11 Temmuz Dünya Nüfus Günü, sadece rakamların ele alındığı bir gün değil aynı zamanda dünyanın geleceği için nüfusun önemine işaret edilen bir gün. Bu amaçla, günümüzün gerçek rakamları ile birlikte, nüfus ve dünya hayatına dair olabileceklere odaklanan bazı distopik eserlere bir göz atıyoruz.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından, 1989 yılında dünya nüfusunun 5 milyar insana ulaştığı tarih olan "11 Temmuz 1987", "Dünya Nüfus Günü" olarak kabul ediliyor. Bu özel günde, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından her yıl dünya nüfusuyla ilgili önemli istatistiklerle beraber konulara da dikkat çekiliyor. Amaç, nüfus ve kalkınma konularında farkındalık oluşturmak. Biz de önce bu verilere değinelim.
Birleşmiş Milletler’e göre dünya nüfusu, 1999'da 6 milyara, 2011'de 7 milyara, 2022'de 8 milyara ulaştı. UNFPA'nın "2023 Dünya Nüfusunun Durumu Raporu"na göre ise güncel rakam 8 milyarı geçti. Rapor bize gezegenimizdeki en kalabalık ülkenin ise Hindistan olduğunu söylüyor. Hindistan’ın nüfusu 1 milyar 428 milyon 600 bin kişi. Hindistan'ı, 1 milyar 425 milyon 700 bin ile Çin ve 340 milyonluk nüfusuyla ABD izliyor. Raporda ortalama insan ömrü baz alınarak erkeklerin ortalama 71, kadınların ise ortalama 76 sene yaşadığı kaydediliyor.
Yine UNFPA verilerine dayalı öngörüler ışığında; Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Etiyopya, Hindistan, Nijerya, Pakistan, Filipinler ve Tanzanya’da nüfus artışı hızlanabilir. Hatta söz konusu bu ülkelerin, 2050'ye kadar küresel nüfusta öngörülen artışın yarısını oluşturması bekleniyor. Rapora göre Türkiye’nin güncel nüfusu ise 85 milyonu geçti.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise, Türkiye, 85 milyon 279 bin 553 kişilik nüfusuyla 194 ülke arasında 18'inci sırada yer alıyor. Türkiye'nin nüfusu aynı zamanda dünyadaki toplam nüfusun da yüzde 1,1'lik oranına denk geliyor.
Yaşlılık ve doğum oranları
Öte yandan gezegenimizde yaşayan insanların yaşam süresi de arttı. Bu da demektir ki Dünya nüfusu hızlı biçimde yaşlanıyor. Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde 2021 yılı rakamlarına göre 65 yaş ve üstü nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 21. Japonya ise yüzde 30 ile yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu ülke. Türkiye’de de yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı yıllar içinde artış gösteriyor. 2014 yılında oran yüzde 8 iken 2022 yılında bu oran yüzde 10’a çıkmış. TÜİK’in tahminleri ışığında, yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı 2030 yılında yüzde 13 olacak.
Gelelim nüfus artışını etkileyen bir diğer temel meseleye; doğum oranlarına. Türkiye, AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında doğum oranlarında en hızlı düşüşün gerçekleştiği ülke. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık oranı 2021’e gelindiğinde yüzde 29 oranında -yüksek bir rakam- azalarak 1,7’ye düştü.
Dünyaya baktığımızda, İskandinav ülkeleri, diğer gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında 2000’li yılların başında daha yüksek doğurganlık oranlarına sahipti. Finlandiya’da ortalama doğurganlık hızı, 2010'daki 1,9'a kıyasla 2021 yılında 1,46 olarak gerçekleşti. Norveç’te 2010'da 1,96 olan doğurganlık oranı 1,55’e geriledi.
Öte yandan BM Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi'nin (UNDESA) "Dünya Nüfus Beklentileri 2022" raporundaki tahminlere göre de dünya, 2030'da 8,5 milyar, 2050'de 9,7 milyar, 2100'de ise 10,4 milyarlık nüfusa ev sahipliği yapacak.
İşte edebiyat ve sinema dünyasını distopik hikayeler sunarken en çok besleyen konu ise nüfusun bu kontrolsüz artışı ve günün sonunda limitli olan yerküre kaynaklarıyla nüfus arasında boyutları hızla artacak dengesizlik.
Distopyalar gerçeklerden ilham alıyor
Üstte yer alan verilere dönersek; doğurganlık oranlarında meydan gelen hızlı düşüş ve doğuştan beklenen yaşam süresinin artması nüfusun yapısını değiştiriyor. Çocukların nüfus içindeki oranı azalıyor, yaşlıların oranı artıyor. Bu demografik dönüşüm toplumsal yapıları bir bütün olarak etkiliyor. Dünyanın kaynakları halihazırda dahi ülkeler arasında hakkaniyetli bölüşülmüyor. Gelecekte nüfusu artacak ülkeler nüfusları çerçevesinde bu kaynakların ne kadarına ulaşabilecek?
