18 Mart Çanakkale Zaferi, Türk milletinin fedakarlığı ve cesaretiyle örülen bir destan. 1915’te kazanılan bu zafer, halkın dilinde nesilden nesle aktarılan hikayelerle yaşıyor.
18 Mart Çanakkale Zaferi, Türk milletinin tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri ve birçok açıdan Türk milleti açısından büyük bir anlam taşıyor. Bu zafer, sadece askeri bir başarı olmanın ötesinde, Türk milletinin vatanı ve bağımsızlığı için gösterdiği büyük fedakarlık, cesaret ve kararlılığın da simgesi.
Çanakkale Zaferi, Türk milletinin işgalci güçlere karşı verdiği direnişi ve özgürlük mücadelesini simgeliyor. Çanakkale Boğazı’nın güvenliği, Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığını koruma adına çok önemli bir yere sahipti ve zaferin kazanılmasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılmasında etkili oldu.
Çanakkale, sadece askeri bir meydan savaşı değildi; milletin tek yürek olup imkansızlıklar içinde verdiği destansı bir direnişti. Mehmetçiğin azmi ve göğüslediği zorluklar hem Türk halkı hem de dünya tarihinde oldukça derin izler bıraktı.
Unutulmayan zafer hikayeleri
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün liderlik yeteneklerinin sergilendiği ve onun Türk milletine önderlik ettiği Çanakkale Zaferi, dilden dile dolaşan hikayelerle de zamansız bir şekilde her daim onurlandırılıyor.
İşte bu hikayelerden en çok anılanları ve öne çıkanları…

Vatanın kuzusu Kınalı Ali’nin öyküsü
Çanakkale Savaşı’nın yürek burkan hikayelerinden biri Kınalı Ali’ye ait. Genç bir asker olan Ali, vatan sevgisiyle dolu yüreği ve cesaretiyle cepheye koşan binlerce kahramandan sadece biriydi. Fakat onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı ki saçının ön tarafı kınalıydı. Cephede bir gün komutanı, Ali’nin saçındaki kınayı fark etti ve merakla sordu:
“Ali, evladım, neden saçının ön kısmında kına var? Düğüne mi gidiyorsun?”
Ali, komutanına mahcup ama kararlı bir sesle cevap verdi:
“Hayır komutanım. Annem sürdü bu kınayı. Beni askere uğurlarken 'Kınalı kuzum, seni vatana kurban adadık.' dedi. Bizim köyde kına, kurbanlık kuzulara sürülür. Annem de beni vatana kurban ettiğini söyleyerek sürdü bu kınayı.”
Ali’nin bu sözleri, cephedeki askerlerin ve komutanın gözlerini yaşarttı. Onun kınası, yalnızca bir süs değil, annesinin vatan uğruna yaptığı fedakarlığın sessiz bir nişanesiydi.
Kınalı Ali, savaş boyunca cesurca çarpıştı; nihayetinde, Çanakkale’nin kanla yoğrulmuş topraklarında şehit düştü. Kınalı Ali’nin hikayesi, yıllar boyunca dilden dile aktarıldı, yüreklerde yer etti.
Bugün hâlâ onun ve onun gibi nice kahramanın hikayesi, vatan sevgisinin, fedakârlığın ve cesaretin en saf hâlini bizlere hatırlatmaya devam ediyor. Kınalı Ali, sadece bir isim değil; bir milletin gönlünde yankılanan cesaretin ve sadakatin sesi olarak yaşamaya devam ediyor.

İmkansızı tanımayan Seyit Onbaşı ve 276 kiloluk mermi
1889 yılında Balıkesir’in Havran ilçesine bağlı Çamlık köyünde doğan Seyit Ali Çabuk, savaş başladığında topçu eri olarak görev yapıyordu. 1915 yılının Mart ayında, Çanakkale Boğazı’nda amansız bir mücadele sürerken düşman gemileri boğazı geçmek için bütün güçleriyle saldırıyordu. Kilitbahir’deki Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görev yapan Seyit Onbaşı ve arkadaşları da bu yoğun saldırıya karşı direniyordu. Bir anda düşman gemilerinin açtığı ateş sonucu top bataryası zarar gördü; vinç sistemi de kullanılamaz hale geldi. Artık ağır top mermilerini mekanik destek olmadan taşımak imkânsız görünüyordu. Seyit Onbaşı, inanılmaz bir cesaret ve güçle tam da o anda devreye girdi. Arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında 276 kiloluk top mermisini sırtına aldı. Nefesini tutarak, tüm gücünü toplayarak namluya yerleştirdi. Birinci mermi hedefi bulamadı, ikinci mermi de… Fakat Seyit Onbaşı yılmadı. Üçüncü mermiyi de aynı azimle kaldırdı ve namluya sürdü. O mermi, İngilizlerin "Ocean" zırhlısına isabet ederek büyük bir yara açtı ve gemi kısa süre içinde sulara gömüldü.
Seyit Onbaşı’nın bu olağanüstü başarısı cephedeki askerlerin moralini bir hayli yükseltti. Onun azmi düşmanın yenilmez olduğu yanılgısını paramparça etti. O an, sadece bir askerin değil, bütün bir milletin vatan sevgisinden aldığı güçle direnişinin sembolü oldu.
Savaşın ardından komutanı, Seyit Onbaşı’dan aynı mermiyi tekrar kaldırmasını istediğinde, Seyit Onbaşı bunu başaramadı. Terhis olduktan sonra köyüne dönen Seyit Ali Çabuk, mütevazı yaşamına devam etti ve 1939 yılında hayatını kaybetti.
Seyit Onbaşı’nın hikayesi Çanakkale’nin cesur ruhunun ve Türk milletinin sarsılmaz iradesinin ölümsüz sembollerinden biri. O sadece bir asker değil, vatanı için imkansızı başaran bir kahraman olarak tarihimizdeki onurlu yerini koruyor.

