COVID-19 bir yaşında

COVID-19 bir yaşında

COVID-19 salgını hayatımıza girdiğinde hiçbirimiz neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorduk. Ne bu virüsün bu kadar ölümcül ne de bu salgının bu denli uzun süreceğinden haberimiz vardı.

Geçtiğimiz yıl bu zamanlar dünyadan gelen koronavirüs haberlerine endişelenerek bakıyorduk ki Türkiye’de de vakanın görüldüğünü öğrendik. Bunun üzerine çok kısa bir zaman içerisinde şehirler arası yolculuk yasaklandı ve yaşadığımız yerler de birer hayalet şehre döndü.Nasıl çalışacağımız, eğitime nasıl devam edeceğimiz konusunda hiçbir şey bilmiyor ama bu sürecin de çok uzun sürmeyeceğini tahmin ediyorduk.

İstifçilik

Gerek televizyon haberlerinde, gerek sosyal medyada, gerekse de kendi ailemiz veya çevremizde karşılaştığımız en korku verici durumlardan biriydi belki marketlere akın eden insanlar. Sürecin nereye gideceğini bilmeyen, sokağa çıkma kısıtlamasının olmasından endişelenen pek çok insan marketlere akın ederek rafları boşaltmaya başladı. Sadece Türkiye’de de değil, tüm dünyadan benzer görüntüleri görmek mümkündü.

Pek çok insan sıvı yağ, makarna, bakliyat gibi ürünleri depolamaya başladı. Bu istifçilik, pek çok insanın da bu ürünlere ulaşamaması anlamına geliyordu. Koronavirüs, birden bire tüm korkularımız, korkularla beraber de bencilliğimizi ortaya çıkarmıştı.

Bir nesil, sirkeli su, çamaşır suyu ve dezenfektanla olan ilişkimizi hiç anlayamayacak
Bir nesil, sirkeli su, çamaşır suyu ve dezenfektanla olan ilişkimizi hiç anlayamayacak
Televizyonda, internette, gazetelerde sadece sağlık bölümlerini takip ettiğimiz bir dönem çok nadirdir. Bu da o dönemlerden biriydi. Her gün, her kanalda boy gösteren doktorları, profesörleri izleyerek hayatımızı derinden sarsan bu virüsü tanımaya çalıştık. İlk bildiğimiz şey virüsün çok hızlı yayıldığıydı. Ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette bizler marketten aldığımız ürünleri sirkeli sularla dezenfekte edip, evi her gün çamaşır suyuyla silip minik dezenfektanımızı her yere taşırken; pek çok belediye de “Allah ne verdiyse” deyip deterjanlarla sokakları köpürte köpürte yıkamaya başladı. Sosyal medyada çokça karşımıza çıkan bu tür videoların fonunda da genellikle aynı müziği duyduk: “Bindik bir alamete, gidiyoz kıyamete”
Birçok belediye çözümü sokakları yıkamakta aradı, Bu belediyelerden biri de Çorum’du.
Birçok belediye çözümü sokakları yıkamakta aradı, Bu belediyelerden biri de Çorum’du.

Sokaklarda yaşlı ve çocuk avı

Salgın boyunca en enteresan görüntüleri 65 yaş üstü ve 20 yaş altı bireylerin sokağa çıkmasının kısıtladığı dönemde görmüş olabiliriz.

Salgının başlarında bütün uyarılara rağmen sokağa çıkmaya devam eden pek çok 65 yaş üstü birey vardı. Bu durum bir süre sonra özellikle gençler tarafından tepki çekmeye başladı. Bunun üzerine 65 yaş üstü bireylerin sokağa çıkması yasaklandı. Bu yasak özellikle sosyal medyada çokça konuşuldu, kendi yaşlı ebeveynleriyle şakalaşan gençleri, polisten kaçan yaşlıları sıkça görür olduk. Gençler bu görüntülere doya doya güleceklerdi ki bir yasak daha çıktı: 65 yaş üstü bireylere, 20 yaş altı gençler de dahil oldu ve bu iki yaş grubundan bireyler uzun bir süre sokağa çıkamadı. Bu yasağın üzerine de yine sosyal medyada pek çok gencin polisten kaçışını, dışarı çıkmak için ağlayışını görmüştük.

