Sürücüsüz araçlar: Ütopya mı, kaçınılmaz son mu?

Sürücüsüz araçlar: Ütopya mı, kaçınılmaz son mu?

İçinde yaşadığımız çağ öyle çılgın gelişmelere gebe ki, artık bu teknolojik gelişmelere şaşırmak bile zor. 

Tam da bu yüzden, bundan birkaç sene önce hayatımıza giren sürücüsüz araçlar, başta hepimizi biraz korkutsa da aynı zamanda insanoğlunun “makinelere güvenme” döneminin yavaş yavaş başladığının da kanıtı sayılabilir.

Bu yeni ve akıllı araçlar günlük hayatımıza ne kadar dahil olacak? Ya da klasik araçların ve usta şoförlerin pabucu tamamen dama mı atılacak mı? İşin güvenlik ve hukuki boyutları nedir? İşte cevapları...

Sürücüsüz araç nedir? Ne değildir?

Sürücüsüz -diğer söylenişiyle otonom- araç fikrinin geçmişi aslında oldukça eski bir tarihe dayanıyor. Bundan tam 31 sene önce, 1986 yılında ABD’deki Carnegie Mellon Üniversitesi’nde geliştirilen ALVINN isimli sürücüsüz araç projesi, Amerikan ordusu tarafından desteklenen ve dönemi için gelecek vaat eden bir proje olarak görülüyordu. Test sürecinin sonlarına doğru saatte 113 km hıza ulaşan ALVINN’in, bugünkü sürücüsüz araçların atası kabul edilmesinin nedeni ise şimdinin teknoloji harikalarıyla aynı teknolojiyi, yani nöral ağ sistemini kullanmasıydı.

Günümüze geldiğimizde ise sürücüsüz araçları ikiye ayırmak mümkün. İlk grupta hem normal sürücüyle hem de sürücüsüz olarak kullanıma uygun olarak tasarlanan yarı-otonom araçlar bulunurken, ikinci grupta ise manuel kullanımı mümkün olmayan ve trafikteki tüm riskleri ve olasılıkları hesaplayarak yol alan tam-otonom araçlar bulunuyor.

Sürücüsüz otomobil denince akıllara gelen teknoloji dünyasının iki dev ismi Google ve Tesla da bu iki farklı tipte sürücüsüz araçlar üretmeye devam ediyorlar. Tamamen otonom olan ve test süreçlerini tamamlayarak ABD’nin bazı eyaletlerinde resmi olarak ehliyet almaya hak kazanan Google’ın sürücüsüz aracı Waymo, şimdiden kullanıcıların beğenisini kazanmış durumda. Öte yandan “Autopilot” özelliği ile piyasaya sürdüğü manuel araçlarını sürücüsüz araçlara dönüştüren Tesla ise piyasaya sürdüğü Model S ve Model X’te tasarımları ve çevre dostu olmaları ile öne çıkıyor.

Yine otomotiv sektörünün saygın isimleri BMW, Mercedes Benz, Volvo ve Toyota da sürücüsüz araç pazarına hızla giriş yapan markalar arasında.

Sürücüsüz otomobiller mi? Usta şoförler mi?

Geldik sürücüsüz araçlarla ilgili en can alıcı soruya: Sürücüsüz araçlar şoförlük mesleğini tarihten tamamen siler mi? “Yok yahu olur mu öyle şey?” mi dediniz? O zaman tahminleri bir kenara bırakıp rakamsal verilerle konuşalım. Şöyle ki dünyada her yıl gerçekleşen trafik kazalarının ortalama %93’ünün sürücü hatalarından kaynaklandığı belirtiliyor. Ve ne yazık ki sürücü hataları nedeniyle gerçekleşen kazalarda ölüm oranı bir hayli yüksek.

Oysa sürücüsüz araçlarda sistem, işi şansa ve sürücünün o anki fiziksel / zihinsel kondisyonuna bırakmayacak bir şekilde kurgulanmış. Örneğin Hyundai’nin, sekiz araçlık bir sürücüsüz araç konvoyu ve bir TIR ile gerçekleştirdiği ani fren testinin sonuçları gösteriyor ki sürücüsüz araçlar, normal şartlar altında feci bir zincirleme kazanın kaçınılmaz olduğu durumlardan bile alnının akıyla çıkabiliyor.

Ayrıca acil durumlarda ya da olası bir teknik arızada, yarı otonom araçlarda kontrolü yeniden elinize almak ve manuel sürüşe geçmek için tek tuşa basmak yeterli olurken; tam otonom araçların güvenlik sistemleri, tıpkı uçaklardaki otomatik pilotlarınkine benzer şekilde çalışıyor. Olası arıza ve sinyalleri çok önceden yolcuya haber veren kontrol panellerinde, acil durumda durma veya yön değiştirme gibi seçenekler de mevcut.

Kısacası, sürücüsüz araçlar çok gelişmiş kızılötesi ve stereo kameraları; radar, lidar ve sensörleri sayesinde teknik olarak insan zihninin ve duyularının çok üzerinde bir yol hakimiyeti vaat ediyor. Ve trafikteki sürücüsüz araç sayısı arttıkça, trafik güvenliğindeki artışın daha da hissedilir olması bekleniyor.

Sürücüsüz araçların doğurduğu hukuki sorunlar neler?

Günlük hayata yeni giren her kavram gibi sürücüsüz araçların da hukuki olarak bazı sorunlara neden olması elbette kaçınılmaz. Tıpkı drone’ların hayatımıza ilk girdiği dönemde olduğu gibi, sürücüsüz araçların hukuki niteliği de “ihtiyacın mevzuat doğurması” ile açıklığa kavuşacak gibi görünüyor.

Mevcut duruma gelecek olursak, ABD’nin Kaliforniya ve Nevada gibi bazı eyaletlerinde sürücüsüz araçlar, kanunlardaki gri alanlardan yaralanarak yollarda rahatça dolaşabiliyor. Ancak bazı eyaletlerde olası kaza hallerindeki sorumlulukla ilgili kısıtlayıcı hükümler mevcut. Örneğin D.C yasalarına göre, sürücüsüz araç üreticisi, üretimle ilgili üzerine düşen tüm sorumluluğu yerine getirdiğinin kanıtlanması halinde olası kazalarda “sınırlı sorumlu” olarak değerlendiriliyor. ABD’li hukukçular, bu tip belirsizliklerin önümüzdeki beş yıl içinde tamamen giderileceğini öngörüyorlar.

Öte yandan sürücüsüz araçların, kullandığı GPS teknolojisi nedeniyle kullanıcıya ait lokasyon verilerini sürekli kaydetmesi ve bu yönüyle özel hayatın gizliliğini ihlal etmesi de hukuken tartışmalı konular arasında. Ancak bu sorun şimdilik, sürücüsüz araç üreticilerinin kullanıcılarla karşılıklı olarak yaptığı gizlilik sözleşmesi ile aşılıyor. Bu sözleşmeler uyarınca üretici firmalar, araçlarda kaydedilen kullanıcıya ait GPS verilerinin depolanmayacağını taahhüt ediyorlar.

Görsel Kaynak: https://storage.googleapis.com/sdc-prod/v1/press/waymo_view.jpg
Görsel Kaynak: https://storage.googleapis.com/sdc-prod/v1/press/waymo_view.jpg