İclal Aydın deyince, pek çoğumuzun aklına gülen gözleri sıcacık ses tonu gelir… Kendi hayatından yola çıkarak sahneye koyduğu Bizim Hikayemiz isimli performansında yine o içten haliyle, acıları sevince dönüştüren şarkıları, şiirleri ve öykülerini paylaştı. Biz de buradan hareketle İclal Aydın’la aile, arkadaş, aşk ilişkilerini konuştuk...
İclal Aydın, Şubat 2017’de yayımladığı romanıyla aynı adı taşıyan Unutursun isimli bir şiir/şarkı albümü çıkardı. Hatta bu albümden yola çıkarak hazırladığı "Bizim Hikayemiz", Trump’ta sahnelendi. Biz de bu gösterinin hemen ardından kendisiyle bir araya geldik. Ve konuşmamıza kitaplardan başladık.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de kitaba soundtrack yapma konusunda bir ilke imza attınız. Unutursun kitabı için bunu yapma fikri nereden çıktı?
Birkaç ay önce çıkan son romanım Unutursun’u yazarken, her karaktere göre bir şarkı listesi oluşturuyordum. Örneğin otomobilde seyahat ederken radyoyu açıyor, “Bu şarkı bu karakteri anlatıyor” diyerek kitabımdaki karakterlerden “İsmail listesi”, “Nariye listesi”, “Ethem listesi” hazırlıyordum. Kitabın son okumalarını yaparken kendi kendime, “Neden filmlerin soundtrack’ı oluyor da kitapların olmuyor” diye sordum. İşte bu soru beni harekete geçirdi. Albüm yapma kararı verdikten sonra, şarkı listesi hazırladığım karakterlerin hikayelerini de şiirsel metinlere dönüştürdüm. Böylece ben de şiir okuyarak, sesimle albümde yer aldım. 15 yıl sonra yeniden şiir okumuş olmak benim için ayrıca anlamlı.
Unutursun, Bir Cihan Kafes ile benzer karakterler barındırdığı için devam kitabı diyebilir miyiz? Önceki kitabı yazarken bu kitabın geleceğini biliyor muydunuz?
Karakterlerin çoğunu Bir Cihan Kafes’den tanıyoruz ama bir devam kitabı değil Unutursun. İlk romanımı yazarken Unutursun’u tasarlamıyordum; kendiliğinden akıp geldi. Unutursun’u yazmaya annemi düşünerek başladım, ama ana karakterler dışında Unutursun’u daha da özel kılan yan karakterler. O kadınların hepsi hepimiz için çok tanıdık. Yaptığım işlerin her zaman bir farkı olsun istedim. Hikaye anlatırken de heyecanı ayakta tutmayı seviyorum. O yüzden saç örgüsü bir zaman akışı kullanmayı tercih ettim iki kitapta da. Üç farklı zaman sırayla gelip gittiler.
Kitapta da gösteride de annenizin etkisi büyük. Bir kadının çocukluğundan itibaren annesiyle olan ilişkisi, o kadının aşk ilişkilerinde ne kadar belirleyici sizce?
Biz genellikle babaların varlığı ya da yokluğunun çok etkili olduğunu düşünürüz ama sanırım sevme üslubumuz bile annemizin çizgilerini taşıyor. İster istemez. Ya kopyası ya tamamen zıddı olup çıkıyor kızları. Sanırım hep annemin zıddı olduğumu zannettim. Ama sonra bir fark ettim ki onun alınganlıkları, tepkiselliği filan hepsi geçmiş bana. Babamdan da bir dolu davranış atmışım hafızaya. Onların bir kısmını ayıklamak, toparlamak, kendi tecrübelerimden çıkardıklarımla yeni bir yol bulmak kolay olmadı elbette. Yıllar aldı.
“Bugünkü aklımla pişman olduklarımı yapmazdım ama pişman olduklarım olmasa da bugünkü aklım olmazdı” diyordunuz gösteride. Sizce ister iyi ister kötü bir şekilde bitmiş bir ilişkinin en büyük pişmanlığı nedir?
Genellikle kendimle ilgili olurdu pişmanlıklarım. Eksik ya da yanlış yaptıklarımla ilgili. Ama her biri bizi bugün bir doğruya götüren tecrübeler oluyor nihayetinde. Sadece düşüncesizce davranıp, konuşup kalbini kırdığımı bugün çok daha iyi anladığım kadınlar için çok pişmanım. Ki hayat yaşattığımızı yaşatmadan bırakmıyor yakamızı. Ben de incittiğim kadar incindim. İnşallah hesabım bitmiştir.
