Grafiti, yakın geçmişte terk edilmiş, metruk binaların, mekanların duvarlarına bırakılan alt kültürün izleriydi. Günümüzde ise betonlaşmış kentlerin duvarlarına renk katan sanatsal izler haline geldi.
Grafitinin 1970’lerde başlayan bir yükselişle kentlerdeki varoş kültürünün bir parçası haline geldiğini biliyoruz. Günümüzde örnekleri ise dudak uçuklatacak kadar sanatsal! Haliyle bu sanatsal örnekleri ortaya koyanlar da artık eskisi gibi “serseri”, “asi”, “toplum düşmanı”, “vandal” olarak değil “sanatçı” olarak görülüyor. Aslına bakarsanız, grafitinin yükselişi meselesine toplum bilimciler el atmış durumda ve ulaştıkları sonuçlar da gerçekten şaşırtıcı.
New York ve ilk gerçek grafitiler
Grafitinin kendini kitlelere ilk gösterdiği yer New York’tu. 1970’li yıllarda ABD ağır bir ekonomik sınavdan geçiyordu. Enflasyon yüzde 12’yi görmüştü. İşsizlik ise yüzde sekizi aşmıştı. New York irili ufaklı suç örgütlerinin istilası altındaydı. Bir yanda ekonomik zorluklar bir yanda çeteler arasında kalan halk ama özellikle de varoşlar iyiden iyiye eziliyordu.
Alıştığımız anlamda ilk grafiti örnekleri işte tam da bu dönemde ortaya çıktı. Önce tren ve metro vagonları devasa birer tuval haline geldi. Bunu kamu binaları, belediyelere ait binalar, sosyal konutlar, metro istasyonları, karayolu alt ve üst geçitleri izledi. Grafiti çizenlerin mantığı açıktı: Bu binalar, yapılar halkındı ve kamu yararına inşa edilmişlerdi. Sahibi halktı. Kendileri de halkın bir parçası olduğuna göre kendilerinin olan şeylere resimler yapabilir, slogan yazabilirlerdi.
Berlin Duvarı ve grafiti
Grafiti daha sonra Avrupa’da da uygulanmaya başladı. Simge haline gelmiş grafiti uygulama alanlarından biri Berlin Duvarı idi. Batı Berlin’dekiler, kendilerini dostlarından, akrabalarından ayıran duvarın üzerine yüreklerinden geçeni olduğu gibi karalıyor, resimler yapıyordu. Berlin Duvarı 155 km uzunluğundaydı ve Doğu Almanya sınırları içinde yer alan Batı Berlin’i çepeçevre sarıyordu. Duvarın yıkımına 9 Kasım 1989’da başlandı. Üzerindeki grafitiler kazmaların, çekiçlerin darbeleri altında un ufak oldu. Duvarın bir bölümü tarihi anıt niyetine korundu, parçaları da irili ufaklı ve sertifikalı hatıra eşya olarak turistlere satıldı.
Sprey boyayla baskıya isyan
Türkiye’de, 12 Eylül öncesi duvarlara yazılan sloganları saymazsak, grafitinin ilk örnekleri 1980’lerin ortalarında İstanbul’da görülmeye başlandı. Özellikle dalgakıranlar ideal uygulama noktalarıydı. İlk grafiti sanatçılarımız ise gurbetçi işçi çocuklarıydı. Aileleriyle birlikte tatile geldiklerinde yanlarında sprey boyalarını da getiriyorlardı. Günümüzde ise başta İstanbul olmak üzere grafiti Türkiye’de fazlasıyla ilgi görüyor. Başakşehir, Beşiktaş, Kadıköy, Bakırköy, Beyoğlu, Fatih gibi ilçelerdeki duvarlarda birbirinden farklı örneklere rastlanıyor.
Neden grafiti? Kim bu çizer?
Peki, insanlar neden grafiti ile uğraşır? Grafiti sanatçılarının ortak görüşü şu: “Bu yasa dışı ancak kimseye zarar vermiyor. Kimseye zarar vermeden yasa dışı bir şeyler yapmak büyük heyecan!” Toplum bilimcilerin bu yaklaşıma yönelik açıklaması ise şöyle: “Yasalar olmasaydı, grafiti de olmazdı.”
Grafiti sanatçıları kim derseniz, işte orası biraz karışık. Çünkü eserlerin altına hep bir takma isim yazılıyor. Böylece eylemini, eleştirisini, protestosunu “etiketleyen” grafiti sanatçısı bu isimle tanınır hale geliyor. Sanatlarını eski, kıyıda köşede kalmış, metruk ve gözden ırak mahallelerde bulunan binaların duvarlarına uygulayan grafiti sanatçılarının bu tercihiyle ilgili uzmanların yorumu ise dikkat çekici: “Grafiti ustaları, varoşlardaki binaları kendi anlayışlarına göre güzelleştirme çabası içinde… Çünkü merkezdeki binalara çizecekleri grafitilerin genel görünümle zıtlık oluşturacağını biliyorlar. Dolayısıyla kendilerine yoksul semtlerin dekoratörü hatta peyzaj sorumlusu diyebiliriz.”
Sıkı hayranları var
Grafiti sanatçıları arasında tanınan kimse var mı? Aslında çok var. Hemen hepsi de kendi bölgelerinin kralı / kraliçesi… Uluslararası üne sahip olanlar da var ama sayıları daha az. Örneğin Banksy. İngiltere-Bristol doğumlu Banksy’nin asıl kimliği de yüzü de adeta devlet sırrı! Zengin kesimden de öyle çok hayranı var ki bazen üzerine grafiti çizdiği duvarı (evet, yanlış okumadınız, duvarı) yerinden söktürüp koleksiyonuna dahil edip duvarı da yeniden yaptırana bile rastlanıyor! Bir kesim Banksy’yi “sokak sanatını ehlileştirmek ve ticaretini yapmak” ile suçlasa da çalışmaları Christie’s’de satışa çıkarılan 1951 doğumlu Fransız Blek le Rat ne yüzünü ne de kimliğini gizliyor. Kadın grafiti sanatçısı Swoon’un çalışmaları ise MoMA koleksiyonunda yer alıyor.
Şimdilik yasadışı bir sanat
Grafiti için şehir kültürünün ayrılmaz bir parçası diyebiliriz. Çağın görsel iletişim dili hatta sınıflar arası iletişim aracı olarak tanımlanabilir. Veya neden çağdaş bir fresk olmasın?.. Önündeki en büyük engel ise “suç” sayılması ancak uzmanlar bunu abartılı buluyor. Gerekçe açık: “Grafiti sanatçısı ev duvarlarını, otomobilleri, bahçe çitlerini boyamaz. Tam tersine terk edilmiş, yıkılması beklenen yapılarla kamuya ait bina yüzeylerini kullanır. Kamuya ait olduğu halde tarihi eserlere de dokunmaz. Çünkü onlar ılımlı muhalifler. Vermek istedikleri bir mesaj, söylemek istedikleri bir şeyler var. Bir şeylere etki edip tepkiyi davet ediyorlar, tartışmalara zemin hazırlıyorlar; insanları harekete geçiriyorlar. Onlar, aynı şeyleri düşünen insanların sözcüsü sayılır. Zaten bu yüzden verecekleri mesajı herkesin görebileceği yerlerde veriyorlar!”