Önce Kırmızı Oda adlı dizi TV 8’de başladı. Bir hafta kadar sonra, Eylül 2020’de TRT 1’de Masumlar Apartmanı dizisi yayına girdi. Son olarak da Kanal D’de Camdaki kız. Bu üç dizinin ortak bir noktası var: Üçü de tek bir yazarın, psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu’nun kaleminden çıkmış kitaplara dayanan senaryolara sahip ve üçünde de, Budayıcıoğlu’nun zamanında muayenehanesine gelen hastalarının gerçek hayat hikayeleri anlatılıyor. Daha farklı ifade edersek, dizilerde anlatılan aslında senin-benim; bizim hikayemiz. Bu toplumda, günlük hayatta yaşananlar. Gerçekler!
Bir psikolog ve hastaları
Kırmızı Oda’da konu bir psikiyatrın kliniğinde, kendisini ve meslektaşlarını ziyaret eden, kimi kendi gönüllü gelen kimi de yakınları tarafından zorla getirilen hastaların hikayeleri. Bazılarında yaşadıkları o kadar derinlere dayanıyor ki, insan ister istemez etrafında gördüğü, “tuhaf” olarak nitelenen herkesi daha farklı bir gözle inceleme ihtiyacı duyuyor. Anlatılanlardan bazıları o kadar çarpıcı ki, insan bazen “senaryodur bunlar” diyor ama değil işte. Kırmızı Oda’yı bölüm bölüm izledikçe, sessiz sakin evlerde, kendi halinde yaşayan ailelerde aklınızın köşesinden bile geçmeyen acılar yaşandığına tanık oluyorsunuz. O acılar ki, en hafifinden klasik bir Türk usulü bela savma hareketiyle kulağınızı çekip tahtaya vurursunuz, en ağırından aklınıza geçmişte ya da bugün, benzer tavırlar sergileyen tanıdık simalar gelmesine sebep olur. Hatta o sima, kendiniz bile olabilirsiniz!
O evdeki herkes masum
Masumlar Apartmanı’nda asıl gördüğümüz şey, maddi durumu ne kadar iyi olursa olsun, yaşam standartları ne kadar yüksek olursa olsun, insanların gerçekte içlerinde büyüdükleri ailelerin travmalarını yansıttığı şeklinde. Ailenin evlenmemiş büyük kızı Safiye var örneğin. Safiye, temizliğe öylesine kafayı takmış bir karakter ki, evin mutfağına sadece kız kardeşi Gülben, o da yardıma ihtiyacı varsa ve Safiye’nin istediği gibi davranma koşuluyla girebiliyor. Safiye, akşam yemeği için pişireceği taze fasulyeyi tek tek sabunla üçer dörder kere yıkayan bir hastalıklı ruh. Ona kalsa herkes, her şey, her yer pis! Erkek kardeşinin jest olsun diye aldığı gülleri bile “pistir” diye temizleme uğruna sabunlayıp yapraklarını dökecek kadar sorunlu bir tip Safiye.
Takıntılı annenin işkenceleri
Camdaki Kız’da ise bir annenin takıntılarıyla birlikte ağır yaptırımları da var. Bunlar öyle yaptırımlar ki izlerken insanın içi daralıyor. Bu annenin namus takıntısı öyle boyutlarda ki kızının sözüne inanmaktansa kurşun döktürmeye, muska yaptırmaya hatta kızını bekaret kontrolü için jinekoloğa götürmeye kadar iş dallanıp budaklanıyor. Kızı dediğimiz de liseli zannedilmesin, yaşını başını almış, üniversiteyi bitirmiş iç mimar! Bu kız gün boyu tuvalete gitmesini bile engelleyen bir korse giyiyor. Tuvalet ihtiyacı olmasın diye çay, su gibi en masum sıvıları almasına bile izin vermiyor. Eve gelince çantası aranıyor, akşam banyoya sokuluyor, vücudunda bir iz, bir kızarıklık var mı kontrol ediliyor.
