Dünyanın önde gelen yarışmalarından, Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması’nda birinciliği elde eden, genç müzisyen Can Çakmur’la bir söyleşi gerçekleştirdik.
Nerede doğdunuz? Eğitim hayatınızdan biraz bahseder misiniz?
Aralık, 1997’de Ankara’da doğdum. İlkokuldan lise son sınıfa kadar eğitimimi ODTÜ Gelişim Vakfı Okulları’nda tamamladım. Örgün eğitime devam ederken aynı zamanda özel derslerle piyano ve müzik teorisi eğitimi aldım. Ayrıca gerekli sınavlardan başarılı sonuçlar alarak Paris’te, Schola Cantorum adlı konservatuvardan diploma aldım. Ardından Almanya’nın Weimar kentinde Franz Liszt Konservatuvarı’na kabul edildim. Şu anda çalışmalarımı bu okulda, Prof. Grigory Gruzman ile sürdürüyorum.
Müziğe olan ilginiz ne zaman başladı?
Aslında kendimi bildiğimden beri müzikle iç içe yaşıyorum. İçinde hiçbir müzisyen olmadığı halde, müziğin hayatımızın merkezinde olduğu bir evde yetiştim. Doğal olarak, müzik dinlemeyi, müziğin üzerine düşünmeyi hep çok sevdim. Bu nedenle, oldukça küçük yaşlardan itibaren enstrüman dersleri almak istedim.
Piyanoya olan ilginiz nasıl başladı?
Sanırım dört ya da beş yaşlarında, mutlaka bir çalgı çalmak istediğim için ailem beni bir müzik okuluna göndermişti. Orada, başlamak için yaşıma en uygun enstrümanın piyano olduğu, daha ileriki yıllarda eğer istersem başka enstrümanlara da geçiş yapabileceğim söylendi bana. Böylece piyano ile tanıştım. Sonrasında ise başka bir enstrüman çalmayı hiç düşünmedim.
Piyanist olmak hep hayaliniz miydi? Başka bir meslekle uğraşmak istiyor muydunuz?
Piyano çalmayı her zaman ciddiye almıştım, ama müziğin aynı zamanda mesleğim olmasına karar vermem çok sonraki bir döneme, piyanoyla tanışmamdan altı - yedi yıl sonrasına denk geliyor. 12 yaşındayken, Belçika’da ilk kez katıldığım bir ustalık sınıfı bakışımı kökten değiştirdi. Orada sadece farklı hocalarla çalışma deneyimini değil, dünyanın farklı yerlerinden gelen farklı yaşlardaki müzisyenlerle tanışma olanağını da yakalamıştım. O noktadan sonra, o zamana kadar hobi olarak çaldığım piyanoyu hayatımın merkezi haline getirdim. O ortamı görmek, piyano müziğiyle yoğun, iç içe bir hafta geçirmek tam anlamıyla bir dönüm noktasıydı.
Hayatınızda dönüm noktası olarak kabul ettiğiniz bir an var mı?
Müziğin mesleğim olmasına karar verdiğim an benim için bir dönüm noktasıydı. Bir başka dönüm noktası ise 2012 yılında Güher ve Süher Pekinel tarafından yürütülen ve TÜPRAŞ’ın desteklediği Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projesine kabul edilmem oldu. Projenin sağladığı imkanlar ve Güher-Süher Pekinel’in mentorluğu, ailem ve benim doğru kararları alabilmemizi ve doğru adımları atmamızı sağlıyor.
En büyük motivasyon kaynağınız nedir?
Müzik ve diğer sanat dalları arasındaki en önemli farklardan biri, müzikte motivasyonun başarı açlığından değil, müzik için duyulan sorumluluktan gelmesi... Bir sporcu madalya kazanmak için yarışır. Ancak bir müzisyen için başarı sadece ona verilen bir hediyedir.
Dünyanın en önemli yarışmalarından biri olan Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması'nda birincilik elde ettiniz. Bu ödülü alırken neler hissettiniz?
Aslında bu soruya ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Ödüllerin açıklanması final performansının hemen ardından oldu. Konserden sonra, vücuttaki adrenalin seviyesinin düşmesi birkaç saat alır genellikle. Dolayısıyla hâlâ konserin etkisindeydim. İnsan kendini “Belki birinci olabilirim” düşüncesine ne kadar alıştırsa da buna hazırlanmak mümkün değil. Yorgunluk, şaşkınlık, sevinç duygularının ilginç bir karışımıydı hissettiğim.
Hedefleriniz neler?
Yakın zamanda tüm dünyada dağıtımı yapılacak, benim için ilk olacak CD kaydı tamamlandı. Bu çalışma, Super Audio CD (SACD) formatında mart ayı sonunda BIS firması tarafından piyasaya sürülecek. Önümüzdeki iki yıl boyunca Kıta Avrupa’sının, Britanya’nın ve tabii Japonya’nın önemli salonlarında ciddi sayıda konserim var. Öncelikle önümüzdeki konserleri ve yeni kayıtları keyif alarak, her an müziği içimde hissederek ve hiçbir zaman müziğe kayıtsız kalmadan çalmak her daim en önemli hedefim. Önümüzdeki yılların nasıl şekilleneceğini ise zaman gösterecek. Bütün bu değişimin ve hızlı temponun içinde, bulunduğum anı yaşamanın ve değerlendirmenin özellikle önemli olduğunu düşünüyorum.
Dünyadan ve Türkiye’den nasıl tepkiler alıyorsunuz? Halkın desteğini hissediyor musunuz?
Yarışma boyunca ve sonrasında pek çok insanın desteğini ve iyi dileklerini hissetim. Bu beni çok duygulandırdı. Bunun için minnettarım.
Yurt dışındaki tablo göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’deki piyanistleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce gelecekte bu sanata daha çok önem gösterilecek mi? Ülkemiz bu konuda gelişim gösteriyor mu?
Sanat bütün dünyada çok zor bir dönemden geçiyor. Müzik özelinde ise kolay tüketilen, estetik değeri olmayan müziğin (bu, bir tür olarak pop müziği değil insana kolay haz veren her türlü müziği içeriyor) yükselişi, sanatsal müziğin dinleyici kitlesini hem azalttı hem de bu izleyicinin içine kapanmasına neden oldu. Bunun sonucu ise gençlerin konser salonlarından soğuması...
Şu anda geçmişe nazaran çok daha fazla profesyonel müzisyen ve çok daha az amatör müzisyen var. Bu büyük bir sorun. Bir sanat olarak müzik, tarihte belki de ilk kez güncelliğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Dünyanın işleyişine bir protesto olarak geçmişin müziğine dönüş neyse ki mümkün. Ancak bu, bizim sanatçılar ve dinleyiciler olarak koyduğumuz sınırların ötesine geçmemizi ve bir anlamda körü körüne bağlı olduğumuz yöntemlerimizi sorgulamamızı gerektiriyor. Müzik ve tiyatro onu sahneye taşıyanlar olmaksızın ölü sanatlar... Müziğin güncel olarak kalması da bizim elimizde. Sanatçı olarak durumu, hepimizin her zamankinden daha fazla sorgulaması gerektiğine inanıyorum.