizem Serra Sözen’le yazarlık serüvenine, kariyer planlarına, hayata ve aşka dair konuşmak için bir araya geldik.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunuyum. Dialog Anlatım ve İletişim Merkezi’nde Spikerlik ve Sunuculuk Bölümü’nde eğitim aldıktan sonra Kanal T’de Mart 2016-2017 tarihleri arasında “T Sanat” adında bir kültür-sanat programı hazırladım. Uzun süredir İndigo Dergisi’nde yazarlık yapıyorum. Kendimi kısaca özetlemem gerekirse, 26 Ocak 1988 tarihinde Antalya’da doğan özgür ruhlu, hayallerine doğru uçmaya çalışan bir kadınım. Okumayı seven ailemin ve yedi yaşından beri tuttuğum günlüklerin de desteğiyle yazar olma hayaliyle büyüdüğümü söyleyebilirim. Benim hayatım sadece bir kitapla değil okuduğum pek çok kitabın bende yarattığı algı ve vizyonla şekillendi. Program yaptığım dönemde bu soruyu neredeyse her konuğuma sordum. Bence cevaplaması en zor sorulardan biri. Çünkü insanın kendini tanıması ömür boyu devam ediyor…

“Kendi hikayemi yazarken yeni hikayeler keşfettim”

Kitabın ortaya çıkış öyküsünü merak ediyoruz… Ne zaman kendi hikayenizi kaleme almaya karar verdiniz?

Kitabın kendi yolunu bulduğunu söyleyebilirim. Radikal Blog’daki yazılarım güzel tepkiler alınca bir kitap çıkarmaya karar verdim. Hayatımda her şeyin üst üste geldiği, birçok sorumun cevapsız kaldığı zor bir dönemdi. 2013 yılında yazmaya başladım ve yazarken iyileştim. Gelin hep birlikte sorularımın cevaplarını bulalım dedim. Kendi hikayemi yazarken yeni hikayeler keşfettim…

“Hikayemin Adı Kırmızı” adanmış bir kitap…

Evet, merhum sevgili annem Nuray Akyıldız Sözen’e adanmıştır. Babamı 2014, annemi ise 2016 senesinde kanser nedeniyle kaybettim. Annem kariyer yolculuğumda bana her açıdan çok destek oldu. Kitabı göremediği için çok üzgün ve buruğum açıkçası… Bu kitap ona karşı yerine getirmem gereken bir görevdi benim için, ona vermem gereken bir hediyeydi. Her şeye rağmen çıktığı için şükran doluyum...

Kitapta kadere, şansa ve tesadüflere dair düşüncelerinize de yer veriyorsunuz… Kaderi kendi inancınız çerçevesinde nasıl tanımlıyorsunuz?

Hep merak ederiz ve sorgularız kaderi. Belki de bu nedenle inanmayan kişilerin bile ara sıra yolu falcıya düşebilir. Ölüm veya hastalık gibi doğarken alnımızda yazılı olduğu söylenen, belli başlı değişmeyen durumların dışında ben herkesin kendi kaderinin mimarı olduğuna inanıyorum.

Hikayemin Adı Kırmızı için yaptığınız bir söyleşide “Aradığım aşkı bulamadım çünkü kırmızı çizgilerim var!” demişsiniz. Nedir bu kırmızı çizgiler?

Her insan gibi dürüstlük, samimiyet, sevilmek, sayılmak… Ama asıl önemli olan, ilişkideki tarafların manevi yönden birbirlerini besleyebilmeleri. Bunlar aslında her ilişkide olmalı ancak günümüz dünyası bu gibi değerleri bulmayı zorlaştırdığı için “kırmızı çizgiler” diyorum. İlişkiler günümüzde o kadar çok sabun köpüğü gibi ki, iki gün görüşenlerin üçüncü defa buluşacakları kesin değil. Ben de böyle bir durumun içinde bulunmak istemediğim için sanırım kendimi biraz geriye çekiyorum. Haliyle yüreğime hitap eden bir insan bulmakta zorlandığımı ifade etmişim o röportajda…

“Okuyucunun beni değil kendini tanımasını istiyorum”

Kitap, Boğaziçi Üniversitesi’nin sesli kütüphanesinde. Sesli kitap olma sürecini anlatır mısınız biraz?

