Doğru mu kullanıyoruz?

Doğru mu kullanıyoruz?

Türkçedeki bazı deyim ve atasözleri ya anlamına kafa yorulmadığı için ya da hatalı şekliyle benimsendiği için hâlâ yanlış kullanılıyor. İşte en sık yapılan hatalar!

Deyimler ve atasözleri hemen her dilde var ve bunlar toplumun kültürel birikimini yansıtır. Türkçe de bu konuda şanslı dillerden biri, öyle ki “genele yayılmış” olanlar dışında hemen her bölgeye hatta her kente has bazı deyim ve atasözlerimiz var. Yalnız işin şu “genele yayılan” kısmı biraz sorunlu. Çünkü kimini tek bir harf değişikliği yüzünden kimini de söylene söylene başka bir şekle bürünmesi yüzünden yanlış kullanıyoruz. Hatta doğru mu yanlış mı, bu cümlenin anlamı ne diye düşünmüyoruz bile… Daha da ilginci yanlış halini de anlamlı hale getirmeyi başarmışız! Gelin şimdi bu yanlış kullanımlara bir göz atıp doğrusunu yazalım…

*Aptala malûm olur! Doğrusu: “Abdala malûm olur”. Buradaki “abdal”, eren veya ermiş anlamında tasavvufi bir figür. Allah hariç dünyadaki her şeyden vazgeçmiş, gerçeğin bilgisine doğrudan erişebilen “derviş” ya “baba”…

*Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz!

"Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz!" atasözünün doğrusu: “Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz!”
"Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz!" atasözünün doğrusu: “Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz!”

Ane, Bağdat’a giden yol üzerinde yer alan ürkütücü bir uçurum. Eski devirlerde kervanlar bu uçurumun kenarından geçtikten sonra Bağdat yoluna ulaşabilirmiş. Uçurumu kazasız belasız geçenlerin Bağdat’a varma sevinci de bu cümleyle ifade edilirmiş. Yani mesele sadece Ane’nin “Ana” haline gelmesi değil, uçurum anlamındaki “yar”ın üzerine bir şapka konup sevgili anlamındaki “yâr”a çevrilmesi…

*Bir hoş oldum. Doğrusu: “Bîhûş oldum.” Yani aklım bir an gitti geldi, bir an sersemledim, şaşırdım… Çünkü “hûş” akıl, fikir, zekâ demek; “bî” ise, tıpkı “bîçare”deki gibi –siz / -sız eki.

*Eşek hoşaftan ne anlar? 

“Eşek hoşaftan ne anlar?” atasözünün doğrusu: “Eşek hoş laftan ne anlar”
“Eşek hoşaftan ne anlar?” atasözünün doğrusu: “Eşek hoş laftan ne anlar”

Doğrudur, eşek hoşaftan anlamaz ama cümlenin doğrusu “Eşek hoş laftan ne anlar” olacak. Yalnız burada bir ikilem olduğunu da itiraf etmek zorundayız çünkü atasözünün “Eşek hoşaftan ne anlar” ile sınırlı olmadığını savunanlar da var. Onlara göre sözün doğrusu şöyle: Eşek hoşaftan ne anlar, tanelerini yer, suyunu bırakır! Bu açıdan bakınca mantıklı çünkü hoşaf kuru meyvelerden yapılan, kullanılan meyveleri de suyunun içinde bırakılarak servis edilen bir yiyecek (ya da içecek) olarak biliniyor. Hoşafta esas olan ise suyu çünkü kullanılan kuru meyvelerin tüm tadı, aroması, kokusu suyuna geçiyor. Taneler ise hoşafın hangi kuru meyveler kullanılarak yapıldığı anlaşılsın diye suyun içinde bırakılıyor. Deneyen var mı, bilemiyoruz ancak eşeğe hoşaf verirseniz, tanelerini yemesi, suyunu ise olduğu gibi bırakması mümkün!

*Su uyur, düşman uyumaz! Doğrusu: “Sü uyur, düşman uyumaz!” Sü, “asker” anlamına geliyor. Böylece su nasıl uyuyor, öğrenmemize gerek kalmadı.

*Saatler olsun! Doğrusu: “Sıhhatler olsun!” Hatta bazıları “Sağlık şenlik suları olsun” da der. Banyo yapmakla sağlık bulmak bir arada düşünülmüş, hepsi o…

*Su küçüğün, söz büyüğün. 