Çocukluk aşkınızı anlatırken “Beni dövüyordu, ben de seviyor sanıyordum” deyip “Kadınlar bilir” notu düşüyorsunuz. Sizce neden zor olan bize daha çekici görünür hep?
Kadınlar bilir, çok acı çektiren iyi aşık zanneder insan gençliğinde. Sonra sorar kendine: Çok acı çeken mi, çok acı çektiren mi iyi aşık diye... Sanıyorum bu cümleyi kast ediyorsunuz. İnsan kıyas yaparak öğreniyor dünyayı. Kavramları zıddıyla algılıyor anlıyor. Sonra kıyaslar bir başkasıyla oluyor. “O mu daha çalışkan ben mi?”... “O mu daha güzel ben mi?”... Bir başkasının yapamadığını yapabilmek “Ondan daha iyiyim” sonucunu çıkarıyor ya, işte o yüzden ne kadar zorsa o kadar iyi olabileceğini sanıyoruz sanırım. Zorlukla mücadele edebilme becerisi zorluğun kendisinden daha önemli ve diğerlerinin yapamadığını yapabilmektir bunun zaferi. Öyle sanıyormuşum. Hala çok emin değilim.
Aşk acısı çeken eskiden oturur kağıda mısralar yazardı. Şimdi de tweetler atılıyor. Sosyal medyayla ilişkilerin de aşkın da çivisi çıktı yorumuna katılıyor musunuz?
Hayır katılmıyorum. Aşk ve şiir eskimez. Yaygınlaşan kolay sözler, kolay öğrenilebilen satırlardan bahsetmiyorum. Ama Twitter’ın kısa ve net yazma pratiğini geliştirdiğini ve bu yüzden bu kuşağı daha hınzır yaptığını düşünüyorum. Her kuşak kendi rengini ve sesini getirir ve daima bir ya da iki kuşak öncesi tarafından eleştirilir. Şiirleri dönemin sanatseverleri tarafından anlaşılamayan Orhan Veli’yi düşünsenize. Gelecekte nice sevileceğini bilebilseydi o dönem ona burun kıvıranlara o denli içerlemezdi...
Sevgilisinden ayrılan hemen herkes ilk zamanlar asla başkasıyla olamayacağını düşünür. Sonra kendine göre bir yöntemle çıkar o duygudan. Sizin yönteminiz nedir?
Sevgilisinden, evinden, işinden, şehrinden ayrılan herkes sanırım benzer bir “geçmeyecek” inancıyla yaşıyor bir süre. Ama sonra geçiyor. Bizim inadımıza, bize rağmen geçiyor. Geçer. Hiçbir acı sonsuza dek sürmez. İnsan bunu bilir ama yine de geçmeyecek zanneder. O dönen yaşanan her neyse ona teslim olmak, acıyı eskitene kadar yaşamak en güzeli.
Türkiye’nin kaderi aşkları nasıl etkiliyor sizce? Toplumsal melankoli mi bireyleri, melankolik bireyler mi toplumu etkiliyor?
Her ikisi de. Kemalettin Tuğcu acıklı ve boynu bükük çocuklar ordusundan, Sezen Aksu da “aşk için her şey mübah” yanılgımızdan sorumlular. İşin şakası bir yana, dönemsel olarak şarkı sözlerine baktığımızda zaten sorunuzun yanıtını okuruz. “Sen de benim kadar gerçekleri biliyorsun” derken “Nikahına beni çağır sevgilim” diye dans etti bir dönem insanlar. Sonra zaten, sana kırmızı çok yakışıyorlar, Bebek’te üç beş tur atmalar geldi... Eskimeyen şarkı, eskimeyen sözle mümkün olur. Sen Ağlama, Gitme Kal Bu şehirde, Fikrimin İnce Gülü... Eskiyebilir mi? Bu yüzden kitaplarımda, gösterilerimde şarkılar bu kadar çok yer alıyor. Toplumun duygularını ve bireyin yolunu anlattığı için.
Yaşamın kırılma dönemlerinde hayata, ilişkilere nasıl bakıyorsunuz? Bir cümleyle özetlemenizi istesem...
15- 20 yaş arası: İnsan gerçekten sevdiği kadar sevilebilir mi?
25-30 yaş arası: İnsan sevdiğini bu kadar incitebilir mi?
30-35 yaş arası: İster sev ister yolla, ben böyleyim!
35-40 yaş arası: Çok yalnızım, bu böyle gidecek galiba...
40 yaş sonrası: Sevmek, sevilmek aynaya bakmak gibiymiş galiba. Bana yapılmasını istemediğim hiçbir şeyi sevdiğime yapmam!