Radyo programcılığı ve oyunculuk yapan sevgili arkadaşım Erhan Gökay Aksoy, görme engelliler için Hikayemin Adı Kırmızı’yı sesli kitap yapma fikriyle bana geldiğinde çok heyecanlandım. Görme engelli kardeşlerimize onun sesiyle ulaştık. Çok güzel bir çalışma oldu. Gökay’a ne kadar teşekkür etsek azdır...

Kitap nasıl tepkiler alıyor? Satışlar nasıl, beklediğinizden iyi mi yoksa hayal kırıklığı var mı? Kitabın geleceği için öngörüleriniz neler?

Henüz ilki tükenmediği için ikinci baskıyı yapmadık. Ama kitabın D&R’da tükendiğini, çok fazla soranı olduğunu biliyorum. Ana akım gazeteler başta olmak üzere kitapla ilgili pek çok haber çıktı. Kitabı çok samimi bir dille yazdığım için inancım da tam. Okuyucuyu kendime değil, hikayelerime davet ettim. Okuyucunun beni değil kendini tanımasını istiyorum. Şu anda kıymeti her ne kadar fazla anlaşılmamış olsa da seneler içinde kitabımın çok sevilerek okunacağına inanıyorum.

Pek çok yazar, işini “yalnızların mesleği” olarak tanımlıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bence yazarlar hem yalnız ruhlu hem de yaşadıkları dönemde anlaşılamamış insanlar... Çünkü en sevdiğim yazarları okurken kelimelerinin arasındaki yalnızlığı görüyorum. Ben de çoğu zaman yanımdaki herkese rağmen kendini yalnız hissedenlerdenim... Herkes bilir ki yalnızlık, kişilerin en zor üstesinden geldiği duygulardan biridir. Yalnızlığın en büyük ilacıdır yazmak... Yazarken çoğalırsın…

Türk ve dünya edebiyatından hangi yazarları severek okumaya devam ediyorsunuz?

Dünya edebiyatından Dostoyevski, Émile Zola, Virginia Woolf, Franz Kafka, Paulo Coelho, Tom Robbins, Neale Donald Walsch, James Redfield, George Orwell; Türk edebiyatından ise Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Yusuf Atılgan, Buket Uzuner çok sevdiğim ve eserlerini hayranlıkla okuduğum sanatçılar…

“Kitabı başkasına yazdırarak kendi adıyla çıkaran hayalet yazarlar var”

Parası olan herkesin kitap çıkarabileceğine dair kalıp yargılar mevcut. Bu konuyu neredeyse herkes gündeme getiriyor. Kimi yayınevleri var ki kitapların niteliğine, yazım diline bakmadan, hatta kusurlarını gidermeden direkt basıyor… Onun haricinde “gölge/hayalet yazar”ların arttığı da söylentiler arasında. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Günümüzde paranın verdiği “her şeyi yapabilirim” inancı, sanata da yansıyor. Paranın illüzyonuyla birçok şey sanatmış gibi de gösteriliyor. Ben de kitabı başkasına yazdırarak kendi adıyla çıkaran hayalet yazarların çok fazla arttığını biliyorum. Günlük hayatında sözlü ve yazılı becerilere sahip olmayan kişilerin bir anda kitap çıkararak yazarlığa yükselmeleri beni şaşırtıyor. Hal böyle olunca bu yönde eleştirilerin, kimi zaman da önyargıların olması fazlasıyla normal. Ancak adalet ve ahlaktan yoksun hareketlerin yazarlığı basitleştirdiği de bir gerçek…

Kitabın ilk baskısını elinize alana kadar geçen süreçte yaşadığınız herhangi bir ciddi problem, talihsizlik oldu mu?