Bu üç dizinin de gayet iyi rating aldığını biliyoruz. Yalnız meseleye iki farklı açıdan bakanlar var. Bir kesim, nasıl ki bir zamanlar yeraltı dünyasını konu edinen diziler ekranlardan salonlarımıza yağmur gibi yağıyordu, şimdi de psikolojik dizilerin aynı şekilde televizyon ekranlarından evlerimizin salonlarına doğru adeta ittirildiğini savunuyor. Böyle düşünenlerin bir kısmı, Gülseren Budayıcıoğlu’nun hastaları ile yaşadıklarını, dizi halinde seyretmekten şikayetçi. İkinci grup ise bu tür dizilere hepten karşı. “Zaten Covid 19 yüzünden evlere hapsolduk, bu dizilerle içimizi iyiden iyiye karartıyorlar” diyor. Bu kesim ayrıca yapımcıların neşeli, birlik ve beraberlik duygusunu aşılayan, komşuluğu, mahalle kültürünü öne çıkaran, bir şeyler öğretip mesajlar veren diziler çekmesi gerektiğini savunuyorlar.
Kendiyle yüzleşmek
Bir de diğer kesim var. Bu tür dizileri onaylayan, her bölümü merakla bekleyen ve gözünü kırpmadan seyredenler. Bu kesim de ikiye ayrılıyor. İlk grupta, sadece anlatılanları beğendiği için izlerken ikinci grup ise hayli ilginç: Onlar ekranlarda, Kırmızı Oda’nın, Masumlar Apartmanı’nın ya da Camdaki Kız’ın her bir bölümünde tanıdık birini görüyor. Kendisi gibi temizlik takıntısı olanlar, evinden çıkmaya korkanlar, ellerini defalarca yıkayanlar, gününü evi temizlemekle geçirenler, namus takıntısı yüzünden hayatı yakın çevresine zindan edenler ya da böyle takıntıları olan biriyle yıllarını geçirenler; ekrana baktıkça eşini, evladını, kız kardeşini, annesini, ağabeyini, halasını dayısını vb. görenler... Bu dizilerin onlar için son derece olumlu bir yanı var: Bir anlamda ilk kez kendilerine dışarıdan bakma şansları oluyor. Hatta ilk kez, takıntılarıyla yüzleşiyorlar.
Bilinçaltına yer eden travma
Peki, takıntı nedir? Takıntılı olmak nasıl bir şeydir? Bunu bir uzmana, REEM Nöropsikiyatri’nin kurucusu Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz’a sorduk.
“Takıntılar insanın tüm enerjisinin bir alana odaklanmasına, bir noktaya konsantre olmasına sebep oluyor. Kişi başka bir şey yapamaz, başka bir şey düşünemez hale geliyor. Bu da hem kişi bazında hem ülke açısından kayıptır. Biz bu takıntılara obsesyon diyoruz. Ama bu obsesyonlar kişiyi bir şey yapmaya teşvik ediyorsa, bu takıntılar sonucunda birtakım eylemlere geçiyorsa, buna da kompulsiyon deniyor. Hastalığın adı da obsesif-kompulsif bozukluk olarak konuyor. Mesela kişi kirli ve pis olduğunu düşünüyor. Kirlendiğini düşünüyor. Bu obsesyon. Bundan dolayı gidip sürekli ellerini yıkıyor, bu da kompulsiyon oluyor. Bu neden kaynaklanıyor? Tabii ki bazı psikodinamik dönüşler var bu anlamda. Yani kişinin yaşadığı bir travma, hayatında kendisi için, kendi değerleri için hoş olmayan bir yaşanmışlık, bilinçaltında yer ediyor. Örneğin kişi affedilemez, çok ağır bir hata yaptığını düşünüyorsa, böyle bir travmatik geçmişi varsa, bilinçaltı o kişiyi obsesif-kompulsif davranışlara yöneltebiliyor.
Kişi çoğunlukla, bu davranışların, o yaşanmışlıktan kaynaklandığını bilmiyor. Bu farkındalık durumu gelişmiyor. Bazen de sebepsiz olabiliyor. Kişinin geçmişi çok düzgün de olabiliyor, mevcut obsesif-kompulsif yaşantısıyla orantılı olmayan, onu izah etmeyen düzgün bir yaşantı da sürmüş olabiliyor. Buna rağmen OKB gelişebiliyor. Bu, beyindeki bir çeşit terörist hücrenin başkaldırısıyla başlıyor. Kırık plak gibi aynı düşünceyi sürekli aklından geçiriyor. O kısır döngüden çıkamıyor. Bazen de şöyle bir şey oluyor. Mesela kişinin diyelim herhangi bir konuda takıntısı var, bu takıntıyı değiştirip başka bir şeye dönüştürebiliyor. Beyin sürekli takılacak bir şeyler buluyor. Biz buna “Düşünce Virüsü” diyoruz zaten. Nasıl ki bilgisayar programlarına sızan virüsler vardır, nasıl ki yazılımı çökertir, kullanılamaz hale getirir, aynı şekilde beyin içinde bu tarz düşünce virüsleri kişinin tüm zihinsel enerjisini emiyor ve başka bir şey yapamaz hale getiriyor.”
