Dünyayı etkisi altına alan corona virüs, Türkiye'nin de gündemine oturdu. Gözümüz kulağımız canlı yayınlarda yapılan açıklamalarda. Ancak özellikle sosyal medyada oluşan bilgi kirliliği nedeniyle artan kaygılarımız adeta virüs gibi bulaşıyor.
Çin'den başlayarak sadece birkaç ay içinde çok sayıda ülkeye yayılan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi yani küresel salgın ilan edilen corona virüs (COVID-19) 11 Mart tarihinde ilk kez Türkiye'de de görüldü. İlk vakanın teşhis edilmesinin ardından yurt genelinde önlemler üst düzeye çıkartılırken sosyal medyada oluşan bilgi kirliliği ise kafa karışıklığına ve kaygı bozukluğuna neden oluyor.
Öyle ki bir hastanede çekilen hastanın fotoğrafı, saatler içinde farklı illerde çekilmiş gibi etiketlenerek Twitter'da dolaşıyor ya da Whatsapp üzerinden gönderilen “çok kesin kaynaktan duydum” gibi ifadelerle başlayan ses kayıtlarıyla vatandaşlar paniğe sevk ediliyor. Sosyal medyada asılsız ve provokatif corona virüs paylaşımları yapan 19 kişi gözaltına alınsa da internet ortamında oluşmuş ciddi bir bilgi kirliliği var.
Hastalığın seyri ve alınacak önlemler konusunda Sağlık Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve enfeksiyon hastalıkları uzmanları tarafından yapılan açıklamaları dikkate almak büyük önem taşıyor.
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ UYARDI: SÜREKLİ HABER İZLEMEYİN
Televizyonlardan sürekli corona virüs haberlerini takip etmek de insanları paniğe sürüklüyor. DSÖ de bu konuda yaptığı bir açıklamada şu tavsiyelerde bulundu: “Endişeli ve sıkıntılı hissetmenize neden olabilecek haberleri izlemekten kaçının. Gün içerisinde yalnızca belirli saatlerde, salgınla ilgili yeni haberleri takip edin. Sürekli haber akışı takip etmek, daha fazla endişelenmenize neden olabilir.”
Peki bu dönemde kaygı seviyemizi kontrol altında tutmak için neler yapmalıyız? Güvenilir kaynaklardan haber almanın önemine dikkat çeken İrsa Psikolojik Danışmanlık Merkezi Uzman Klinik Psikolog/Yetişkin Psikoloğu İrem Saka, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Türkiye'deki vaka sayısı her geçen gün artarken ve özellikle yakın ülkelerdeki vahim durumu üzüntüyle izlerken panik yapmadan ve kaygılarımıza yenik düşmeden bu süreci nasıl yönetmeliyiz?
Maalesef hem ülkemizde hem dünya genelinde yaşanmakta olan bu durum her bireyi fazlası ile etkilemektedir. Koronavirüs ile ilgili haberler ve gelişmeler uzun zamandır gündemde, bu noktada alanın uzmanları gerekli açıklamaları yapmaktalar. Bizler de enfeksiyon hastalıkları uzmanları, Sağlık Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü gibi güvenilir temele ve bilimsel kanıta dayanan bilgileri takip etmeliyiz. Yanlış kaynaklardan alınan bilgiler, asılsız, doğruyu yansıtmayan haberler, sosyal medya aracılığı ile edinilen eksik/yanlış bilgiler, belirsizlikler bu süreçteki kaygılarımızı beslemektedir. Yalnızca resmi ve güvenilir bu kaynaklardan bilgi almak, neler yapmamız gerektiğini ve neler yapmamamız gerektiğini öğrenmek, korunma yollarını öğrenmek ve bireysel olarak kendi tedbirlerimizi almak belirsizliği ortadan kaldırarak kaygıyı azaltan bir etki yaratacaktır. Sürekli olarak konuyla ilgili haberleri takip etmek de zaman zaman kaygıyı arttıran bir etmen oluşturabilir. Doğru kaynaklardan ve gerekli düzeyde bilgi edinmek, olabildiğince var olan koşullar içerisinde günlük rutinlerimizi sürdürmek / yeni rutinler oluşturmak, mevcut durumu ve bu konu ile ilgili duygularımızı, kaygı ve korkularımızı konuşmak da kaygıyı azaltabilecek etmenlerdendir. Elbette yerine getirmemiz gereken bir takım süreçlere uyum sağlamak, kendimize, beslenmemize, temizliğimize özen göstermek gibi uzmanlarca açıklanmış gerekli tedbirleri almak da kaygıyı azaltan etmenler olacaktır.
KAYGI DUYMAK NORMALDİR ÖNEMLİ OLAN DERECESİ
Kaygıyı tetikleyen faktörler nelerdir? Kaygı da virüs gibi bulaşıcı mı?
Kaygıyı etkileyen pek çok farklı faktörden söz edilebilir. Olumsuz düşünceler, stres, sosyal olaylar, sağlık problemleri, kişisel tetikleyiciler bunlardan bazılarıdır ve bu yelpazeyi genişletmek mümkündür. Ruhsal bozuklukların oluşumunda genetik faktörler, çevre ve aile yapısı gibi farklı boyutlar bulunmaktadır. Kaygılı bir aile ortamı içerisinde büyüyen bir çocuk da kaygılı bir yapı sergileyebilmektedir. Anne kendi kaygılarını çocuğuna yansıtabilmektedir. Günlük hayatımıza baktığımızda ise; çevremizde neşeli, enerjik insanların bulunduğu ortamlar ve kaygılı, karamsar insanların bulunduğu ortamlar kıyaslandığında bizde farklı düşüncelere sahip olabiliyoruz. Çevremizde bir konu ile ilgili aşırı kaygı duyan kişilerin kaygılarını paylaşabiliriz. Değindiğimiz bu noktalara baktığımız zaman kaygının da virüs gibi bulaşıcı olduğunu söylemek yerinde kullanılmış bir metafordur aslında. Ancak bu durumda şuna değinmenin önemli olduğuna inanıyorum; deneyimlediğimiz bu koşullarda kaygı duymak normaldir. Kişiler kendileri için, yakınları için, gelecek için kaygı duyabilirler. Önemli olan bu kaygının derecesi ve hayatımızı/işlevselliğimizi ne şekilde etkilediğidir.