“Su küçüğün, söz büyüğün” değil, “Sus küçüğün, söz büyüğün.”
“Su küçüğün, söz büyüğün” değil, “Sus küçüğün, söz büyüğün.”

Tabii ki herkesin susadığı bir yerde çocuklar öncelikli ama doğrusu şu şekilde: “Sus küçüğün, söz büyüğün.” Yani büyüğün olduğu yerde küçük olana susmak düşer. Küçükler konuşmadan önce büyüklerin sözünü dinlemelidir… anlamında.

*Güzele bakmak sevaptır! Günah diyen yok ama sanki günaha çanak tutan bir söz gibi. Hem güzele bakıp sevap kazanmak mantıklı mı? Mantıksız! Zaten doğrusu da “Güzel bakmak sevaptır!” Güzel bak, bakışlarında bile güzellik olsun, senin güzel bakışlarınla insanların yüreği ferahlasın”… anlamında.

*Aslan yattığı yerden belli olur. 

“Aslan yattığı yerden belli olur” değil, “Aslan yattığı yerden bellidir.”.
“Aslan yattığı yerden belli olur” değil, “Aslan yattığı yerden bellidir.”.

Doğrusu: “Aslan yattığı yerden bellidir.” Yani aslanın ayağa kalkıp kükremesine, yelesini, dişlerini göstermesine gerek yok. Aslan, yatarken bile aslandır! Görüldüğü gibi meselenin “yaşadığın yeri temiz tut” tavsiyesiyle bir ilgisi yok! Aslanların da yattığı yeri temizlediği pek görülmüş bir şey değil zaten.

*Haydan gelen huya gider. Yazım hatası yüzünden anlamını bilmeden kullandığımız bir cümle. Doğrusu “Hay’dan gelen Hu’ya gider” olacak. Çünkü Hay da Huy da Allah’ın isimlerinden… Cümlede kastedilen ise Allah’tan gelenin yine Allah’a döneceği. “Allah verdi, Allah aldı” gibi…

*Göz var nizam var. Doğrusu: “Göz var izan var.” Çünkü “izan” anlayış, anlama becerisi demek. Nizam ise düzen, kural demek…

*Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu:

“Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” değil, “Karaman’ın koynu, sonra çıkar oyunu!”
“Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” değil, “Karaman’ın koynu, sonra çıkar oyunu!”

Karaman’ın koyunundan ne gibi bir oyun bekliyoruz acaba? Üstelik bu dünya tatlısı varlığın kimi kandırdığı görülmüş ki! Sözün aslı şu: “Karaman’ın koynu, sonra çıkar oyunu!” Hikâyesine gelince: Osmanlı devletine hizmet eden beylerden biri, sürekli çatışma halinde olduğu Karamanoğlu Beyi’ni otağına çağırtır ve bu anlaşmazlıklara bir son vermeleri, barış yapmaları gerektiğini söyler. Karamanoğlu beyi de elini göğsünün üzerine koyup “Bu can bu bedende durdukça Osmanlı ile savaşmayacağım” der. Der ama çadırdan dışarı çıkınca koynunda, gömleğinin içinde sakladığı güvercini salıverir ve “İşte can bedenden çıktı” der.

*Elinin körü! Doğrusu: “Ölünün kûru!” Kûr ise mezar demek.

*Sıfırı tüketmek. Aslında yanlış kullanılsa da anlamlı hale gelmiş. Sıfır bile yok elimde gibilerden… Ancak doğrusu şöyle: “Zafiri tüketmek.” “Zafir” ise soluk demek. Soluğum kesildi, bittim, tükendim anlamında…

*Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü. 

“Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” değil, “Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü!”.
“Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” değil, “Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü!”.

En eğlenceli yanlış kullanımlardan biri… Öncelikle bizim topraklarımızda zürafa yok ki bir de üzerine atasözü söylenmiş olsun. İkincisi, zürafaların üzerine bir şeyler giydiği nerede görülmüş ki bir de beyaz olsun! Doğrusu şöyle: “Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü!” Buradaki “zürefa”, zarif kelimesinin çoğulu. Dolayısıyla zarif kimseler, elitler, seçkinler, burjuva kitle anlamında. Kastedilen ise şu: Elit kitlenin bir parçası olan ve zarafetinden, asil görünümünden ödün vermek istemeyen, zarafetine düşkün olanlar beyazı korumanın en zor olduğu kış aylarında bile beyaz renkli giysiler giyer! Zaten aynı kitleyi kasteden bir de “Zemheri zürefası” deyişi var. Zemheri, bilindiği gibi karakış demek, ya da kış mevsiminin en soğuk günleri… Genellikle Aralık ayının 22’si gibi başlayan zemheri soğukları 40-45 gün sürer. “Zemheri zürefası” da hava ne kadar soğuk olursa olsun, sırf zarif görünümünden ödün vermemek için incecik, tiril tiril giyinen kişiler için kullanılır.

