Piyasadaki yapay balların sayısının bir hayli artması, organik bala olan ilgiyi, ihtiyacı ve dolayısıyla bal üreticilerinin sayısını oldukça artırdı. Biz de arıcılığa merak salan Gazeteci Sadık Güleç ile bu işe dair merak ettiklerimizi konuştuk.
Bal, sofralarımızdaki en değerli besinlerden biri. Ancak son yıllarda market veya internetten satılan ucuz balların içindeki katkı maddelerinin fazlalığı, bal kalitesi konusunda ciddi soru işaretleri uyandırıyor. Kaliteli ve organik bal konusunda bir ihtiyaç doğunca da sayıları azımsanmayacak kadar fazla girişimci, organik bal üretimi konusunda harekete geçti. Açılan meslek edindirme kursları, internet eğitimleri ve devlet destekleriyle arıcılık popüler mesleklerden biri haline geldi. Arıcılık kabaca, “belli amaçlar doğrultusunda bal arılarını kullanabilme ve yönetebilme sanatı” olarak tanımlanıyor. Bunun yanında arıcılığı, bal ticareti yapmadan, sadece hayvanseverlik duygularıyla yapanlar da var. Nesli tükenmekte olan canlılar sınıfına giren bal arılarını, sadece soyunun devam etmesi için koruyan insanların sayısı da oldukça fazla.
Türkiye, arıcılığın ihtiyacı olan bitki örtüsü ve verimli iklim kuşağına sahip. Bu yüzden bal üretiminde önemli bir yerde. Tarım ve Orman Bakanlığının verilerine göre son 10 yılda Türkiye’nin kovan varlığı 6 milyona ve bal üretimi yaklaşık iki kat artarak 94 bin tona ulaştı. Ayrıca Türkiye hem kovan varlığı hem de bal üretimi bakımından dünyada ikinci sırada bulunuyor. Arıcılığın bitkisel üretime olan etkileri de dikkate alındığında bu faaliyetin ulusal ekonomiye olan toplam katkısının 500 katrilyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Peki bu işi herkesin yapabilmesi mümkün mü? Arıcılığa başlamayı düşünenleri neler bekliyor? Tüm bu soruların cevabını, dört yıl önce arıcılığa başlayıp bu işi gazetecilik mesleğiyle sürdüren Sadık Güleç’ten aldık.
Hayatı boyunca gazetecilik yapmış birinin arıcılık işine girmesini sağlayan motivasyon ne oldu?
Aslında bunu bir iş olarak görmüyorum. Arıcılık, tamamen bir tesadüf ile girdi hayatıma. Yıllar önce köye gittiğimde evimizin bahçesinde bulunan kiraz ağacına bir arı kolonisi gelmişti. Onu görünce çocukluğumda evde de arı beslediğimiz aklıma geldi. O evi yapanlar ikinci katta kilerin bulunduğu odanın duvarına arıların yaşayacağı bir boşluk bırakmışlardı. Arılar duvarın dış kısmındaki delikten duvarın içine giriyorlardı. Kilerde ise arıların balını almak için bir kapak vardı. O kapağı açıp arıların balını aldığımızı hatırlıyorum. Müthiş bir şeydi. O anılar tekrar canlanınca merak edip arıları araştırmaya başladım. Fakat o dönemde günlük bir gazetede çalışıyordum ve sürekli köye gidip arı bakacak zamanım yoktu. Birkaç yıl sonra serbest çalışmaya başladım. O arada babam hastalandı. Onun yanında olmak için köyde birkaç ay kaldım. O boşlukta arılar tekrar aklıma geldi. Arısı olan birkaç kişiden arılı kovanı alıp köyün yakınındaki tarlama koydum. Böylece bende bu bağımlılık da başlamış oldu.
Arıcılık yapmak isteyen birinin nelere ihtiyacı vardır?
Arıcılığa yeni başlayanlara yönelik ilk verilen öğüt, birkaç kovanla başlayıp işi öğrendikten sonra çoğaltmalarıdır. Ben buna pek katılmıyorum. Elbette onlarca kovanla bir anda başlayın demiyorum. Fakat arıcılık dönemsel bir iştir. Yani aynı diğer tarım ürünleri gibi balı alacağınız yöreye göre değişen bir zaman dilimi vardır. Bu 15 gün ile bir buçuk ay arasında değişiyor. Yani o dönemde balı alabilirseniz bir ürün elde edebilirsiniz. Ama arıcılık aynı zamanda riskli bir iştir. Yani hiç tahmin edemeyeceğiniz nedenlerden dolayı arıları kaybedebilirsiniz. O yüzden biraz daha fazla sayıda kovanla başlayabilirsiniz.
Ben dört kovanla başlamıştım. Ama keşke 10 kovanla başlasaydım diyorum. Arıcılıkta temel bazı ekipmanlar var. Öncelikle iyi bir arıcı maskesi almanızı tavsiye ederim. Türkiye dünya arıcılık sektöründe kovan sayısı anlamında sanırım ikinci sırada olmalı. Ama arıcılık malzemesi konusunda durumumuz içler acısı. Son derece kalitesiz ucuza kaçan ürünler var. İnternetten araştırma yapıp havadar ve kaliteli maskeler bulabilirsiniz. Ne demek istediğimi o maske ile biraz sıcakta yarım saat çalışınca anlayacaksınız.
Arıcılığın tehlikeli yanları da var mı?
Maskenizi kovanlarda hangi işlemi yaparsanız yapın mutlaka giymelisiniz. Arı çeşitli nedenlerle bir anda saldırganlaşabilir. Bu arada önemli bir şeyi atlamayalım. Mutlaka arıya karşı alerjiniz olup olmadığını tespit ettirin. Sonuçları ölümcül olabilir. Birkaç saniye içinde yüzlerce arının nasıl bütün vücuduna saldırdığını görseniz şaşarsınız. Kaçma şansınız falan olmaz. Bu yüzden arıcılar her yıl birkaç kayıp verirler. Kovanınızı açarken çıtaları kaldırmak için el demirine ihtiyacınız var. Kovanı açmadan önce mutlaka bir körük kullanmanız gerekiyor. Elbette yine arıcı eldivenleri almalısınız. Bu eldivenler arının iğnesinin giremeyeceği kalınlıktadır. Ben ilk kovan açışımda daha rahat hareket etmek için iş eldiveni kullanmıştım. Birkaç saniye içinde belki on tane arı o eldiveni delik deşik etti. Sonuçta sol elimi bir hafta boyunca kullanamadım.
TÜRKİYE ARICILIK İÇİN CENNET BİR ÜLKE
Arıcılık mesleği nasıl bölgelerde yapılabilir?
Elbette en önemli şey kovanların kurulacağı yerin seçimi. Mutlaka yerleşim yerlerinden, işlek yollardan uzak bir yer olmalı. En az üç yüz metre uzaklık olsun. Arılar alerjisi olan bir komşunuza zarar verebilir ya da insanları rahatsız edebilir. Arıların bulunacağı yeri seçerken en önemli noktalardan birisi sabah güneşini alması. Kovanlarınızın yönü güneye ya da güney doğuya bakarsa çok daha iyi olur. Türkiye arıcılık için gerçekten cennet bir ülke. Yoğun sanayi bölgelerinin olmadığı hemen her yerde arıcılık yapılabilir. Bir de yoğun zirai ilaçlama yapılan yerlerden uzak durmakta fayda var. Arı ölümlerinin büyük çoğunluğu bu nedenle oluyor. Ayrıca bu zirai ilaçların kalıntıları bala, balmumuna da geçebiliyor. Yani bal sandığınız kadar temiz bir ürün olmayabilir.
Başlangıçta yaşadığınız zorluklar nelerdi?
