Eskişehir, bozkırın ortasında duran mütevazı “öğrenci kenti” olmanın ötesinde; kendini her gün yenileyen benzersiz bir modern şehircilik örneği.
Bu güzel İç Anadolu kentini ziyaret etmiş ya da etmemiş olmanız fark etmez. Çünkü Eskişehir deyince akla genelde “Avrupai bir şehir” “Her şey ne kadar da düzenli ve temiz” gibi cümleler üşüşüverir. Peki tam kalbinden geçen Porsuk Nehri ile bir Budapeşte ya da Prag duygusu veren Eskişehir’i bu kadar özel kılan ne dersiniz?
İşçi kentinden öğrenci kenti olmaya uzanan yol
Bir şehrin dokusu ve sokaklarında yürürken alınan o kendine has tat elbette birkaç senede oluşmuyor. Kuruluşu MÖ 14. yüzyıla kadar dayansa da Eskişehir’in bugünkü “kilit” rolünün başlaması 1892 yılında Bağdat-Berlin Demiryolu’nun Eskişehir’den geçirilmesi ile başlıyor. O zamanlar demiryolu istasyonu olan kentlerdeki gelişme ve büyüme trendi ile birlikte yavaş yavaş kendi çehresini oluşturmaya başlayan Eskişehir, sonraki yıllarda Osmanlı – Rus Harbi’nden kaçan göçmen ve yabancıların kente gelişiyle kültürel dokusunu daha da çesitli hale getiriyor.
Ancak Eskişehir’in bugünkü o “düzenli” ve “sistemli” haline atılan ilk somut adım 1927 yılında kentte kurulan organize sanayi bölgesi oluyor. Sanayi bölgesi ile birlikte işçi nüfusu hızla artan ve doğal olarak barınma ihtiyaçları büyüyen Eskişehir’de Sovyet mimarisi esintili işçi lojmanları ve apartmanlar yükselmeye başlıyor. 1940’larda şehirde kurulan ve Türkiye’nin ilk köy enstitüsü olan Eskişehir Köy Enstitüsü de kentin sosyoekonomik tarifini taşradan kente çevirme noktasında önemli bir rol üstleniyor. İlk imar planı 1952’de yapılan kent, dönemin sosyolojik yapısı nedeniyle pek çok kentimiz gibi ne yazık ki 1980’lerin sonuna kadar çarpık yapılaşma ve tek tipleşme ekseninde tipik bir taşra şehrine dönüşüyor. Ta ki 1999 yılında seçilen belediye başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’e kadar…
Avrupa kentlerinden fazlası var eksiği yok
Bundan yaklaşık 20 sene önce göreve gelen Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’i modernleştirme yolunda attığı ilk adımlardan biri elbette kentin kalbinden geçen Porsuk Çayı’nı temizlemek, ıslah etmek ve kıyı düzenlemeleri ile halkın kullanımına açmak oldu. Daha önce kokusu ve görüntüsü ile rahatsız eden atıl bir akarsu görünümünde olan Porsuk Çayı’nı St. Petersburg ve Venedik gibi kentlerden aşina olduğumuz kanallara çeviren proje kapsamında hat boyunca uzanan ticari ve kamusal alanlar oluşturuldu. Kısacası Porsuk Çayı, Eskişehirlilerin kıyısında ya da gondollar vasıtasıyla üzerinde zaman geçirebileceği bir vahaya dönüşmüş oldu. Sonraki aşamada Kent Park projesi ile birleştirilen Porsuk Çayı ıslah projesi ile birlikte artık tüm gözler hızla değişen ve bildiğimiz Anadolu kentlerinden bir bakışta ayrılan bu güzel şehre döndü.
Eskişehir’i Eskişehir yapanlar
Eskişehir’e turistik amaçla gidenlerden kentte bulunan onlarca yeşil alanı, sosyal tesisleri, kent müzelerini ve kültür – sanat merkezlerini mutlaka dinlemişsinizdir. Bugün aşırı kentleşme nedeniyle Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde rastlamanın imkansız olduğu bu tarz rekreasyon alanları son 10 yıldır Eskişehirliler için artık günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası. Bu alanlardan en önemlileri elbette Paris ve Berlin’den aşina olduğumuz, Türkiye’nin ilk yapay plajını içinde barındıran Kent Park ve devasa bir alana yayılan “Eskişehir usulü Disneyland” Sazova Parkı. 7’den 70’e açık havada kaliteli zaman geçirme vaadiyle oluşturulan Sazova Parkı’nda özellikle çocukların aklını başından alan bir bilim-deney merkezi; uzay merkezi, akvaryum ve minyatür alanı bulunuyor.
Yine eskiden sebze - meyve hali olarak kullanılan ve uzun süre atıl kaldıktan sonra yepyeni bir kimliğe bürünen Haller Gençlik Merkezi’nden bahsetmemek olmaz. 1950’lerden kalan Cumhuriyet Mimarisi’nden izler taşıyan hal binasının restore edilerek onlarca kafe ve restoranın bulunduğu bir sosyal yaşam alanına çevrilmesiyle oluşan bu merkez özellikle Eskişehirli öğrencilerin buluşma noktalarından biri.
Modern ve günümüz şehircilik anlayışına uygun restore edilen ya da tasarlanan alanların yanı sıra Eskişehir’de tarihi mekanlar da aslına uygun olarak yaşatılıyor. Örneğin Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet mimari anlayışlarının gerçek bir sentezi olan ve UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan Odunpazarı bölgesi uzun ve meşakkatli bir restorasyonun ardından adeta bir açık hava mimari müzesine dönüştürülmüş durumda. Burada bulunan ve dünyaca ünlü Japon mimarlık ofisi Kengo Kuma and Associates tarafından tasarlanan OMM ( Odunpazarı Modern Müze) ise bölgenin tarihi dokusu ile tezat yaratarak çağdaş sanat müzesi olmanın hakkını sonuna kadar veren futüristik ve etkileyici bir yapı olarak dikkatleri çekiyor.