Beyni bozan elektromanyetik dalgalar
Takıntının, yani obsesif-kompulsif bozukluğun nedenleri ile ilgili olarak Dr. Mehmet Yavuz, farklı bir noktaya daha işaret ediyor:
“Özellikle elektromanyetik yoğunluk bunun sebepleri arasında. Atmosferimizde ciddi düzeyde gerçekleşen dalga değişiklikleri, elektromanyetik dalgalar, uydu dalgaları, radyo-televizyon dalgaları, cep telefonu frekansları, baz istasyonları, elektronik eşyalar; bunlar beynimizin işleyişini bozabiliyor. Bundan kaynaklanan durumlar da olabiliyor. Travmaya bağlı durumlar hariç, genel itibarıyla, bu kişilerin geçmişinde OKB’yi izah edecek şey de bulunmuyor. Daha çok harici nedenlerden ve genetik faktörlerden kaynaklanıyor. Çünkü beynimiz dışarıdan etkilenmeye çok müsait. Mesela şu anda inanılmaz bir dalga kirliliği var. Cep telefonu dalgaları her yerde, radyo televizyon dalgaları her yerde… Eskiden böyle bir şey yoktu. Dumansız hava sahası diyoruz. Asıl ‘dalgasız hava sahası’ dememiz gerekiyor.”
Takıntının adı temizlik
Her üç dizinin üçünde de sıkça karşımıza çıkan temizlik takıntısı ile ilgili olarak da Dr. Mehmet Yavuz şunları söylüyor:
“Temizlik takıntısı mesela sadece el yıkama tarzında olabiliyor. Hem el hem beden temizliği tarzında olabiliyor. Sabahtan akşama kadar evini temizleyenler var, aynı yeri beş kere temizlemeden rahat etmeyenler var. Takıntılar sadece temizlikle de ilgili olmuyor. Kontrol takıntılı insanlar var mesela. Kapıyı kilitledim mi, ocağı kapattım mı, çocuğun üstünü örttüm mü, ya çocuğun üstü açıldıysa, ya açılıp hasta olursa… Hastalık takıntılılar var. Ya üşütür hasta olursam, ya mikrop kapar hasta olursam diye takıntılara sahip. Zaten temizlik takıntısının arkasında da bu mikroplar var. Mesela midesine hafif bir kramp giriyor, ya kansersem diyor. Kafayı günlerce buna takıyor. Başı ağrıyor, ya beynimde tümör varsa diyor, buna yoğunlaşıyor. Mistik takıntıları var. Namaz kılıyor, bir rekat mı kıldım iki mi kıldım? Abdest alıyor, öyle yaptım mı, böyle mi yaptım, abdestim bozuldu mu, şuramı yıkadım mı gibi takıntıları olabiliyor.”
Halkın farkındalığı için
Dr. Mehmet Yavuz’a, bu ve benzeri diziler hakkındaki düşüncelerini de soruyoruz: “Bu tarz dizilerin olması, halkın farkındalığı açısından önemli çünkü birçok kişi yaptığı şeyin hastalık olduğunu bilmiyor. Örneğin çocuklar bu hastalığın belirtilerini sergiliyor ama yaptığı şeyin hastalık olduğunu bilmiyor. Çünkü özellikle çocuklar hastalıklı hal ile sağlıklı hali ayırt edecek pozisyonda olmadığından dolayı çocuklar için daha riskli bir durum ortaya çıkıyor. Ama genel itibariyle erişkin insanlar için bu tür dizilerin bir farkındalık oluşturma adına şahsen yararlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanları bilinçlendirmek, eğitmek, yol göstermek önemli.”
Quick Konut Sigortası
Huzurlu bir ev için, hem hesaplı hem kapsamlı konut sigortan 2 dakikada hazır.
Detaylı bilgi için: