Akademisyen Safter Elmas’ın kaleme aldığı Bi Futbolcu Olursak… kitabı, futbolcu olma hayalleri ve bu hayalin zorlukları üzerinden ilerliyor. Kitabın geliri ise Karaçay Spor Kulübü’ne bağışlanıyor.
Akademisyen Safter Elmas’ın ilk kitabı Bi Futbolcu Olursak… son yıllarda futbol sosyolojisi hakkında yazılmış en çarpıcı kitaplardan biri. Safter Elmas, kitabında, yoksulluk içindeyken zenginlik hayalleri kuran bireylerin futbol sayesinde toplumsal olarak kurtulma ve sıyrılma ümitlerinin nasıl kaybolmaya, yoksullaşmaya dönüştüğünü futbolcu deneyimleriyle ortaya koyuyor.
Kitap dışarıdan bakınca oldukça “iyi” kazanan ve bu kazançla iyi bir hayat yaşayan futbolcuların “gerçek” hikayelerini, farklı yaş ve klasmanlardaki futbolcuların açıklamalarıyla gün yüzüne çıkarıyor.
Kitabın tüm telif geliri; madde bağımlılığının 10’lu yaşlara kadar düştüğü, Osmaniye’nin Karaçay semtinde, bir futbol kulübü kurarak dokuz yıldır çocukların toplumsal yaşama daha sağlıklı bir şekilde dahil olması için mücadele veren Karaçay Gençlik Spor Kulübü ve Derneği'ne bağışlanıyor. Kitabın yazarıyla bir araya geldik…
Kendinden biraz bahseder misin? Nasıl bir eğitim aldın?
1988 Bitlis doğumluyum. Doğduğum yıl ailem İstanbul’a göç etmiş. Çocukluğumu önce Levent Sanayi Mahallesi’nde, sonra Büyükçekmece Sinanoba’da geçirdim. Lise hayatım, İstanbul’un sporla en ilgili okullarından Şehremini Lisesi’nde geçti.
2006 yılında Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nu kazandım. 2011 yılında mezun oldum ve yüksek lisansımı yine aynı okulda yaptım. Şu an doktoramı Marmara Üniversitesi’nde yapıyorum. Halen bu üniversitenin spor bilimleri fakültesinde öğretim görevlisiyim.
Futbolla tanışman nasıl oldu?
Futbolla tanışmam Büyükçekmece’de oldu. Dokuz yaşında mahallede futbol oynarken İstanbulspor’dan bir yönetici beni beğenip, takımın seçmelerine götürdü. Böylece İstanbulspor’un minik takımında futbola başladım. Lise hayatım boyunca da İstanbulspor’da futbol oynamaya devam ettim.
Bu kadar futbolun içindeyken neden profesyonel futbolcu olmak istemedin?
Yazdığım kitap da bu soruyla ilgili. Ben çok iyi futbol oynadığımı düşündüm hep. Futbolculuk kariyerimi sonlandırmamın iki temel nedeni vardı. Birincisi sakatlığım. Diz dönmesi sonucu oluşan sakatlığımın iyileşmemesinin nedeni kulübümün yaklaşımıydı. Kulübüm İstanbulspor işe yaradığımız sürece yanımızda olurken sakatlanınca bu durum değişti.
Sakatlığın tedavisi pahalı mıydı ?
Aslında değildi. Ama sakatlığımdan sonra A Takım doktoruna götürülmeye değecek kadar önemsenmedim. Oynadığım alt yapıda sadece masör vardı. Doktorumuz bile yoktu. Zaten bu genel anlamda futbolumuzun bir problemi. Kulüplerin altyapılarında mutlaka bir çocuk spor doktoru olması gerekiyor.
Futbolu bırakmandaki diğer temel problem neydi?
İstanbulspor’da kişisel ilişkilerin futbolun içine girdiğini gördüm. Kendi imkanlarıyla ve yeteneğiyle futbol oynamak isteyenlerin değil, kişisel ilişkileri güçlü olanların bir yerlere geldiğini görmek beni bir hayli soğuttu.
Bu deneyimlerden sonra mı böyle bir kitap yazma fikri oluştu?
Evet. Üniversitenin üçüncü sınıfında sosyoloji dersleri almaya başladım. Böylece sporun sosyolojik anlamı kafamda daha iyi oturdu. Futbolun, yaşamın bire bir aynısı olduğunu gördüm. Hayattaki tüm deneyimlerimizin aynısını futbolda da yaşıyoruz. Var olma mücadelesi, hayaller, hayal kırıklıkları, yalnız kalmak… Futbol bunların daha kemikleşmiş hali..
Kitap o dönemlerde aldığın notların bir bütünü mü?
O dönemlerde çeşitli notlar alıyordum. Ama bunların akademik bir işe dönüşeceği aklıma gelmezdi. Yüksek lisans sırasında bir kavram beni çok etkiledi: “Toplumsal dikey hareketlilik”. Bu kavramı öğrendiğimde kitap yazma fikri gelişmeye başladı.