Bu noktada hikaye anlatıcıları için odaklanılan ilk konu da genellikle cinsellik ve üreme oluyor. Kimilerine göre insanların klonlandığı bir geleceğin ilk adımları “Koyun Dolly” ile atılmıştı. Komplo teorisyenlerini, genetik bilimin açıkladığı üremeye dair her yeni haberde “işte dediğimiz çıkıyor” havasına bürünüyor olabilir. Belki de haksız değillerdir ancak o denli uzak bir geleceğe ömrümüz yetmeyeceğinden distopyaların bize sundukları üzerine düşünmekle yetineceğiz.
Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı
Örneğin distopya denildiğinde akla gelen ilk eserler olan Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sında üreme devlet tarafından kontrol altına alınıyor. Bu dünyanın cesur insanları, Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretiliyor. Aile, evlilik, kendi çocuğuna sahip olma hakkı ortadan kaldırılıyor. Çocuklar kuluçka yöntemiyle tüplerde üretiliyor.
Yine George Orwell’in klasik haline gelmiş “1984” isimli kitabındaysa evliliğin tek amacı, partinin hizmetine verilecek çocuklar üretmek oluyor.
Kadının haklarına vedası “Damızlık Kızın Öyküsü”
Dijital bir platformda “The Handmaid's Tale” adıyla yayımlanan dizi, Margaret Atwood’un aynı adla kalem aldığı, Türkçesi Damızlık Kızın Öyküsü olan kitabından uyarlama. Distopik bir gelecekte kadın cinsi artık kimliksiz bir çocuk üretim aracına dönüşmüştür. Yaşamını sürülmeden ve öldürülmeden birer Damızlık Kız olarak sürdüren kadınlara artık âşık olmak, sevmek, onaylanmak yasaktır. Onlar sadece üremek için kullanılan birer araçtır.
Yeri gelmişken not düşelim; kadın bedeninin bir araç olarak kullanıldığı bu durum, günümüzdeki “taşıyıcı annelik”in farklı ve evrilmiş halleri olarak da görülebilir. Taşıyıcı annelik de bir anlamda “ödenekli kuluçkalık” olarak tanımlanabilir. Günümüzde ticari amaçlı yapılan taşıyıcı annelik, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Belarus, Ermenistan ve bazı ABD eyaletlerinde serbest. Bir dönem serbest olan Tayland ve Kamboçya’da ise şimdilerde yasak.
Polisiye yazarı P.D. James’in “Children of Men”i de 1992 yılında yayımlanıyor. Bu roman da 2006 yılında Alfonso Cuaron tarafından sinemaya uyarlanıyor. “Children of Men” de doğurganlık sorunlarıyla ilgileniyor. Yazar James’in 2021 yılında geçen gelecek vizyonunda, kısırlaşmamış ve hamile tek bir kadın bulunuyor. Başkahraman Theo, dünyadaki tek hamile kadını korumak için gizemli bir grup tarafından işe alınıyor ve ardından olaylar gelişiyor.
Distopya yazarları, 2000’li yıllara gelindiğinde de ise cinsiyet, üreme ve doğurganlık konularında eserler veriyor. Örneğin Cormac McCarthy’nin 2006’da yayımlanan Pulitzer ödüllü romanı The Road (Yol)’da da kadınlar birer “bebek üretim makinesi” olarak gösteriliyor. Ancak burada birçok distopyada olan kıtlığa karşı ortaya çıkan yamyamlık konusuna da değiniliyor ve üretilen bebekler, yiyecek olarak kullanılıyor. Roman, 2009 yılında John Hillcoat tarafından beyaz perdeye de taşınıyor. Yine 2010 yılında Kazuo Ishiguro’nun aynı adlı kitabından beyaz perdeye uyarlanan “Never Let Me Go” filminde de insanlar bu kez organları için klonlanıyor.
Distopik kurgular, geleceğe yönelik sosyal kaygılarla şekilleniyor. Bakıldığında günümüzde kitap ya da film olarak sunulan distopik eserlerde de sıklıkla odağa alınan konular; salgınlar, aşılar, nükleer savaş ya da terör saldırıları gibi konular oluyor. Bunların da temelinde genellikle nüfus artış hızının kontrolüne dair endişeler bulunuyor. Hatta iddialı bir tespit olsa da bu eserler incelendiğinde, toplumda hâlihazırda var olan kimi eğilimlerin olası sonuçlarına karşı sert bir uyarı misyonu taşımayı görev edindikleri de görülüyor. Yapay insan üretimi, hızla gelişen teknolojinin kötüye kullanımı, aşırı nüfus artışı gibi meselelerin daha uzun yıllar sosyoloji, psikoloji ve sanat alanlarında üzerinde çalışılacak başlıklar olacağına kuşku yok.
KAYNAKLAR
Anadolu Ajansı
Eurostat, ONS & Turkstat
TÜİK İstatistiklerle Yaşlılar 2022