Genç sanatçı Ayca Güney, Kasım 2017’de Dubai’de gerçekleştirilen Global Art Awards’da Orta Doğu’nun en başarılı kadın sanatçısı seçildi. Bundan birkaç ay önce de Floransa Bienali’nde bir çalışması sergilenmişti. “Onun adını ileride daha çok duyacağız” diyerek şimdiden kendisini yakından tanımak istedik...
Başkent Üniversitesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü´nde okumuşsun. Daha sonra da Domus Academy’de Ürün Tasarımı eğitimi almışsın. Resme yönelme hikayeni anlatır mısın?
Başlangıçta, resim yapmak benim için bir karar değildi. Sanki birdenbire oldu. Çocukluğumda müzik dinlerken, kitap okurken daima çizim yapıyordum. O zamanlar bir sanatçı olacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çünkü yaptığım şeyle ilgili ne kadar tutkulu olduğumu henüz anlamamıştım. Daha sonra yetenek sınavıyla üniversiteyi kazandım ve iç mimarlık eğitimi aldım. İç mimarlık eğitimim sırasında çizimlerim teknik çizime dönüştü. Mezun olduktan sonra İstanbul’da bir süre farklı tasarım ofislerinde çalıştım. Daha sonra Milano’daki Domus Academy’de Ürün Tasarımı üzerine yüksek lisans yaptım. Hayatım bu süreçte köklü olarak değişmeye başladı. Okuldaki eğitim, sanat ve tasarımı bir araya getiren ve bizi kendi yolumuzu bulmak konusunda teşvik eden ve özgürleştiren bir eğitimdi. Okulu bitirip, Türkiye’ye döndükten sonra çocukluğumdan beri severek yaptığım ve hiç bırakmadığım resme ağırlık verdim.
Çoğunlukla portre çalışmaları yaptığını görüyoruz. Bu portrelerde esin kaynakların nelerdir?
İtalya’dan Türkiye’ye döndüğümde yaşamı daha renkli görmeye başladım. Anı ve bilgi biriktirmeye başladım sonra, fotoğraf albümleri ve ansiklopediler gibi. Ailem ve arkadaşlarım kadar, dinlediğim müziğin, tarihe damgasını vurmuş bir akımın, bir yazarın, bir tasarımcının fikir dünyasının içinde olduğumu fark ettim. Çizdiklerim de bu kişilerin idealize ve stilize edilmiş portreleri. Örneğin romanlardaki karakterler, kitabı okurken hayal gücümüzü besler. Anna Karenina’nın kitabıyla, filmi çok farklıdır. Ben kitap ve film arasındaki herkese göre değişen algıdan ilham alıyorum. Karakterlerin yüzlerini kendime göre başkalaştırıyorum. Bir kişi, bazen hazine olabilir. Ben çok yönlülüğü seviyorum. İnsanların benzersizliğinin yanı sıra, fikirler ve renkler arasında bağlantı kuruyorum.
Yurt dışında pek çok sergiye katılmışsın. Bunlardan bahseder misin? Türkiye’den önce yurt dışına nasıl açıldın?
İlk kişisel sergim “Bizden Biri”ni İstanbul “Art212”de gerçekleştirdim. Sonra Londra ve Floransa’da grup sergilerine katıldım. Bunlardan biri de bu yıl “Dünya, Yaratıcılık ve Sürdürülebilirlik” temasıyla gerçekleşen Floransa Bienali oldu.
2017 Floransa Bienali’nde yer alan çalışman da aslında portre. Ama diğerlerinden biraz farklı sanırım...
Bienale Aleksitimi isimli resim çalışmamla katıldım. Aleksitimi, duyguları algılama, tanımlama ve açıklama konusunda yetersiz olmak şeklinde tarif edilen bir kişilik durumu. Çalışmamda modern çağda, anne, baba ve çocuk üçgeni içinde Adem ve Havva’ya atıfta bulunarak var oluşumuzu sorguladım. Resimde, ailedeki herkes, aynı kare içinde ve farklı bir düşüncede. Bu resim çalışmamla izleyiciye “Birbirimizin, duygularının ve düşündüklerinin ne kadar farkındayız?” diye sordum.
Bursa’da yaşıyorsun bildiğim kadarıyla. Bursa’da olmak sanat hayatını nasıl etkiliyor?
Bursa doğduğum şehir. Burada hayatın ritmi yavaş. Doğayla iç içeyim. Bu da üretim sürecimi pozitif etkiliyor. Bu şekilde üretime uzun zaman ayırabiliyorum. Üstelik internet hayatımıza girdikten sonra birçok şey online biçimde evrimleşti. Bu yüzden nerede yaşadığının da pek önemi kalmıyor. Fırsat buldukça, güncel sergileri ve müzeleri ziyaret ediyorum.
The Global Art Awards’a adaylık sürecinden bahseder misin? Sen mi aday oldun veya seni kimin aday gösterdiğini biliyor musun?
Ben aday olmadım. Bana aday gösterildiğimle ilgili mail geldi. Önce finale kaldım ve sonra gala yemeğine davet edildim. Kazananları gala yemeğinde açıkladılar.
Ödül alacağını düşünüyor muydun? Bu ödülün senin için önemi neydi?
“Middle East Female Art” ödülünü kazandım. Orta Doğu denilince akla gelen türlü çıkar oyunlarının, büyük kavgaların, sonu gelmeyen hesaplaşmaların ardında bir sorun daha var ki günümüzde dahi üzerine yeteri kadar emek sarf edilmeyen ve çaresizce kabullenilen: Kadının kimliksizliği. Libya, Mısır, İran gibi ülkeler sadece kadın haklarının kısıtlı olduğu yerlere birkaç örnek. Orta Doğu’daki kanlı savaşın içerisinde yaşam mücadelesi veren kadınlar, aynı zamanda var olan diktatörlük rejimlerine karşı haklarını savunmak zorunda. Erkeklerin yazdığı, oynadığı ve yönettiği bir sahnede onlar her daim izleyici olarak var oluyor. İran’ın şeriat yasaları çerçevesinde yönetilmesi nedeniyle kadına birçok kısıtlamalar getirilmekte ve kadının kimliği, cinselliği, katı kurallarla bastırılmakta. Orta Doğu'da dünyaya kadın olarak gelmek renksiz bir yaşama kapı açmakla eş değer. Tüm bunlarla birlikte, doğduğum coğrafyanın kültürel birikiminin zenginliğini biliyorum. Umut, renk ve çeşitlilik olmadan, yaşamın olacağını düşünmüyorum. Ben duygularımla çiziyorum. Sanatım dürüst ve insancıl olmakla birlikte, doğduğum coğrafyanın değişken ruh hallerini de yansıtıyor. Bu anlamda aldığım ödül tesadüf değil.
Tören nasıl geçti? Orada bulunmak nasıldı?
Ödül töreni 17 Kasım'da, Dubai'nin kalbi Armani Hotel Balo Salonu'nda, sanatçıların, galerilerin ve sanat profesyonellerinin dünya çapındaki başarıları ve olumlu katkılarıyla gerçekleşti. Oldukça heyecan vericiydi.