Bir babanın, dışarda paten kayan çocuklarına yaptığı polis şakası ve çocukların kaçışması hepimizi güldürmüştü.
Bir babanın, dışarda paten kayan çocuklarına yaptığı polis şakası ve çocukların kaçışması hepimizi güldürmüştü.

Değişen ebeveyn-çocuk rolleri

“Sıkı giyin”, “yemeğini ye” “aman sokaklarda dikkatli ol” gibi sözleri ebeveynlerimizden duymaya alışkınızdır. Koronavirüs ile birlikteyse ailelerimizle adeta yer değiştirdik. Bu hastalığın yaşlılar için daha tehlikeli olmasıyla beraber pek çok kişi ailesi için endişelenmeye başladı. Pek çok kişi ailesi salgını ciddiye almıyor, kendine dikkat etmiyor diye yakınmaya başladı. Belki hafta bir defa aradığımız ailelerimizi birden bire her gün arar olduk ve onları dikkatli olmaları için sıkı sıkı tembihledik. Çıkan haberlere bakılırsa kimi ebeveynler de salgın süresince haylaz birer çocuktan farksızdı. Ev oturmalarına, günlere, cenazelere, düğünlere gitmemeleri için ne kadar uğraşsak da çoğumuz başarılı olamadık…

Pek çok kişi, sosyal medya üzerinden ebeveynleriyle olan komik diyaloglarını paylaştı.
Pek çok kişi, sosyal medya üzerinden ebeveynleriyle olan komik diyaloglarını paylaştı.

Hoş geldin karantina!

Bu kadar genel bir karantinaya hiçbirimiz maruz kalmamıştık, birdenbire evlere kapanacağımızı öğrenmek şok etkisi yaratsa da bu duruma ayak uydurmak için çoğu kişi elinden geleni yaptı. Bu anlamda birtakım dizi-film platformu kısa bir süreliğine arşivlerini açtı, online müzeler dolaşıma girdi, yoga matları ortaya çıktı, yeni meşgaleler arandı.

Bu karantina sürecini kendisi için verimli hale getiren ve getirmeye çalışanlar olsa da uzun bir süre evde kalmak pek çok kişi için dayanılmazdı. Sosyal medyada buna dair pek çok paylaşım yapıldı, bu paylaşımların çoğu ise “ağlanacak halimize gülüyoruz” minvalindeydi.

Salgın boyunca karantina içerikli tweetler yüzümüzün gülmesine de sebep oldu.
Salgın boyunca karantina içerikli tweetler yüzümüzün gülmesine de sebep oldu.

Bu süreci olumlayanlar da dahil hiçbirimiz böylesi bir kapanma sürecini beklemiyorduk. Mekanların yeniden açıldığı, sokağa çıkma kısıtlamalarının hafiflediği dört buçuk aylık süreçte öyle rahatladık ki adeta salgın bitmiş gibiydi. Ne var ki dört buçuk ayın sonunda kısıtlamalar hayatımıza yeniden girdi ve bu kapanma süreci belki de ilkinden daha sarsıcı oldu.

Depresyon, anksiyete, yalnızlık

Bir yıl süren salgın, bu süreçteki hayat düzensizliği, iş ve eğitim hayatındaki aksaklıklar, sosyalleşememe gibi bir dizi sorun toplumu iyiden iyiye karamsar bir ruh haline sürekledi. Özellikle gençlerin veya hayatlarını yeni yeni rayına oturtmaya çalışan insanların önünü göremez hali, bu salgın sürecinde iyice belirginleşti. İçinde bulunulan zorunlu yalnızlık durumu, karamsarlığı ve depresyonu da beraberinde getirdi. Bu durumla ilgili uzmanlar açıklamalar yaptı, yazılar yazıldı, programlar yapıldı, tavsiyelerde bulunuldu fakat tüm bunlar toplum üzerindeki bu karamsar bulutları dağıtmak için pek de yeterli olmadı.

Belki de bu yüzden pek çok insan yasaklara rağmen sahillere, parklara akın etmeye başladı; kafe ve restoranların açılmasıyla virüs korkusunu da aşıp arkadaşlarıyla buluşmaya gitti. Belki de bu sürecin bize verdiği en önemli derslerden biri de buydu: Fiziksel sağlığımızı koruyalım derken, ruh sağlığımızı ihmal etmememiz gerekiyordu.