Beden algısını bozan, kişiyi depresyona sürükleyen aşırı zayıflık takıntısı, kendisini “anoreksiya nervoza” olarak gösteriyor. Genellikle kadınlarda görülen bu hastalık hakkında bilinmesi gerekenleri derledik.
Modern zamanların dayattığı mükemmellik ve güzellik bileşeninin bedensel ve ruhsal algı üzerindeki etkisi büyük. Bu güçlü etkiyi, daha çok kadınlar hissediyor desek yalan olmaz. Psikolojik temelli yeme bozukluklarının dünya nüfusu üzerindeki yaygınlığı ise bunu kanıtlıyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu etkileyen yeme bozuklukları nedeniyle her yıl yaklaşık 10 bin insan hayatını kaybediyor.
Yeme bozuklukları arasında yer alan ve tedavi edilmediğinde kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanabilen “anoreksiya nervoza” rahatsızlığı, aşırı kilo kaybının görüldüğü bir hastalık. Kişinin kilosundan memnun olmaması nedeniyle, kendini aşırı beslenme alışkanlıklarına zorlaması hem fiziksel hem de ruhsal sağlığını olumsuz etkiliyor. Oysa, doğru psikolojik destek ve beslenme düzeninin sağlanması halinde anoreksiyanın kontrol altına alınması mümkün.
Anoreksiya Nervoza’nın yaygınlığı
Yaş ve cinsiyet fark etmeksizin her bireyde ortaya çıkabilen bu rahatsızlık, daha çok ergenlik veya gençlik dönemindeki kadınlarda görülüyor. Batı kültürüne uzak toplumlarda nadir görülen bir bozukluk olarak kabul ediliyor. Kişinin kilo ve görüntüsünden hiçbir şekilde memnun olmaması ve ne kadar zayıf olursa olsun kendini sürekli fazla kilolu hissetmesi tüm vakaların ortak özellikleri arasında yer alıyor. Hastalığın görülme sıklığı, endüstrileşmiş ülkelerin orta ve üst sosyoekonomik sınıflarında yüzde 0,1 ila 0,5 olarak kaydediliyor. Kadın-erkek oranı karşılaştırmasından çıkan sonuç, özellikle genç kızlarda olmak üzere kadınlarda 20 kat daha fazla görüldüğü yönünde.
Modernleşme ile beraber kadından özellikle görünüm açısından beklentilerin artması ve genç kızların kontrol edebilecekleri tek unsur olarak bedenlerini görmeleri, gelişmekte olan ülkelerde de bu sorunun artmasına yol açıyor.
Anoreksiyanın nedenleri
Anoreksiya, karmaşık bir problem ve hastalığın neden ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor. Ancak, araştırmalara ve uzman görüşlerine bakılırsa, bu rahatsızlığın genetik yapı, kişilik özellikleri ve çevresel faktörlere bağlı olarak ortaya çıkması mümkün. Çevresel faktörler arasında geleneksel ve sosyal medyada zayıf olmanın sağlıklı ve güzel olduğuna dair yaratılan yanlış algı, kilolu kişilerin kariyerlerinde başarılı olamayacağı gibi yanlış varsayımlar; psikolojik etkiler arasında da cinsel taciz gibi çocukluk döneminde görülen travmalar sıralanabiliyor.
Rahatsızlık, genellikle fazla kilosu olan veya şişman olduğu inancına sahip hastanın diyet yapmasıyla başlıyor. Erkek arkadaştan ayrılma, aileden ya da sevilen birinin kaybı neticesinde hastalık tetiklenebiliyor. Psikoterapi çalışmalarında genellikle bu tür kayıpların tek faktör olmadığı, çocuğun duygusal ve/veya fiziksel istismara maruz kalmasının, çevresinde olup bitenleri ve bunun sonucunda da duygularını kontrol edemeyeceği inancını pekiştirerek bedeninin kontrolüne yönelmesine yol açtığı da görülüyor.
İlerleyen süreçte hasta, giderek zayıflamasına karşın yemek yememekte ısrar ediyor. Yeterli miktarlarda yediği zaman da hemen yediklerini çıkararak durumu kendince telafi ediyor. Kusma istemli veya istemsiz olabiliyor. Yedikten sonra kusma her anoreksik kişide olmayabilir. Hasta şişmanlık algısı nedeniyle sürekli spor yapma ihtiyacı duyabilir. İdrar söktürücü ve ishal yapıcı ilaç ya da bitkileri aşırı kullanabilir.
Anoreksiyanın tedavi süreci
Anoreksiya tedavisinde ilaç ve psikoterapi yararlı oluyor.
İlaç Tedavisi: Bu tedavinin amacı, iştahı ve yeme davranışını kontrol altına alıp ruhsal bozuklukları gidermek. Tedavide hem psikolojiyi düzenleyen hem de vücutta tutulamayan besin unsurlarını telafi edici ilaçlar kullanılabiliyor.
Psikoterapi: Bu sorunlu yeme davranışına yol açan duygusal, cinsel ve fiziksel istismar gibi travmatik konuların belirlenip üzerinde çalışılması gerekiyor. Genellikle bu kişiler psikoterapi çalışmasına girmek istemez ve gerekçe olarak da fazla kilolarından kurtulmak için ne gerekiyorsa onu yaptıklarını iddia eder. Bu doğrultuda bir psikoterapi çalışması yapılmazsa, bozuk beden algısı düzelmeyeceği için kişiyi hastaneye yatırmak gerekebilir. Mevcut kilosu yaşamsal risk teşkil edecek kadar düşükse, kişi psikoterapiye ikna edilse dahi yatarak tedavi görmesi şart olur.
Sonuç olarak uygun ilaç tedavisi yapıldığında ve psikoterapi sürecinde çocukluk travmaları üzerine çalışıldığında, kişinin aşırı biçimde yaşadığı duygusal gerilimleri azalır ve beden algısı düzelir. Bunun sonucunda da kişi normal yeme davranışına geri döner. Uzmanlara göre bu rahatsızlık mutlaka zamanında ele alınmalı ve tedavi edilmeli. Aksi halde kişinin hayatında geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir.
Not: Yazıdaki bilgiler tıbbi tavsiye ya da tedavi niteliği taşımaz.