Derin deniz madenciliği ile birçok ürünün ham madde ihtiyacının karşılanacağı öngörülürken bu girişim aynı zamanda ekosisteme olumsuz etkileri de beraberinde getiriyor. Bilim insanları bu konuda tüm hükümetleri anlaşma yapmaya çağırıyor ancak birçok ülke okyanuslarda keşif için ruhsatlarını aldı bile...
Dünya denizlerinde kıta sahanlığının alt sınırını oluşturan 200 metre derinlikten sonra başlayan bölgeler “derin deniz” olarak tanımlanıyor. Üstelik gezegendeki yaşanabilir alanın yüzde 95’inden fazlasını oluşturan bu derin denizin, bilim insanları tarafından sadece milyonda biri keşfedildi.
Maden şirketleri, derin deniz madenciliği ile akıllı telefonlar, rüzgar türbinleri, güneş panelleri ve elektrikli akümülatörler için ana hammadde olan bakır, nikel, manganez, çinko, lityum ve kobalt gibi minerallere ulaşabilmek istiyor. Bu da beraberinde çok büyük bir sanayi ihtiyacı anlamına geliyor ve okyanusların kısa süre içinde delik deşik olma ihtimalini doğuruyor.
Arama ruhsatları verildi
Bu endüstrinin düzenlenmesinden sorumlu Birleşmiş Milletler Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA); Pasifik, Atlantik ve Hint Okyanusu'nda yaklaşık 1 milyon kilometrekarelik bir alanda tam 29 arama ruhsatı verdi. Ruhsat verilenler arasında Çin, İngiltere, Fransa, Hindistan, Almanya, Rusya, Belçika ve ABD’li silah üreticisi Lockheed Martin’in iştirakinin de bulunduğu henüz madencilik işlemine başlamamış şirketler bulunuyor. Çin, yaklaşık 161 bin 210 kilometrekarelik en büyük deniz madenciliği keşif alanına sahip. 133 bin 280 kilometrekarelik bir alan ile Çin’i İngiltere takip ediyor.
"Hayatta kalmamız sağlıklı okyanuslara bağlı”
Greenpeace'in "Derin Sularda" raporunda, derin deniz madenciliğinin benzersiz türlerin tükenmesine yol açabileceği, endüstrinin de bunun farkında olduğu, karbon depolayan deniz tabanına zarar vererek iklim değişikliğini daha da artıracağı belirtiliyor. ISA’nın ekosistem çeşitliliğini korumak yerine rant ve şirket çıkarlarını gözettiği savunuluyor. Madencilik nedeniyle gemilerin suya toksik buharlar bırakarak yüzlerce hatta binlerce kilometre boyunca birçok okyanus türüne zarar verebileceğinin belirtildiği raporda; gıcırdayan makinelerin yarattığı gürültü, balinalar gibi deniz memelilerine zarar verme ve onları rahatsız etme tehlikesiyle karşı karşıya kalırken karanlık derin okyanusun ışık alan bölgeleri, çok düşük doğal ışık seviyelerine adapte olmuş deniz canlılarının kalıcı olarak bozulmasına neden olabileceği ifade ediliyor.
Greenpeace'in "Okyanusları Koru" kampanyasından Louisa Casson, "Hayatta kalmamız sağlıklı okyanuslara bağlı. Okyanusları korumak için şimdi harekete geçmezsek derin deniz madenciliği deniz yaşamı ve insanlık için yıkıcı etkiler doğurabilir. Gezegendeki en büyük ekosistem olan derin deniz, henüz tam olarak tanımadığımız eşsiz canlılara ev sahipliği yapıyor. Bu açgözlü endüstri daha derin denizi inceleme şansımız olmadan onun harikalarını yok edebilir" diyor.
“Ekosistem için uzun vadeli fayda yaratabilir”
Bu girişimin savunucuları, derin deniz madenciliğinin kara kaynaklı maden çıkarmanın birkaç sorununu önleyebileceğini ve yenilenebilir teknoloji maliyetlerini azaltabileceğini belirtiyorlar. ISA ise madenlere ulaşılmasıyla gelişecek teknolojinin, ekosistem için uzun vadeli fayda yaratacağını öne sürüyor. Olumsuz etkileri ve riskleri en aza indirmek için en iyi teknolojinin kullanıldığını ve verilen 29 ruhsatın okyanusun çok küçük bir bölümünü kapladığını ifade ediyor. Bilim insanlarının ekosistemin çökmesi ile ilgili öngörülerini abartılı olarak değerlendiriyor.
Küresel Okyanus Anlaşması için görüşmeler sürüyor
Bilim insanlarına göre yaban hayatı korumak ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için okyanuslarımızın en az üçte biri, 2030 yılına kadar okyanus koruma alanları kapsamına alınmalı. Öte yandan Greenpeace ise Birleşmiş Milletler'de sömürüyü yerine korumayı merkeze alan, güçlü bir Küresel Okyanus Anlaşması oluşturulması için hükümetleri göreve çağırıyor. Dünya ülkelerine bu konuda önemli sorumluluklar düşüyor: Çözüm için ortak çalışma yapmaları, deniz dibinde oluşabilecek hasarın çok yönlü değerlendirilmesini sağlamaları ve çevre etkisi raporlarını hassasiyetle ortaya koymaları…
168 ISA üyesi (167 ülke ve Avrupa Birliği) 2015 yılının ocak ayında ulusal sınırlar ötesindeki deniz yaşamının biyolojik çeşitliliğinin korunabilmesi ve sürdürülebilmesi için söz konusu anlaşmanın detaylarını görüşmek üzere bir araya geleceklerini duyurmuştu. Eylül 2018’de başlayan görüşmelerin üçüncüsü COVID-19 nedeniyle ertelendi. Gelecek yıl anlaşma için görüşmelere devam edilmesi ve konunun sonuca ulaştırılması bekleniyor.