30 Ekim 2020 saat 14.51’de İzmir, 6.9 şiddetindeki bir depremle tam 16 saniye sallandı. Depremde yıkılan binalar nedeniyle 1035 kişi yaralandı,116 kişi ise hayatını kaybetti. Çok sayıda bina ağır hasarlı ve yıkım çalışmaları hâlâ devam ediyor. Her depremde olduğu gibi bu depreme de arama kurtarma ekiplerinin çalışmaları damgasını vurdu. Ayda Gezgin’i enkazdan sağ salim çıkaran Kadıköy Belediyesi’nin BAK takımından Binnazlı Saka, Seyfullah Deniz ve Nusret Aksoy ile konuştuk. Herkes tarafından merak edilen soruları sorduk.
Kentsel Arama Kurtarma Takımı BAK ne zaman kuruldu?
Belediye Arama Kurtarma Takımı “BAK-Kadıköy” 2005 yılında tamamı belediye çalışanlarından oluşan, 30 kişilik bir ekip olarak kuruldu. Ekibin en uzun soluklu çalışanı Binnazlı Saka’nın doğal afetlerde görevli olma deneyimi ise daha eskiye 1999 depremine dayanıyor. Bu süreci şöyle ifade ediyor: “Büyük Marmara Depremi’nde belediyemizin kurduğu çadır kentlerin yönetiminde çalıştım. O zaman arama kurtarma ekibinde değildim. Çok zor bir ortamdı. Gelen afetzedelerin psikolojileri doğal olarak altüst olmuş durumda. İmkânsızlıklar bir yandan. Bir de hayatta kaldınız ama anılarınız yok. Hiçbir şeyiniz yok. Böyle bir yapıda gönüllü olarak uzun süre çalışmak gerçekten kolay değil.”
Binnazlı Saka 2010 yılına kadar gönüllü olarak üstlendiği görevine, profesyonel şekilde devam etme kararı alıp BAK Takımı’na katılıyor. Nusret Aksoy ise ekibe en son katılan üye. Asıl mesleği ilk ve acil yardım teknikerliği. Paramedik olarak görev yaparken yolları BAK ekibi ile kesişiyor, ekibe başvuru yapıyor ve kabul ediliyor. Üç yıllık bir eğitim sürecinin ardından ilk arama kurtarma deneyimi ise Elazığ depremi.
Elazığ ve İzmir depremlerinin enkazları arasında ne fark vardı?
Elazığ’da daha hafif bir yıkımla karşı karşıya kalmıştık. İzmir’deki ise tam tersi, daha büyük ve ağır bir yıkım vardı. İzmir’de çalıştığımız bina çok daha yüksek katlıydı ve tamamen çöken bir bina söz konusuydu. Bu nedenle sonuçları da maalesef daha ağır oldu. Elazığ’da ise binadaki yıkım daha hafifti ama tahmin ediyorum ki insanlar panikle hareket ettikleri için Elazığ’da da ağır sonuçlarla karşılaştık. İzmir daha uzun süreli ve umudumuzu daha yüksek tutarak çalıştığımız bir enkazdı.
Binaların yıkılış şeklinden dolayı enkazlar arasında zorluk kolaylık sınıflandırması yapılıyor mu?
Seyfullah Deniz: Binaların farklı yıkılış şekilleri var. Zorluk kolaylık olarak sınıflandırmak çok doğru değil, tehlikeye göre sınıflandırmak gerekiyor. Mesela Elazığ’da bizim çalıştığımız binanın yan duvarları ayaktaydı ama ortası çökmüştü. Ve siz ortada çalışıyorsunuz. Tam olarak yıkılmadığından dolayı binanın çökme ihtimali daha fazla. Riskli ve daha zor. Hatta artçı sarsıntılar devam ettiği için enkazdan bir iki kere çıkmak zorunda kaldık. İzmir’de bina tamamen yıkıldığı için daha az riskliydi. Ama enkazın içine girdiğinizde hangi bina olursa olsun ve nasıl yıkılırsa yıkılsın, çökme ihtimali var mı, evet var.
