Günümüzde anı yaşamak yerine, anları sanki biriktirilmesi gereken bir tüketim malzemesiymiş gibi bir kenarda tutmak için çaba gösteriyoruz. Peki ama anın tadını çıkarmak varken bunu neden yapıyoruz?
Barcelona’nın ve Arjantin Milli Takımı’nın yıldız oyuncusu, yakın tarihin futbol efsanesi Lionel Messi’nin gol sevinci yaşarken çekilen o meşhur fotoğrafa bir yerlerde denk gelmişsinizdir. Hani şu Messi’nin tribünleri coştururken, tribünlerdeki yüzlerce insanın da o ölümsüz anı hafızalarına kazımak yerine telefonlarının harddisk’lerine kaydetmek istedikleri o fotoğraf… Bu yazımızda bu davranış biçiminin kökenini ve nedenlerini irdeleyeceğiz. Kısacası ne oldu da anı yaşamak yerine anı yakalama peşine düştük?
Sosyal medya bağımlılığı bir şehir efsanesi değil
Sosyal medyanın ve mobil cihazların kitlesel ölçüde yaygınlaştığı 2007 – 2008 yıllarından bu yana, hayatımızı kolaylaştırırken bizleri de dönüştüren bu teknolojilerin insan davranışı üzerinde ne gibi etkilerinin olduğuna dair yüzlerce araştırma yapıldı. Bu araştırmaların çıktıları arasında, sosyal medyanın kişinin beden algısını bozduğundan tutun da aşırı sosyal medya kullanımının kişisel güvenliği ve mahremiyeti tehdit ettiğine kadar birçok tatsız senaryo mevcut. Ancak bu araştırmalardan bir tanesi var ki henüz okurken bile elde edilen sonucun ne derece doğru olduğunu tahmin etmek mümkündü: Sosyal medyada alınan her beğeni ve pozitif yorumun beyinde yüksek dozda dopamin salgılanmasına neden oluyor…
Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) verilerine göre, sosyal medyada paylaşılan kişisel içeriklere gelen beğenilerin beyinde oluşturduğu kimyasal reaksiyonlar, birçok kimyasal uyuşturucu ve uyarıcı madde ile benzerlik gösteriyordu. Ve bugünden sonra sosyal medya bağımlılığı artık literatüre girmiş bir bağımlılık olarak kabul edildi.
Yani aslında, insan doğasında zaten var olan ‘onaylanma’ ve ‘takdir edilme’ gibi egosantirik arzular sosyal medyanın hayatımıza girişi ile patolojik bir boyuta doğru hızla ilerledi.
“Kaçırılan her an eşsiz ve telafisizdir”
Son yıllarda konser, maç ya da festival gibi etkinliklere katıldıysanız odakta olması gereken saha / sahneyi görmenin imkansız hale geldiğini bire bir deneyimlemişsinizdir. Etkinlik başlar başlamaz ortaya çıkan akıllı telefon ve kameralar, etkinliğe katılan insanların gözleri yerine geçmeye başladı. Uzman psikolog Berk Ünsal’a göre bu hareketin altında, günümüz toplumunun kişiyi rekabete ve mücadeleye sürükleyen acımasız dinamikleri yatıyor. Yani aslında bir etkinliğe ya da sevdiklerimizle bir yemeğe gittiğimizde o an yaşadıklarımızı belgelemek ve insanlarla paylaşmak bir nevi ‘kaliteli ve nitelikli bir yaşam sürüyorum’ mesajı vermeye yardımcı oluyor: “En sevdiğiniz grup konser vermek için şehrinize geliyor ve daha siz ilk parçadan itibaren acaba düzgün video çekebildim mi kaygısına düşüp, Instagram’a hikaye atma uğruna belki tarihi bir anı kaçırıyorsunuz. İşin trajikomik yanıysa şu: Telefonunuza kaydettiğiniz bu videoları genellikle bir kez bile seyretmiyorsunuz ve ne yazık ki sosyal medyada paylaştığınız bu ‘an’ içerikleri genelde kimsenin pek umrunda olmuyor. Yani sonuçta beğenilme / onaylanma arzusu uğruna telafisi mümkün olmayan bir anı kaçırdığınızla kalıyorsunuz” sözleri ile anda kalmanın ‘anı kaydetme’ olgusundan çok daha sağlıklı olduğunu belirten Ünsal, sağlıklı bir zihin için, haftada en az bir gün telefonu tamamen kapatarak anda kalma egzersizleri yapmak gerektiğinin altını çiziyor.
“Anı yaşamak”ta zorlananların işine yarayacak bazı tüyolar
Eğer siz de ne kadar çabalasanız da bu modern çağ bağımlılığına karşı koyamıyorsanız, mutluluk konusundaki çalışmalarıyla tüm dünyada ses getiren, psikolog ve TED konuşmacısı Matthew Killingworth’un şu önerilerini uygulamaya çalışın:
● Sizin için önemli bir anı yaşarken, anı kaydetme dürtüsünün anı yaşamanızın önüne geçmemesi için içinizden bu anın sizin için neden önemli olduğunu tekrarlayın.
● Gün içinde basit işlere odaklanın. Bu çamaşır katlamak da olabilir, fasulye ayıklamak da. Yeter ki o an sadece o yaptığınız basit işi en iyi şekilde yapmaya odaklanın.
● Anı kaçırmamak için sık sık durun ve neden orada olduğunuzu ve sizi o noktaya getiren tutkuyu kendinize hatırlatın.
● Sık sık nostalji yapın. Mümkünse eski albümlere ya da videolara bakmaksızın, arkadaşlarınız ve ailenizle yaşadığınız anları beraberce yad edin.
● Hiçbir zaman unutmayın “Eğer fotoğraf / video çekmeyi unutacak kadar dolu bir gün geçirdiyseniz muhtemelen o günü 20 sene sonra da anımsarsınız. Çünkü bunun gibi günler aslında yaşantımızın kalitesini belirler.”