*Akla karayı seçmek. Akla karayı seçmek o kadar da zor değilken bu söz nereden çıkmış böyle? Çünkü yanlış kullanılıyor. Doğrusu, “Aktan karayı seçmek” olacak. Kastedilen ise onca iyi, güzel, işe yarar vb. seçenek arasından gidip en kötüsünü seçmek, en kötüye, en uygunsuz olana denk gelmek.

*Baldız baldan tatlıdır. 

“Baldız baldan tatlıdır” değil “daldız, baldan tatldır.”
“Baldız baldan tatlıdır” değil “daldız, baldan tatldır.”

Çok ayıp! Hayır, yanlış kullanılıyor, ondan ayıp. Bir harf değişikliği yüzünden aile faciasına sebep olabilirsiniz. En iyisi doğrusunu öğrenmek: “Daldız, baldan tatlıdır!” Daldız, bal almada kullanılan demir bir aletin halk dilindeki adı. Arıcılıkta “el demiri” olarak geçiyor. Daldızın baldan tatlı olma nedeni ise iki tane: Daldız, arıcılıkta elden düşmeyen aletlerden biri. Kovanlarda ve petekler üzerinde çok işe yarıyor, arıcıların gözbebeği gibi, o yüzden baldan tatlı. İkinci neden ise kullanırken her tarafı bal içinde kalıyor. Özetle meselenin baldızla bir ilgisi yok!

*İnce eleyip sık dokumak. İnce elemek nedir acaba? Her ne eliyorsak iri tanelerin elekte kalması mı? Öyle ise dokuduğumuz ne? Elenen şey ile dokunan şeyin bir arada bulunması ne kadar mantıklı? Mantıklı değil çünkü bu sözün doğrusu şöyle: “İnce eğirip sık dokumak!”

*Kısa kes, Aydın havası olsun! 

“Kısa kes, Aydın havası olsun” değil “kısa kes, Aydın abası olsun”
“Kısa kes, Aydın havası olsun” değil “kısa kes, Aydın abası olsun”

Önce bir açıklama yapalım: Ege bölgesi zeybeklerinin kıyafetini bilirsiniz. Pek dikkat etmediğiniz ise şudur: Ege’de erkeklerin giydiği kıyafetlerdeki “dizlik” ya da “zeybek donu” denize kıyısı olan illerde kısa, iç Ege illerinde ise uzun paçalıdır. Yani İzmir ya da Aydın zeybeği, şortu andıran kısa paçalı kıyafet giyerken Uşak, Kütahya, Afyon gibi illerdeki zeybekler pantolon benzeri uzun paçalı kıyafet giyer. Bu söz, Osmanlı döneminde ortaya çıkmış. O yıllarda Aydın da İzmir, Manisa (Saruhan), Muğla (Menteşe), Isparta ve Antalya’yı kapsayan bir vilayet merkezi. Kısacası kumaş satan esnafa gidip dizlik diktirmek için aba alacak kişinin, kumaşın ne kadar uzun olacağını anlatmaya yarayan bir sözmüş bu: “Kısa kes, Aydın abası olsun!” Ancak, 2. Mahmut dönemindeki ıslahatlarla birlikte zeybek donu gibi kısa paçalı kıyafetler yasaklanıyor ve erkekler “kara don” denen şalvar giymeye mecbur ediliyor. Zeybekler isyan edip çatışmalara giriyor. Yenildikleri için de bazıları dağa çıkıyor ve kaçak yaşamaya başlıyor. Dağda kaçak yaşarken yeni zeybek donu lazım olduğunda da cümleyi az değiştirip kumaş siparişi veriyorlar: “Kısa kes, Aydın havası olsun!” Hatta bunu “Kısa kes, Aydın helvası olsun” diye söyleyen de çıkıyor.