Arıcılıkta belirli işleri yapmanız gereken dönemler var. O dönemlerde iyi çalışırsanız verim alıyorsunuz. Her gün yapmanız gereken işler yok. Tabii yine de zamanınızı alan önemli dönemler var. Biraz gazetecilikten gelen bir alışkanlıkla önce sağlam bir araştırma süreci yaşadım. Burada karşıma çıkan en önemli sorun, bu konuda kaynakların son derece sınırlı olmasıydı. Hele başlangıç bilgilerinin tamamı neredeyse tek kalemden çıkmış gibi standart cümlelerle başlıyordu. O yüzden başlangıçta bir kursa gitmenizde fayda var. Fakat arıcılık kurslarının da çok yeterli olduğunu söyleyemem. Ben çok sonra sertifikaya ihtiyaç duyduğum için gittim. Ama internette özellikle yurt dışı sitelerde müthiş videolar ve anlatımlar var. Bunları mutlaka izleyin, okuyun. Şunu da ayrıca belirtmek gerekiyor: Etrafınızdaki arıcılardan başlangıçta destek alabilirsiniz. Ama kesinlikle arının yaşamına etki edecek uygulamaları o arıcılara güvenip yapmayın. Özellikle arı zararlılarına karşı ilaçlar konusunda sizi yanlış yönlendirebilir. İstemeden de olsa, hem arıya hem balı tüketen insanlara zarar verebilecek tavsiyelerde bulunabilirler. Bu konuda kriteriniz akademik yayınlar olsun.
Arıcılık kârlı bir iş mi? İyi kazanç sağlanabilir mi?
Çok kısa mesafelerde çok değişik floraya sahip bir ülkeyiz. Üstelik çiçek çeşitliliğimiz acısından da özel bir yere sahibiz diyebilirim. Bu işi hem severek hem de bilinçli olarak yapanlar para kazanıyor. Bal bölgeye göre değişen kısa bir zaman diliminde elde ediliyor. Gezgin bir arıcı nisan, mayıs, belki haziran aylarında ilkbahar balı alabilir. Sonra Trakya’ya geçip ağustosta ayçiçek balı alır. Oradan eylülde Kazdağları’na gidip çam balı elde eder. Yani yılda birkaç ürün almak mümkün. Ya da benim gibi sabit arıcılık yapıp belli bir yöreye özgü bal da alabilirsiniz.
SAHTE BALI TEST YAPMADAN ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL
Bir dönemin çok konuşulan konusu olan sahte bal sorunu çözüldü mü?
Bal konusunda haklı olarak kuşku duyuyoruz. “Arıya şerbet veriyor musunuz?” sorusu ilk sorulan soru. Benim de çok kızdığım bir soru aynı zamanda. Tabii ki arıya şerbet veriyoruz. Hem de çok çeşitli nedenler ile veriyoruz. Ama bal almak için şerbet vermek ayrı bir şey. Yani kıştan çıkan içinde balı kalmamış açlıktan ölecek olan kovanı kurtarmak için elbette şerbet verilir. Bir de sahte bal konusunda tüketiciden kaynaklanan bir sorun da var. Tüketici şekerlenen yani kristalleşen balın sahte olduğunu düşünüyor. Bu nasıl çıkmış nasıl bu kadar yaygınlaşmış anlamak mümkün değil. Aksine şerbet verilerek elde edilen ballar şekerlenmez. Sırf bu yüzden dünyanın en kaliteli balına sahip ülkemizde, büyük firmalar balı belli bir işlemden geçiriyor. Bu kristalleşmeyi engelliyor. Ama balın birçok yararlı özelliğini de yok ettiği kesin.
Sahte bal ile gerçeğini nasıl ayırırız?