Elazığ’da bina tam olarak çökmemesine rağmen ağır kayıplar yaşanmış olmasının sebebi nedir?
Binnazlı Saka: Kendi çalıştığım enkazlar özelinde tahminlerimi söyleyebilirim. Bence Elazığ’da insanlar sarsıntının şoku ve paniği ile çok bilinçli şekilde hareket edememiş. Binanın çoğu ayaktaydı. Tabii biz enkazda kalan insanların ailelerinden bilgi aldık. Aileler bizi şu katta, şu odada gibi yönlendiriyor. Bizde ilk olarak bu doğrultuda araştırmamıza başlıyoruz. Dinlemeler ve çalışmalar bu yönde başlıyor. Ama Elazığ’da enkaz altından çıkardığımız insanlar ailelerin söylediği yerde değillerdi. Mesela beş kaybımız vardı, en alt kattan, merdiven boşluklarının aralarından çıkardık. Çok yüksek ihtimalle deprem sırasında kaçmaya çalıştılar. Merdivenlere yöneldiler. Eğer bunu yapmasalardı belki de şu anda aramızda olacaklardı. Binada en kolay yıkılan yerler merdivenler. Çünkü merdivenlerin ve balkonların taşıyıcı sistemleri yoktur. İlk önce bu noktalar yıkılır. Bu vesile ile buradan da bir kere daha hatırlatalım: Deprem olduğunda, sarsıntı bitene kadar kaçmaya çalışmayın, merdivenlerden, asansörlerden, balkonlardan, mümkünse mutfak ve banyodan da uzak durun. Yürümeye çalışmayın. Dizlerinizin üzerinize çökün. Parkımızın logosundaki kaplumbağa gibi kabuğunuza çekilin. Küçülün. Ellerinizle başınızı koruyun.
Arama kurtarma ekibi enkazda nasıl çalışılır, nereden başlanır?
Seyfullah Deniz: Depremlerde AFAD koordinatörlüğünde çalışılır. Enkazın büyüklüğüne göre enkaz parçalara ayrılır. Sonrasında AFAD görevlendirme yapar. Kaç ekip nerede çalışacak karar verilir. Tabi bu söylediklerim vakit kaybetmeden yapılıyor. Örneğin İzmir’e vardığımızda Rıza Bey Apartmanı AFAD tarafından altı parçaya bölünmüştü. Bana göre ise Elazığ biraz daha koordineliydi. İzmir’de çok daha ağır bir yıkım vardı. Çalışılması gereken enkaz sayısı az olsa da daha çok personel çalıştı. Çünkü genişlik ve yükseklik anlamında gerçekten çok büyük bir enkaz vardı. Sekiz kat, toplam 52 daire ve ağır bir yıkım. 12 saatlik iki vardiya şeklinde çalışıyorsunuz. Kendi içimizde zaten 12 saatlik vardiyalarda dinlenmek için molalarımız oluyor ama genelde o molalar kullanılmıyor.
Enkazda çok fazla sayıda arama kurtarmacı aynı anda çalışıyor. Mesela bize soruyorlar: “Enkaz üzerinde hiçbir şey yapmadan duranlar neden orada” diyorlar. Sizin televizyonda bir şey yapmıyor diye gördüğünüz ekip arkadaşlarımız aslında bizim için çok şey yapıyor. Onlar dışarıdaki gözümüz. Ayrıca enkaz başında çalışan bizleri de kontrol ediyorlar. Görevleri her şeyi izlemek, dikkatli olmak, enkazda o anda çalışanları gözlemlemek. Gerekirse ya da tehlikeli bir durum varsa müdahale etmek.
Enkazda arama kurtarma çalışmaları sırasında akustik sismik dinleme cihazları ve termal kameralar nasıl kullanılıyor?
