Tragedya, tiyatronun kökeni olarak kabul edilir ve ortaya çıkışına yönelik farklı görüşler mevcuttur ancak en kabul göreni; Antik Yunan Dönemi’nde müzik, zevk, eğlence kavramlarına karşılık gelen ve şarap ve bağ bozumu tanrısı olarak bilinen Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayandığıdır.
Tragedyaların büyüleyici dünyası
Tragedya, Yunanca “tragoidia” sözcüğünden geliyor. “Tragos” keçi, “oidia” ise ezgi demektir, dolayısıyla tragedya "keçi ezgisi" anlamına gelir. İçeriği ve sahne biçimi bakımından günümüz tiyatro anlayışından farklı olan tragedyalar, bugünkü teknolojiyle oluşturulmuş dev prodüksiyonları aratmayan bir sahne düzenine sahipti. Öyle ki, dönemin ilkel koşullarına rağmen insanların hayal güçlerinin ne kadar sınırsız olduğunu, büyülü bir dünya yaratmayı başardıklarını gözler önüne seren buluşları vardı.
Başlarda sadece korodan oluşan oyuncuların, boyunlarından ayak bileklerine kadar uzanan “kiton” adlı kostümleri vardı. Boylarını uzatmak için “kothornos” adı verilen yüksek tahta nalınlar giyerlerdi. Maskeler ise hem bir oyuncunun başka rolleri oynaması için hem de megafon işlevi sayesinde seslerini duyurabilmeleri için olmazsa olmaz aksesuarlardandı.
Tragedyalar, Aristoteles’in öngördüğü şekilde “üç birlik” kuralına göre sahnelenirdi. Yani tek bir olay, tek bir mekanda ve tek bir zaman diliminde (24 saat içinde) yaşanıp bitmeliydi. İçeriği efsanelerden, en çok da mitolojik hikâyelerden oluşuyordu. Mitolojideki tanrı, yarı tanrı karakterleri temsil etmek, tanrılar dünyasını sahne düzlemine uyarlamak o dönemin tiyatrocuları için “mış gibi” yapmanın ötesine geçecek teknikler üretmelerine neden oldu.
Sahnede “mechane” adı verilen vinçlerle tanrılar indirilip çıkarılırdı. “Ayoram” ise tanrıları havada göstermek için kullanılan bir askı makinesiydi ve ipleri görünmüyordu.
Sadece bu bilgiler bile milattan önce beşinci yüzyıl dönemiyle aynı cümle içinde geçince o mucizeler yaratan etkisini anlamak mümkün ve tabii o zamandan bugüne tiyatronun ne kadar değiştiğini de...
Rönesans ile modern tiyatroya adım atılır
Orta Çağ’ın yasakçı tutumundan nasibini alan tiyatro Rönesans ile birlikte tekrar canlandı ve zaman içinde Avrupa ülkelerinde çeşitli biçimler ve yöntemlerle yolculuğuna devam etti. İtalya’da Commedia dell'arte adında bir tiyatro türü adından söz ettirirken Fransa’da Moliere, kendi çağını aşan bir modern komedi anlayışının kurucusu oldu. İngiltere’de ise “Dünya bir oyun sahnesi, bizler de birer oyuncuyuz” diyen William Shakespeare, bu dönemin sonlarında tiyatro perdesini araladı.
Dönemin siyasi ve yaşam koşullarına göre şekillenen tiyatro sahnesine, bugün de sahne düzeni ve oyunculuk anlayışında gerçekçi bakışıyla etkisini devam ettiren Stanislavski çıktı. Bertolt Brecht'in epik tiyatrosu ise, gerçekçilik karşıtı akımların öncüsü oldu. Absürd tiyatro ile Samuel Beckett, tiyatronun seyrini değiştiren oyunlar sahneledi.
Türk Tiyatrosu’nun Batı ile tanışması
Türk Tiyatrosu’nda ise; meddahlık, Karagöz ve Hacivat, orta oyunu gibi geleneksel oyunlar dışında Batılı anlamda ilk tiyatro çalışmaları Tanzimat Dönemi’nde, Şinasi'nin “Şair Evlenmesi” ile başladı. Cumhuriyet Dönemi’nde Türkiye'nin ilk ödenekli tiyatrosu Darülbedayi'nin ismi İstanbul Şehir Tiyatrosu olarak değiştirildi ve başına Muhsin Ertuğrul getirildi.