Nedir ‘Toplumsal dikey hareketlilik’ ?
Futbol örneği vererek basitçe şöyle anlatayım: Yoksul bir çocuğun futbol aracılığıyla başka bir sınıfa çıkma isteğini ifade ediyor. Bu kavramı daha iyi öğrenmeye başladığımda kendi hayat deneyimlerim aklıma geldi. Yoksullukla geçen hayatım, futbolcu olma hayalim, ailemin benden beklentileri benim deneyimlerimdi. Bunların yanında, futbolun bize gösterilen yüzünün dışında başka negatif gerçeklerinin olmasını hep kendime dert etmiştim. Bize güllük gülistanlık bir yaşam sunuluyor ve bunun kalıcı ve uzun süreli olduğu söyleniyor. Tabii, bunu yapan çoğunlukla gazete ve televizyonlar. Bu kavramlar topluma pompalandığında yeterli akademik eğitimi olmayan gençlerde bu durum, net bir şekilde umuda dönüşüyor.
Kitabında hangi futbolcularla görüştün?
Bilimsel çalışmanın etik kurallarından ötürü gerçek isimler kullanmadım. Ama görüştüğüm amatör futbolcular dışındaki tüm profesyonel futbolcular, üst liglerde oynamış sporculardı. En üst kategoriden an alt kategorileri kadar futbol oynamış sporcular… Bu futbolcular tüm bu olumsuz deneyimleri yaşamış kişiler. Bunlar arasında üç büyüklerde belli bir süre oynayıp başka takımlara giden futbolcular da var.
80’li yıllarda oğullarını futbolcu yapmak ve buradan para kazanmak isteyen ciddi bir kitle vardı. Şu an ailelerin futbola bakışı nasıl?
Bence hâlâ yoksul kitle için futbol bir vazgeçilmez. Bütün ülkelerde bu böyle. Kuzey Avrupa’da bile futbol, yoksul kesimler için bir sıçrama aracı. Genç sporcuların haklarına saygı duyulan yapılar var. Barcelona altyapısı böyle bir yer mesela. Almanya’nın köklü kulüplerinden Nurnberg’deki yapının şartları da oldukça iyi.
Aileler çocuklarına futbolcu olmaları için baskı yapıyor mu?
Aileler, bu sektördeki paranın miktarını görmeye başladığı andan itibaren kurduğu baskıyı bir baskı gibi görmüyor. Ancak genç bir sporcu için bu büyük bir baskı. Başarılı olabilmesi için çok çalışması, kendine iyi bakması, antrenmanlarını aksatmaması, iyi beslenmesi gerekiyor. Sporcu bunların birini aksattığında önce ailesi, sonra kulüpteki antrenörü ve yöneticisi tarafından sert eleştirilere maruz kalıyor.
Gelelim Karaçay Spor Kulübü’ne. Bu konuyu gündeme getiren ilk yazarlardan birisin. Karaçay senin için ne ifade ediyor?
Karaçay, yukarıda saydığım tüm olumsuz özelliklerden farklı olarak, maç kazanma hırsı, aile ve antrenör baskıları olmaksızın, bir mahallede yaşayan çocukları kötü alışkanlıklardan kurtarmak için kurulmuş bir yapı. Çocukları bu kötü alışkanlıklardan kurtarırken onları futbolun ve sporun güzellikleriyle tanıştırmak da Karaçay’ın ulvi amacı. Karaçay, tamamen insani değerleri ön plana koyan, kazanmanın başka türlü anlamdırıldığı bir alan.
Senin Karaçay’la yolun nasıl kesişti?
Üniversitedeki oda arkadaşım sayesinde Karaçay ilgimi çekmeye başladı. Arkadaşım Karaçay belgeselini izlemiş ve Osmaniye’ye gitmişti. Sonra oranın yönetici ve sporcularıyla beni de tanıştırdı. Hatta o dönem Karaçay’ın genç sporcularını İstanbul’a getirip Florya’da Galatasaray’la bir dostluk maçı yaptırmıştık.
Kitabının gelirini Karaçay’a bağışlamışsın...
Evet, tüm telif gelirleri Karaçay Gençlik ve Spor Kulübü ve Derneği’ne aktarılacak. Ayrıca bu konuyla ilgili çok geniş bir sosyal medya ağı da oluşturduk. Farklı şehirlerden kitap talepleri geliyor. Bu anlamda kulübe çok iyi bir katkımız oldu. Olmaya da devam edecek. Geçenlerde Karaçay’la ilgili harika bir gelişme de yaşandı. Nef firması, spor kulübümüze sponsor oldu. Galatasaray ve Barcelona’dan sonra Karaçay… Oradaki insanların dokuz yıllık emeği sonunda meyvelerini vermeye başladı.