Seyfullah Deniz: Bu cihazlar arama kurtarma ekiplerinin en büyük yardımcıları. Bir de hassas burunlu köpekler. Köpekler çok yardımcı oluyor, oldu. Ayrıca ortamda tam sessizlik sağlandığında sismik dinleme cihazları bize yol gösteriyor. Özel sensörleri var. En ufak bir titreşimi bile duyabiliyoruz. Enkazın çeşitli noktalarına konumlandırıyoruz. Cihaz çalıştığında, enkazın neresinde ve hangi katında olursa olsun titreşimleri ve sesi duyabiliyoruz.
Ses çıkarabilecek, konuşabilecek durumda değilse, eliyle herhangi bir yere hafifçe bile vursa bizim için yine yeterli oluyor. Bu durumda sesin geldiği yere diğer sensörleri de yaklaştırıp alanı daraltıyoruz. Derinlik önemli değil. Mutlaka duyuluyor. Ayrıca dinleme yapılmadan önce, enkaz alanında yakınlarını bekleyenlerin söyledikleri de bizim için oldukça önemli. Şurada, şu katta, şu odadadır gibi bilgiler veriyorlar. Termal kameralar ise maalesef bu kadar başarılı değil. Betonun arkasını göremiyoruz. Ancak bir boşluk açılmıştır, termal kamerayı oradan göndeririz, afetzede ile arasında bir engel de yoktur, işte bu durumda termal kamera çok işe yarıyor. Sonuçta hayatta olan ama bilincini kaybetmiş kişileri de bu sayede bulabiliyoruz.
Enkaz arama kurtarma çalışmaları sırasında hiltilerin ve iş makinelerin kullanılması doğru mu değil mi?
Binnazlı Saka: İzmir için konuşacak olursak o iş makineleri olmasaydı o enkaz kalkmazdı. İnsan gücü ile kaldıramazsınız. Ama iş makinesi direkt gelip almıyor. İnsanlarda böyle bir algı oluşuyorsa bu çok yanlış. Çünkü o gördüğünüz vinçlerle kalkan beton bloklar önce bizler tarafından tamamen insan gücüyle parçalanıyor. Çekiç, balyoz, hilti tamamı insan gücüne dayalı ekipmanlar.
Seyfullah Deniz: Sadece beton blokları kırmak yeterli de olmuyor. Demir makası ile beton içindeki demirlerin kesilmesi, kovalarla enkazda açılan yaşam koridorlarının temizlenmesi de gerekiyor. Enkaza giriyorsunuz, açık bir yol yok ki! Karşınıza kapı, duvar, dolap, buzdolabı, çamaşır makinesi, aklınıza ne gelirse çıkıyor. İlerlemek için bunları da parçalamak ve o koridordan çıkarmak zorundasınız. Kovalarla taşınıyor. Ve bunu normal şartlarda değil, enkaz altında yatar ve sürünür pozisyonda yapılıyor. İş makineleri en son devreye giriyor. Bizim enkaz dışına çıkardıklarımızı alıyor. Eğer hayatta kalan ya da hayatını kaybetmiş kimsenin olmadığına eminsek ancak o zaman beton blokları vinç ve iş makinesi yardımı ile kaldırabiliyoruz. Aksi durumda böyle bir uygulama mümkün değil, hiçbir arama kurtarma ekibi bilinçsiz şekilde yapmaz bunu. Enkaz altında öyle bir çalışma var ki insan gücünün son noktası. Mekanik olan her şey sonra geliyor.
Önce arama kurtarma ekibinin güvenliği gelir değil mi?
