Son yıllarda otizmle ilişkilendirilen aşılar, gerçekten zararlı mı yoksa tüm bu iddialar bir şehir efsanesinden mi ibaret? Cevapları yazımızda...
Türk Tabipler Birliği’nin güncel verilerine göre ülkemizde bebeklerini aşılatmayan ailelerin sayısı, son yedi yılda 183’ten 23 bine yükseldi. Üstelik bu şaşırtıcı istatistik, sadece ülkemizde değil özellikle Avrupa ve ABD başta olmak üzere dünyanın pek çok farklı bölgesinde de karşılık buluyor. Peki aileler niçin bebeklerini aşılatmıyor? Bu tercihin önümüzdeki yıllarda nasıl sonuçlar doğurması bekleniyor? İşte tüm yönleriyle aşı karşıtlığı hareketi!
Geçmişten bugüne aşı kararsızlığı / karşıtlığı
Aslına bakılırsa aşı karşıtlığı / kararsızlığının tarihi de en az aşının tarihi kadar eski. İlk olarak 1770’lerde, o dönem İngiltere’de son derece yaygın olarak görülen çiçek hastalığına karşı geliştirilen ilk modern aşılamadan sonra ortaya çıkan bu karşıtlık, bugün hala dünyanın birçok bölgesinde yayılmaya devam ediyor. Bugün kullanımda olan tüm aşılara karşı duran bir grubun yanı sıra çocuk felci, kızamık benzeri zorunlu aşıları onaylayıp çocuğun hayatını tehlikeye atmayacak hastalıklar için uygulanan aşıları onaylamayan “aşı kararsızları” olarak adlandırılan daha ılımlı bir kesim de bulunuyor.
Tarihsel bağlamda ele aldığımızda, ilk olarak dini gerekçeler sebebiyle başlayan bu karşıtlık, o dönemlerde tanrının yarattığı kusursuz döngüye bir müdahale olarak görülüyordu. Kimi radikal grupların da teşvikiyle güçlenen bu düşünce, 1960’lara kadar varlığını sürdürmeye devam etti. Aşı karşıtlığının bir diğer sebebi de kızamık, kızamıkçık, çocuk felci ve hepatit gibi hastalıklara karşı yapılan aşıların çocuklarda zeka geriliği ve otizm gibi sorunlara yol açtığı inancı. Bu argüman bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da pek çok aşı karşıtına göre modern ilaç endüstrisi, yalnızca maddi çıkarlar uğruna çocuklara civa ve çeşitli ağır metaller içeren bu aşıları dayatıyor.
Aşı karşıtlığı bilimsel bir temele dayandırılabilir mi?
Günümüzde dalga dalga yayılan aşı karşıtlığının ardındaki isim ise İngiliz hekim ve aktivist Andrew Jeremy Wakefield. Wakefield’in kitleleri etkisi altına alan düşüncelerinden ilki, bulaşıcı hastalıklar düşüşe geçtiği için aşıların artık boşu boşuna yapıldığı iddiası. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verileri, bu iddiayı çok sert şekilde çürütüyor. Öyle ki sadece 2017 verilerine göre 1,5 milyon çocuğun, aşıyla önlenebilen hastalıklar yüzünden (aşı olmadıkları için) hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Aşı karşıtlığı konusunda global çapta ciddi bir propaganda kampanyası yürüten Wakefield’in bir diğer iddiası da aşıların içeriğinde bulunabilecek civa ve alüminyum gibi ağır metallerin otizm vakalarında artışa yol açtığı yönünde. Wakefield, özellikle tıpta MMR aşısı olarak bilinen ve kızamık-kabakulak-rubella gibi virüslerde endike olan aşının yaygınlaşmasıyla son 10 yılda artan otizm vakalarını ilişkilendiriyor. Bu konuda komplo teorisyenlerinin desteğini de almaktan çekinmiyor. Ancak uzmanların bu konudaki argümanları çok net. Çünkü aşılarda civa kökenli Timerosal maddesinin kullanımı, 2001 yılında Amerika Pediatri Akademisi (AAP) ve Amerika Halk Sağlığı Enstitüsü’nün ortak kararıyla yasaklandı. Yani 2001 yılından sonra üretilen hiçbir aşıda Timerosal ve türevi maddelerin bulunmadığını söyleyebiliriz.
Aşı karşıtlığına karşı nasıl bir yol izlenmeli?
Kamu sağlığı uzmanları ve çocuk hekimleri, aşı karşıtlığı konusunda kolektif bir bilinçlenme gereksiniminin altını çiziyorlar. Yani öncelikle ailelerin ikna edilmesi, varsa konu hakkındaki endişelerinin giderilmesi ve en önemlisi de doğru kaynaklara yönlendirilmesi gerekiyor. Özellikle otizm korkusu ile çocuklarını aşılatmayan aileleri konu ile ilgili kapsamlı araştırmalar yayımlayan kaynaklara yönlendirmek büyük önem arz ediyor. Öte yandan daha düşük gelirli ailelerde bire bir hekim görüşmeleri yapmak daima büyük fark yaratıyor.