Yahya Çavuş ve 63 asker
Çanakkale Savaşı’nın unutulmaz kahramanlarından biri de Yahya Çavuş ve emrindeki 63 askerdi. Onların destansı direnişi, tarihe adlarını altın harflerle yazdırdı ve Çanakkale’nin “bir avuç insanın devleştiği yer” olduğunu tüm dünyaya kanıtladı.
1915 yılının 25 Nisan sabahında, Gelibolu Yarımadası’ndaki Seddülbahir bölgesine çıkarma yapmak isteyen düşman kuvvetleri, yoğun topçu ateşi eşliğinde sahile ulaşmaya çalışıyordu. İngiliz ve Fransız birlikleri, bu stratejik noktayı ele geçirerek boğazın kontrolünü sağlamak istiyordu. Ancak onların hesaba katmadığı bir etken vardı: Yahya Çavuş ve emrindeki yalnızca 63 Mehmetçik. Yahya Çavuş ve askerleri, sayıca ve silah bakımından kendilerinden katbekat üstün olan düşmana karşı büyük bir cesaretle karşı koydu. Düşman askerleri dalgalar halinde sahile çıkmaya çalışırken, Mehmetçik siperlerinden hiç ayrılmadan mermileri bitene kadar cesurca savaştı. Ellerindeki silahlar sustuğunda ise süngüleriyle direnişlerini sürdürdüler.
Saatler süren bu çetin mücadelede Yahya Çavuş, yürekli bir asker olarak Mehmetçiğe durmaksızın cesaret ve umut verdi. “Geri çekilmek yok!” diyerek onlara vatanın namusunu koruduklarını hatırlattı. Karşılarındaki binlerce askere rağmen tek bir adım geri atmayan bu kahramanlar, düşmanın ilerlemesini durdurmayı başardı. Yahya Çavuş ve 63 askerin gösterdiği bu insanüstü direniş, sadece bir savaş taktiği değil; tereddütsüz inancın bir yansımasıydı. Düşman, büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Seddülbahir sahilinde, Mehmetçik’in kahramanlık ruhu ve direnci, dünya tarihine kazındı.
Savaş sonrası Yahya Çavuş’un adı, sadece bir komutan olarak değil; cesaretin, kararlılığın ve vatan uğruna verilen mücadelenin bir simgesi haline geldi. Bugün, Çanakkale’nin Seddülbahir bölgesinde Yahya Çavuş adına dikilen anıt, ziyaretçilerine o destansı günü hatırlatmaya devam ediyor.

Çorbacı Hasan’ın unutulmaz cesareti
Çanakkale Savaşı, yalnızca cephede silah tutan askerlerin değil; her cephede görev yapan fedakar insanların kahramanlık hikayeleriyle dolu. Bu kahramanlardan biri de 'Çorbacı Hasan' olarak bilinen, cephede askerlerin karınlarını doyurmakla görevli Hasan’dı.
1915 yılında, Çanakkale’nin kan ve barut kokan siperlerinde savaş tüm şiddetiyle sürerken askerlerin hayatta kalabilmesi için sadece silah değil, bir lokma da olsa sıcak yemek de çok önemliydi. İşte bu noktada Çorbacı Hasan, cephedeki en önemli görevlerden birini yürütüyordu: Yiyecek hazırlamak ve yaralı ya da yorgun askerlere güç verecek bir tas sıcak çorba sunmak.
Bir gün, düşman kuvvetlerinin yoğun topçu ateşiyle siperler sarsılırken Hasan her zamanki gibi kazanının başındaydı. Mermiler etrafında patlasa da kazanını bırakmadı. Asker arkadaşları ona siper alması için seslendiğinde, gözünü kırpmadan şu sözleri söyledi:
“Bir lokma sıcak yemek belki onları hayatta tutar. Aç kalırlarsa nasıl savaşacaklar?”
Bombardıman devam ederken Hasan, büyük bir cesaretle çorbasını karıştırmaya, ekmekleri bölmeye ve askerlere dağıtmaya devam etti. Kazanı onun için yalnızca yemek pişirdiği bir araç değil, vatanı için verdiği mücadelenin bir sembolüydü.
Hasan’ın fedakarlığı ve cesareti askerlerin moralini yükseltti. Onun hazırladığı sıcak yemek, sadece bedenlerini değil, ruhlarını da ısıttı. O gün orada bulunanlar, Hasan’ın o kazanın başından ayrılmayan dirayetini ve arkadaşlarının aç kalmasına izin vermeyen yüreğini asla unutmadı.
Savaş sona erdiğinde, Çorbacı Hasan’ın adı, cephenin sessiz kahramanlarından biri olarak hatırlandı. O, bir tas sıcak çorbanın bile bir cephede nasıl bir umut ışığına dönüşebileceğini gösterdi. Bugün, Hasan’ın hikayesi bizlere kahramanlığın her zaman silah ve mermiyle değil, bazen bir tas çorba ve kocaman bir yürekle yazıldığını hatırlatıyor.
Çorbacı Hasan ve onun gibi nice isimsiz kahramanlar, Çanakkale’nin düşmanın karşısında aşılamaz bir duvara dönüşmesinde büyük pay sahibi oldu.
Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde, bu halk hikayeleri bizlere yalnızca geçmişi değil, aynı zamanda inancın ve birlikteliğin sonsuz gücünü hatırlatıyor. Her “18 Mart”ta bir destanın ve insan ruhunun en saf ve cesur hâli kalplerde yüceliyor. Türk milleti bir kez daha şu ortak bir cümlede buluşuyor: “Çanakkale geçilmez!”