Seyfullah Deniz: Elbette. Enkazda çalışırken önce kendi güvenliğinizi almalısınız. Sağlıklı ve güvenli olmayan bir arama kurtarma ekibi zaten başka birine de yardımcı olamaz. Enkaz üzerinde ve altında çalışırken artçı sarsıntılar oluyor. Mesela İzmir’de yandaki apartmanın ciddi şekilde çökme tehlikesi vardı. Enkazdan inmemiz gereken zamanlar oldu. Enkazdan iniyoruz, güvenlik alınınca yeniden devam ediyoruz. Yaşam koridoru açarken kendi ekipmanlarımızla enkazı destekliyoruz. Yaralıyı çıkaracak, uygun ve çökme riskine karşı desteklenmiş bir koridor çok önemli. Ayrıca siz enkaz altına girdiğinizde de geri dönüşünüzün olması gerekiyor. Çıkarken de kendi ekipmanlarımızı alıyoruz ve yerine ahşap destek koyuyoruz. Enkazın içinde kendiliğinden oluşan yollar ya da dehlizler yok. Her şeyi kendiniz yapıyorsunuz.
Ayda’yı nasıl kurtardınız?
Seyfullah Deniz: Ayda’ya ulaşılan gün sabaha karşı enkazdan çıktık. Bir Kızılay görevlisi yanımıza geldi. ‘Bu saatten sonra artık buradan canlı çıkar mı?’ diye sordu. Tabi ki dedim. Çünkü umut hiç bitmez bizde. Bir de benim iki kızım var. Hep kendimi o babanın yerine koydum. Dinlenirken Ayda’ya ulaşıldığı ve canlı olduğu haberi geldi. Çok duygulandım, hemen enkaza gittik.
Nusret Aksoy: “İş makineleri girene kadar yani son dakikaya kadar hayatta olan birini çıkaracağız gibi umutla devam ediyoruz. O gün de Seyfullah Bey’lerin vardiyası bitti. Aynı noktada çalışıyoruz, biz devraldık. Bir yandan aşağıda iş makineleri molozları kaldırıyor, diğer yandan hilti çalışıyor. Yanımızda da İstanbul AFAD var.
Demir makasıyla demirleri kesiyoruz, beton blokları kaldıracağız, diğer yandan da kovalarla moloz döküyoruz. Kesme işlemi yapıldı, molozları topluyoruz, JAK jeneratörü var, hilti çalışıyor, tam o sırada ben çığlık sesi duydum. Ses duydum dedim. O an zaman durdu. Birden herkes sustu. İşte o sessizlik aslında umudun sesi. Baktığım yönden değil de tam ters taraftan geldi ses. Tekrar bağırdık. Kimse var mı diye sorduk, o sessizlikte ‘İyiyim’ dedi. Adın ne senin diye sorduk ‘Ayda’ dedi, sonra hareket edebiliyor musun, bir yerini sallayabilir misin dedik, enkazın içinden güneşe doğru elini uzattı, salladı, zaten o an, herkes ağlamaya başladı. 91 saat sonra mucizeydi, umutları tazeledi. Öyle ki Deprem olmamış, bina üzerine yıkılmamış gibiydi, sanki biri Ayda’yı dışarıdan alıp enkaza bırakmış gibiydi.
Hiç moraliniz bozulmuyor mu? Nasıl devam edebiliyorsunuz?
Seyfullah Deniz: Bozuluyor, bozulmaz mı? Ama duracak, üzülecek, düşünecek vakit yok. Zamana karşı yarış var. Örneğin; Elazığ’da genç bir çiftin maalesef cansız bedenlerini çıkarmıştım, çok etkiledi beni. Etkilenmemek mümkün değil. Ama eğer düşünürsem ve üzülürsem devam edemem.