Çok uzun bir süre kitabım çıksın diye pes etmeden mücadele ettim. Ama bütün yayınevlerine göndermeme rağmen hiçbiri basmayı kabul etmedi. Bazen hikaye beğenilse bile kabul edilmiyor. Çünkü yayınevleri şiir ve hikaye değil de kurgu romanlar yayımlamak istiyor. Ben de kısa kısa denemelerle, hikayelerle yazdığım kitabımı değiştirmek istemedim. İsteklerime sadık kaldığım için bir buçuk yıl beklemek zorunda kaldım. En sonunda ise fikirlerime ve isteklerime çok saygı duyan Ceres Yayınları ile anlaştım. Kitap basıldıktan sonra sürecin bütün zorluklarını unuttum.

Televizyonculuk geçmişiniz de var. Spikerlik eğitimi aldıktan sonra yolunuz şans eseri Kanal T ile kesişmiş ve “T Sanat” adındaki kültür-sanat programının hem yapımcılığını hem de sunuculuğunu üstlenmişsiniz. Bu serüvenin ayrıntıları neler?

Dialog Anlatım ve İletişim Merkezi’nde eğitim alırken staj yapmam gerekiyordu. İndigo Dergisi’nde yazan ve Kanal T’de sunuculuk yapan bir arkadaşım onların kanalda staj yapabileceğimi söyledi. Doğum günümde staj görüşmesi için gittiğimde T Sanat adındaki kültür-sanat programı için sunuculuk teklifi aldım. Benim için güzel bir şans, doğum günü hediyesi oldu. Programı bir yıl sundum. Sohbetleri keyifli, çok değerli sanatçılar konuğum oldu. Kişisel gelişimime bulunduğu katkılar nedeniyle televizyonculuğu çok sevdim. Hikayemin Adı Kırmızı çıktıktan sonra tanıtımlara ağırlık vermek amacıyla programı bitirdim.

“Yazarlığı meslek değil, hobi olarak görüyorum”

Peki, gönlünüzde daha çok yeri olan yazarlık mı televizyonculuk mu? Yoksa ben her ikisine de yetişirim diyor musunuz?

Beni her zaman çok heyecanlandıran yazarlığı, meslek değil de hobi olarak görüyorum. Çünkü kafede otururken veya otobüsteyken her an her yerde yazabilirsiniz. Yazarlığı hobi olarak, daha keyifle sürdürmek için yanında bir meslek daha yapmam gerekiyor. Bu nedenle televizyonculuğu kendime çok uygun buluyorum. İkisini de bir arada götürebilirim diye düşünüyorum.

İndigo Dergisi’nde gönüllü yazarlık yapıyorsunuz. Fark ettiğim kadarıyla İndigo’daki odağınız kültür-sanat söyleşileri. Ahmet Güneştekin’den Yılmaz Zenger’e kadar pek çok önemli sanatçıyla yaptığınız söyleşiler güzel tepkiler alıyor. Bu sayede başka sanatçılara ulaşmanız da kolaylaşmış gibi…

2014 yılından beri İndigo Dergisi’ne röportajlar yapıyorum, yazılar yazıyorum. Öyle ki artık kendimi bu ailenin üyesi gibi hissediyorum... Hem derginin hem de TV programının başka sanatçılara ulaşmamda çok büyük desteği var. Bu sayede kitabımın tanıtımını da daha verimli şekilde yapabildim. Aynı anda yaptığım işlerin hepsi birbirini besledi, olgunlaştırdı.

Son olarak… Yeni projeler var mı? Yeni bir kitap veya program gibi…

İsim vermeyeyim ama yeni bir kültür-sanat programı için görüştüğüm kanallar var. Bunun haricinde 2018’de yayımlanmasını istediğim bir tane daha kitap projem var. İki kitabım arasında çok uzun bir boşluk olmasını istemiyorum. İstanbul’un iletişim ve kültür-sanat hayatında yaşadığım, gözlemlediğim olaylar üzerine bir kurgu roman yazmak istiyorum.