ÇOCUKLARINIZI BİLGİLENDİRİN
Bu süreçte çocukları nasıl bilgilendirmek gerekiyor? Çocukların olumsuz yönde etkilenmemesi için nasıl yönlendirmeler yapmalıyız?
Öncelikle çocuklarımıza kesinlikle gelişim düzeyleri ve yaşlarına uygun şekilde mevcut durum anlatılmalıdır. Bu konuyu onlardan sakınmak ve bahsetmemek kaygılarını artıracaktır. Onlar da gerek okulların kapanması gerek farklı tedbirlerce bu sürecin içerisindeler. Bu noktada kolayca kavrayabilecekleri şekilde bu hastalığın ne olduğu, nasıl bulaştığı ve aslında en önemlisi hangi yöntemlerle kendimizi korumamız gerektiği, sizin ebeveyn olarak tedbir amaçlı ne yaptığınız ve çocuğunuzun bireysel olarak ne yapması gerektiği anlatılmalıdır. Eğer çocuklarımızın okulda ya da çevrede öğrendiği bilgileri varsa bunları dinleyebilir, üzerine konuşabilir ve herhangi bir yanlışlık varsa düzeltebilirsiniz. Unutmayın ki bu teknoloji çağında çocukların her tür habere erişimi mevcut ve çocuklar da olabildiğince bilgi kirliliğinden uzak tutulmalıdır. Haberleri dinlerken ya da salgın üzerine konuşurken özellikle 0-12 yaş arası çocuklardan uzakta bulunmak daha sağlıklı olacaktır. Bu durumun geçici bir süre olduğunu ve bu yaşananların aslında korunma amaçlı olduğunu açıklamak çocuklarda meydana gelen kaygıyı azaltacaktır. Önemli bir diğer nokta ise çocukların duygularını, korkularını ifade etmelerine izin vermek olacaktır. Okulların kapanmasıyla birlikte bozulan günlük rutinlerin yerine evde olabildiğince aktiviteler yapmak ve bu sayede yeni rutinler içerisine girmek, eğitim ile ilgili çalışmalara yeterince devam etmek bu durumdan olumsuz yönde etkilenmemek için verimli olacaktır. Bu zamanın bir kısmını kendi istekleri doğrultusunda devam ettirmelerine izin vermek, onlara alan tanımak gerekir. Hareket ihtiyacını karşılamak için beraber eğlenceli egzersiz ve aktivite rutinleri oluşturabilirsiniz. Evde olduğumuz için telefon/tablet/bilgisayar kullanımının sınırsız olmaması gerektiğini de hatırlatmak isterim.
Yeni hobiler edinmek kaygımızı azaltır mı?
Kaygıyı azaltmanın birçok yolu mevcuttur. Psikolojik bir destek almak, kaygı duyduğunuz konu hakkında güvenebileceğiniz biriyle konuşmak ve paylaşmak gibi… Yeni hobiler edinmek, başka şeylerle uğraşmak da bunlardan biridir. Dikkatinizi farklı bir noktaya yönelttiğinizde, keyif aldığınız herhangi bir uğraş ile ilgilendiğinizde bu durum kaygı düzeyinde bir azalma gösterebilmektedir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk hastalığının en yaygın görülen türünde mikrop kapma endişesi olduğu doğru mu? Hangi psikolojik belirtiler göründüğünde uzman yardımı alınmalı?
Obsesif Kompulsif Bozukluk günümüzde sık karşılaşılan bir bozukluktur. Bu bozukluğa sahip olan kişiler, kontrol edemedikleri tekrarlanan ve stres yaratan düşünceler, korkular (obsesyonlar) nedeniyle huzursuz olurlar. Bu düşüncelerin yarattığı anksiyete bazı rutinleri acil olarak gerçekleştirme ihtiyacına (kompulsiyonlar) neden olur ve davranışa dönüşür. Mikrop kapma ve kirlenme korkusu da diyebileceğimiz temizlik obsesyonu sık görülen obsesyonlar arasında yer almaktadır. Kişinin bedeninin kıyafetlerinin evinin ve ona ait olan herhangi bir şeyin kirleneceğine ilişkin takıntıları ve bunların yarattığı sıkıntıyı gidermek için yaptığı davranışlar şeklinde açıklanabilir. İnsanlar rahatlamak ve anksiyeteyi azaltmak için tekrar tekrar yıkanma, duş alma veya ellerini sürekli yıkama, el sıkışmayı veya kapı tokmağına dokunmayı reddetme gibi davranışlar sergilemektedirler. Eğer bu korku ve davranışlar sık sık meydana geliyorsa günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak, bozacak kadar şiddetli ve yoğunsa mutlaka bir uzman yardımına başvurulmalıdır. Şu an yaşadığımız durumda koronavirüs ile ilgili alınan tedbirler doğrultusunda olabildiğince ellerimizi yıkamak, vücudumuzu, evimizi, yaşadığımız ortamı dezenfekte etmek önlem amaçlı ve gerçekleştirilmesi gereken bir süreçtir.