Binnazlı Saka: Enkazda çalışırken sizi çok heyecanlandıran anlar oluyor. Birgün enkazda çalışırken, bir noktayı kazıyoruz. Bir kol gördüğümü düşündüm. Hemen haber verdim, ardından herkes geldi. Bulduğum yerin üzerinde de kıyafetler var. Ama sadece bir kol var gibi bir görüntü ve enkaza gömülmüş durumda. Nasıl bir umut size anlatamam. Neredeyse ellerinizle kazıyorsunuz. Sonunda anladık ki bir kadının dolabıymış. Kıyafetler belli ki ütülenmiş, tertemiz. Seviniyorsunuz. Çok şükür insan değil diyorsunuz. Benim gözlüğümün aynısı çıktı bir keresinde enkazdan. Etkilenmemek, o an bir şey hissetmemek imkânsız zaten. Ama bir hedefiniz var, öncelikle hayat kurtarmak, kurtaramadığımız hayatlar içinde en azından vücut bütünlüğü bozulmadan enkazdan çıkarmak. Bu nedenle çalışırken etkilenseniz bile çok hızlı şekilde toparlanmak zorundasınız. Başka türlü bu işi yapamazsınız.
Son olarak beklenen İstanbul depremi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Binnazlı Saka: Her şeyden önce bilinçlenmek ve sağlam binalarda oturmak gerekiyor. Eğer sağlam bir binada oturma şansınız yoksa mutlaka depremle ilgili bilinçlenmek gerekiyor. Bunları kısaca sıralamamız gerekirse:
● Öncelikle evde birlikte yaşadığınız insanlarla bir deprem afet planı oluşturun. Her senaryoyu gözden geçirin. Evdeyken olursa, herkes işteyken olursa kim ne yapacak, nerede buluşacaksınız mutlaka kararlaştırın.
● İstanbul ve çevresinde bulunan iller dışından biri irtibat noktanız olmalı. İstanbul içinde birbirinizi arayamazsınız ama örneğin Trabzon’daki birini arayabilirsiniz. Bu kişi sizin irtibat numaranız olacak.
● Deprem anında asla ve asla yerinizden kıpırdamayın. Mümkünse bir masanın altına geçmeye çalışın. Uzakta ise deprem sırasında ayağa kalkmayın, yürümeye çalışmayın. Dizlerinizin üzerine çökün. Ellerinizle başınızı koruyun ve bedeninizi mümkün olabildiğince küçültün. Banyodaysanız ya da seramik, cam yüzeyli herhangi bir yerde, mümkünse çıkmaya çalışın.
● Deprem çantası çok önemli. İnsanlar deprem olacak, binamız çökecek, deprem çantası enkaz altında hayatta kalmamızı sağlayacak diye düşünüyorlar ama asıl amacı bu değil. Deprem oldu, bitti, çantayı alıp hemen dışarı çıkacaksınız. Bu nedenle evde zor ulaşılan yerlerde olmaması çok önemli.
● Depremden sonra bölgeye gelen yardımların, ulaşım, telekomünikasyon ve enerji sistemlerinin, gıda ve temizlik malzemelerinin ulaşması ve arama kurtarma zincirinin kurulması, düzenli çalışmaya başlaması ortalama 72 saat sürüyor. Yani ilk 72 saat içinde size ihtiyaç duyduğunuz yardımlar ulaşamayabilir. Ayrıca İstanbul’da bulunan çok sayıda arama kurtarma ekibinin de aynı zamanda sizin gibi birer afetzede olacağını da unutmamak gerekiyor. Bu nedenle size 72 saat yetecek kadar su, gıda, kişisel temizlik malzemesi, küçük bir ilkyardım çantası, sürekli kullandığınız ilaçlar, iç çamaşırı ve mümkünse mevsimine göre kıyafetler çantada mutlaka olmalı. Ayrıca kimlik ve tapu fotokopileri, banka hesap cüzdanları, fener, düdük ve bir miktar para da bulundurmalısınız.
Ülkemizin büyük bir bölümü aktif bir fay hattı üzerinde. Bu nedenle deprem ne zaman olacak gibi soruları sormayı bırakıp depremle yaşamaya alışmalıyız. Çünkü bu deprem bir şekilde olacak. Bundan kaçış yok. Ne kadar bilinçli ve ne kadar hazırlıklı olursak, depremin vereceği hasar da o kadar az olacaktır. Bunu unutmayalım ve deprem gerçeğini hayatımızın bir parçası haline getirelim.