Sahte balı anlamak kesinlikle mümkün değil. Bu tamamen laboratuar testi ile mümkün. Sadece balda bulunan prolin adı verilen bir amino asit var. Tarım bakanlığı Türkiye’de biraz geç de olsa balda prolin miktarını belirledi. 300 prolinin altında çıkan balları sahte bal kabul ediyor. Yani şerbet verirseniz o balda prolin olmuyor. Mesela en kaliteli bal sayılan Anzer balının prolin miktarı her yıl bin 200 ile bin 400 arasında gidip gelir. Türkiye’de tabii bu oranları yakalayan hatta geçen bölgeler de var. Ama bilinmedikleri için Anzer balı kadar pahalı satılmıyor. Şunu da eklemek gerekiyor. İnsanlarımız bu laboratuar testini geçmek için bile yöntem bulmuş. Mesela 800 prolin çıkan bir teneke balı alıp içine şerbet katıp 400 proline düşürüyor. Testi geçiyor ama sonuçta içine katkı yapılmış bir ürün var. Ancak bakanlık bunun da önüne geçmenin yolunu buldu.
Ne gibi arı hastalıkları var?
Kovanı söndüren, bal almanızı engelleyen birçok kovan zararlısı ve hastalık var. Fakat en önemli zararlı, varroa denilen bir tür arı biti. Bugünlerde koronavirüsü konuşuyoruz. Varroa’yı da bir tür arıların koronası gibi düşünün. Arada şöyle bir benzerlik var. Koronavirüsü Çin’de Wuhan’da ortaya çıkan bir virüs. Varroa’da uzak doğuda, Asya’da bir adadan ellili yıllarda dünyaya yayıldı. Ondan önce yalıtık olarak orada bulunan arılar üzerinde yaşıyordu. Tabii oradaki arılar bu zararlı ile birlikte evrim geçirdikleri için onlara çok büyük zararı olmuyordu. Fakat bir şekilde adanın dışına çıktı ve tüm dünyaya yayıldı. Arıların kanını emen, onları güçsüzleştiren ve kısa sürede tüm kovanı saran iğne başından biraz daha küçük bir zararlı. Etkisini minimuma düşerecek ilaçlar kullanılıyor. Fakat tamamen yok edilemiyor. Yetmişlerin sonuna doğru Türkiye’ye de geldi. Buna karşı kullanılan özellikle arıcıların kullandığı ruhsatsız ilaçlar balda kalıntı bırakıyor. O yüzden ben hep şunu diyorum. “Balda şerbet var mı?” sorusu çok anlamlı değil. “Balda kalıntı var mı?” diye sorun.
Türkiye'deki arıcılık sektörünün şu anki sorunları neler?
Sektörün en büyük sorunu bence hala bir sektör gibi davranılmaması. Geçtiğimiz günlerde iki arıcılık fuarını ziyaret ettim. Katılan firmalar son derece azdı. Bunun dışında, en önemli sorunların başında üretilen malzemelerin çok kalitesiz oluşları geliyor. Bu konuda firmaları da suçlamıyorum. Bu sektördeki üreticilerin bilgi ve bakış açısıyla da alakalı bir durum var. Arıcılar da en ucuz ürünleri tercih ediyorlar. Normalde bir çiftçi ürün elde ettiği tarlasına bakar, temizler, iyi ürün elde etmek için masraftan çekinmez. Fakat iş arıcılık sektörüne gelince inanılmaz bir manzara var. Çok kalitesiz kovanlar üretiliyor. Çünkü hiç kimse yüz liraya bir kovan almak varken bunun üç katını vermek istemiyor. Ya da ilaçlar konusunda merdiven altı birçok ürün tercih ediliyor.
Ben büyükbaş hayvanlar için kullanılan bir ilacın arılarda kullanıldığını dahi gördüm. “Varroa’yı bitiriyor” diyordu kullanan kişi. Tabii aynı ilacın balda nasıl bir kalıntı bıraktığını, arının ömrünü nasıl kısalttığını kimse düşünmüyor. Ayrıca çok bal odaklı düşünen bir sektör. Diğer arıcılık ürünleri, propolis, polen, arı sütü gibi ürünlerin elde edilmesine yönelik bir çaba çok az. Oysa polenin, propolisin birçok hastalığın tedavisinde, bağışıklığın güçlendirilmesinde katkısı olduğuna ilişkin çok ciddi akademik araştırmalar var.