Bakteri sözcüğü her ne kadar hastalık çağrıştırsa da aslında insan vücudu için hayati öneme sahip yüzlerce bakteri türü var. Üstelik bu bakteriler gelecekteki doktorlarınız olabilir!
“Modern tıp mı, alternatif tıp mı?” tartışmaları sürerken, modern tıp dünyasından birçok önemli otorite artık modern tıp – alternatif tıp diye bir ayırımın olmaması ve tıbbın bütünsel bir bilim olarak ele alınması gerektiğinin altını çizmeye başladı. İşte bu yeni ve bütünsel görüş, geleneksel ilaç tedavilerindeki bazı ezberleri bozuyor ve insanların bakterilerle ilişkisini yeniden gözden geçiriyor.
Aslında her şey bağırsakta başlıyor
Beslenme konusunda tüm dünyada önemli bir kaynak kitap haline gelen Tahıl Beyin’in (Grain Brain) yazarı nöroloji uzmanı Dr. David Perlmutter’in 2018 tarihli kitabı Beyin ve Bağırsak ile birlikte bağırsağın, bilişsel süreçleri ve psikolojik durumu doğrudan etkilediğini artık hepimiz biliyoruz. Hatta Perlmutter’e göre son yıllarda görülme sıklığı her geçen gün artan otizm, MS, ADHD (hiperaktivite ve dikkat bozukluğu) ve demans gibi nörolojik kökenli birçok hastalığın ardında da bağırsak florasının bozulması yatıyor. Bağırsakların “ikinci beyin” olduğuna inanan Dr. Perlmutter, tüm bunların yanı sıra depresyon ve otoimmün hastalıklardaki patlamayı da insan mikrobiyotasının görevini layıkıyla yapamamasına bağlıyor.
Bakteriler vücudumuz için neden bu kadar önemli?
Önceki yıllarda pek de üstünde durulmayan bakteri dengesi kavramını daha iyi anlayabilmek için dilerseniz öncelikle konu hakkındaki iki önemli kavramdan “mikrobiyota” ve “mikrobiyom”dan bahsedelim: Mikrobiyota en basit anlatımla, vücudumuzu paylaştığımız yararlı, zararlı, ortakçı bütün bakterilerden oluşan mikroorganizmalar topluluğu olarak tarif ediliyor. Tüm vücuda yayılmış halde olsa da mikrobiyotanın en çok yoğunlaştığı yer ince bağırsak. Yeni bütünsel tıp anlayışında tıpkı sinir sistemi, sindirim sistemi ya da dolaşım sistemi gibi hayati bir sistem olarak kabul edilen mikrobiyota; hormon dengesinden, serotonin salınımına; insülin direncinden merkezi sinir sisteminin doğru çalışması için gereken enzimlere kadar birçok fonksiyona doğrudan etki ediyor.
Bazı doktorların “içimizdeki bahçe” olarak tanımladığı mikrobiyom kavramını ise mikrobiyota sisteminin parçası olan bir organ olarak tanımlamak mümkün. Her insan, tıpkı parmak izi gibi, taşıdığı mikrobiyomda trilyonlarca yararlı, zararlı ve ortakçı bakterinin oluşturduğu eşsiz bir kombinasyona sahip. İşte son yıllarda yoğunlaşan bilinçsiz antibiyotik kullanımı ve işlenmiş gıda tüketimi bu eşsiz parmak izinin aşınmasına ve tıpkı bir organ gibi işlevini yitirmesine yol açabiliyor.
Bakterilerin tedavilerdeki rolü ne olacak?
Aslında bakterilerin insan sağlığındaki pozitif etkilerinin keşfedilmesi çok daha eskilere dayanıyor. Yoğurt ve kefir gibi yüksek oranda probiyotik içeren gıdalar çağlardır terapötik bir besin olarak değerlendiriliyor. Özetle canlı bakteriler içeren probiyotik gıdalar, bağışıklık sistemini stimüle ediyor. Böylece, B vitaminin sentezlenmesini sağlıyor ve antioksidan etkileri ile vücudun yenilenmesine önayak oluyor. Diğer bir deyişle probiyotik bakteriler otoimmün hastalıkların ve hücre bozulmasının en büyük düşmanı olmasının yanı sıra vücuttaki serotonin gibi nörötransmitterleri tetikleyerek zihinsel sağlığa da katkıda bulunuyor.
Ancak günümüzde tıp dünyası bakterileri kullanarak birçok hastalığı tedavi ediyor. Örneğin, özellikle Afrika’da çok yaygın olan sivrisinek kaynaklı ölümcül hastalık Malaria tedavisinde kullanılan Wolbachia bakterisi, hastanın hastalığa karşı direncini yükseltiyor. Yine hâlihazırda enfeksiyon kaynaklı bazı cilt hastalıklarında da kullanılan anti-bakterilerin önümüzdeki 15 – 20 yıl içinde sentetik ilaç endüstrisinde taşları yerinden oynatması bekleniyor.