İçinde hem dans hem müzik hem de drama barındıran müzikallerin anavatanı Broadway, her yıl onlarca gösteriyle izleyicilerine unutulmaz anlar yaşatıyor. Biz de 33. yılını deviren efsane müzikal The Phantom of the Opera’yı (Operadaki Hayalet) izlemek ve bu ihtişamı yerinde gözlemlemek için Broadway’in yolunu tuttuk.
Broadway dediğin bir nevi Yeşilçam!
Hiçbir fikri olmayanlar için Broadway dünyasıyla ilgili kısa bilgiler vererek başlayalım. ABD’nin New York şehrinde, şu meşhur, dev ışıklı tabelaları ile tanıdığımız Times Meydanı’nı dik kesen birkaç caddeden oluşan Broadway semti, günümüzde özellikle müzikal dünyasının merkezi konumunda. Yani bugün Amerikan profesyonel tiyatrosuna verilen genel isim olan Broadway, ismini işte bu bölgeden alıyor. Tıpkı Türk sinemasını betimlemek için kullanılan Yeşilçam kavramının, ismini Beyoğlu’nda bulunan Yeşilçam Sokağı’ndan alması gibi…
Tiyatrolar Bölgesi (Theater District) olarak da anılan Broadway’de, W 41st Street ve W54th Street arasında (13 blok boyunca) toplam 39 büyük kapasiteli sahne bulunuyor. Bu sahnelerde hem müzikaller hem tiyatro oyunları hem de tek kişilik stand-up şovları yılın neredeyse 365 günü aralıksız şekilde sergileniyor. Yani anlayacağınız Broadway’de “şov devam etmeli” mottosu geçerliliğini koruyor.
Son dakika biletinden şaşmayın
Biz programımız nedeniyle The Phantom of the Opera’yı görmeye bir Cumartesi günü gidebildik. Times Meydanı’na vardığımızda her gün 20:00’de başlayan suareler için saat 18:00 gibi TKTS’nin önünde ciddi bir kuyruk oluşmuştu. Ama neyse ki kuyruk çabuk ilerledi, 19:00 sularında biletimize kavuştuk ve 44th Street’teki Majestic Theatre’ın yolunu tuttuk. Broadway’in en büyük ve donanımlı sahnelerinden biri olan 1600 koltuk kapasiteli Majestic Theatre, henüz içeri adımınızı atar atmaz sizi havaya sokan bir atmosfere sahip. 1927’de inşa edilen bu son derece estetik sahnenin mimarisi de The Phantom of the Opera’nın ruhu ile epey uyumlu. Majestic’te sahnelenen gösteriler için tüm koltuklar dolduğunda, giriş kısmı biraz kalabalık görünse de işini titizlikle yapan personel sayesinde yerinizi şıp diye buluveriyorsunuz.
Ve perde….
TRT’deki bir pazar günü müzik kuşağında gösterilen The Phantom of the Opera’nın şarkılarını ve repliklerini, yaşı tutanlar hatırlayacaktır. Hatırlamasanız bile sahnenin akustiğinden ötürü herhangi bir sözcüğü kaçırmanızın ihtimali yok. Hatta dileyenler için Majestic Theatre’da kulaklıklı çeviri asistanları da bulunuyor.
Andrew Lloyd Webber’in yazdığı ve bestelediği bu artık klasikleşmiş müzikal, yüzündeki yara nedeniyle kendini gizleyen saplantılı bir aşığın genç bir opera sanatçısına olan biraz ürkütücü biraz da ilham veren aşkını konu alıyor. Oyunda “hayalet” olarak anılan karakterin gerçek bir hayalet olup olmadığını ise tahminimizce sadece oyunun yaratıcısı Webber biliyor. Daha ilk sahnesinden itibaren ne kadar büyük bir prodüksiyonun içinde olduğunu izleyiciye hissettiren bu şahane müzikalin başrol oyuncusu Kaley Ann Vorhees, deyim yerindeyse 2,5 saat süren oyun boyunca melek sesiyle kulakların pasını siliyor. Diğer tüm oyuncu ve dansçılar da tek hata yapmadan görsel bir şölen sunuyorlar.
Oyunu Mezzanine adı verilen asma kat kısmında izlediğimiz için oyunun muhteşem müziklerini canlı canlı çalan orkestrayı da izleme şerefine nail olduk. Sıfır hata ile çalınan etkileyici notalar ve tüyleri diken diken eden performanslarla süslü bu saatler, belki de katıksız olarak “anda kalabildiğimiz” yegane zamanlardan olmayı başardı.