Halikarnas Balıkçısı olarak da bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı, edebiyatımızın unutulmaz yazarlarından biri. Ancak hayatı sadece eserleriyle değil, trajik bir aile hikayesiyle de dikkat çekiyor. Yakın zamanda yayın hayatına başlayan Şakir Paşa Ailesi dizisiyle birlikte, Kabaağaçlı’nın hikayesi yeniden merak uyandırdı? Peki Cevat Şakir Kabaağaçlı kimdir?
Cevat Şakir Kabaağaçlı Kimdir?
Osmanlı Dönemi’nin kültür ve sanat alanında önemli bir ailesinden gelen Cevat Şakir Kabaağaçlı, 1890 yılında Girit'te doğdu. Annesi ve babasının etkisiyle genç yaşta sanat ve edebiyata ilgi duymaya başlamış, ilerleyen yıllarda bu ilgisini profesyonel bir kariyere dönüştürmüştü. Cevat Şakir’in içinde doğup büyüdüğü Şakir Paşa Ailesi, Osmanlı’nın en tanınmış ve etkili ailelerinden biriydi. Aile bireyleri arasında ressam, diplomat ve yazarlar bulunuyor.
Bodrum Deniz Müzesi’nin yayımladığı bilgilere göre bu sanatsal atmosfer, Cevat Şakir’in erken yaşta sanatla tanışmasına olanak tanıdı. Şakir Paşa Ailesi, Türkiye’nin sanat ve edebiyat dünyasında iz bırakan birçok önemli ismin yetiştiği bir aile olarak öne çıkıyor. Ressam Fahrünnisa Zeyd, gravür sanatçısı Aliye Berger, seramik sanatçısı Füreya Koral, Türkiye’nin ilk kadın tiyatro yönetmeni Şirin Devrim ve usta yazar Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir) bu köklü aileden çıkan değerli isimler arasında yer alıyor.
Eğitim hayatı ve hayallerinin çatışması
İlköğrenimini Büyükada’da tamamlayan Cevat Şakir, daha sonra Robert Kolej’de öğrenim gördü. 1907 yılında liseden mezun olduğu sene, İkdam gazetesinde ilk yazısı yayımlandı. Daha sonra 1908’de Oxford Üniversitesi’ne tarih eğitimi için gitse de aslen denizcilik okumak istediği ama ailesinin baskısıyla tarih bölümüne gittiği söylenir. Avrupa’daki öğrenim yılları, onun dünyaya bakışını ve edebi altyapısını şekillendirdi. Ancak bu yılların, ailenin katı disiplin anlayışı nedeniyle pek de kolay geçmediği bilinir. Mehmet Mazlum Çelik’in Independent Türkçe için kaleme aldığı yazıda da geçtiği üzere, Halikarnas Balıkçısı kendi sözleriyle şöyle anlatıyor o yılları:
“Efendim, nedense, çocukluktan, Kolej'in baskısından kalma bu bende. Çünkü şimdiki gibi değildi o Kolej. Bir 'claustrophobie' (kapatılmışlık korkusu) derler ya, 'hapis sıkıntısı' ya da 'korkusu'; işte böyle kapalı bir yer olunca, hatta isterse on mil uzakta bir yerde dağ olsun: olmaz efendim, mutlaka açıklık olacak. Yani göz yaylımını almalı, taa sonuna kadar; anlıyorsunuz ya. Bunlar belki psikolojik şeylerdir, çocukluktan kalma. Çünkü mesela bana ilk o çocukluk, Kolej hayatı, teessürden başka bir şey vermedi.” Oxford yılları için ayrıca “Oxford’da bana dört yılda öğrettiklerini unutmak için bir dört yıl daha harcamam gerekti.” dediği de bilinir. Bu tespitin, onun tarihe bakış açısını değiştirdiği de söylenebilir. Zira Cevat Şakir, Yunan uygarlığının Anadolu medeniyetine öncülük etmediğini, aksine onun izinden gittiğini savunuyordu. Bu gerçeğe olan inancı, yurda döndükten sonra hayatına yön verdi ve onu Anadolu’nun kültürel mirasını savunmaya adanmış bir isim haline getirdi. Bu nedenle kendisine bir başka unvan daha yakıştırıldı: Anadolu’nun Avukatı.
Oxford sonrası İstanbul’a döndü ama bu dönüş uzun soluklu olmadı ve Güzel Sanatlar Akademisi'ne kaydolup Roma’ya gitti. Burada tanışıp evlendiği İtalyan model Agnesia Kafiera ve kızları Mutarra Agustina ile İstanbul’a dönen Cevat Şakir’in babasıyla çatışmaları yeniden alevlendi.
İstanbul’a döndükten sonra Diken, Resimli Gazete, Resimli Ay, İnci gibi dergilerde yazılar yazan Cevat Şakir Kabaağaçlı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı. Ayrıca karikatürler çizip çizgi romanlar da yazdı. Hatta Türkiye’deki ilk renkli dergi kapağını da yine o çizdi. Adım adım inşa ettiği bu kariyeri, tarihler 1914’ü gösterdiğinde büyük bir sekteye uğradı.
Cevat Şakir’in hayatındaki en dramatik dönüşümlerden biri, babası Kabaağaçlı Mehmet Şakir Paşa’yı 1914 yılında tabancayla vurarak öldürmesi oldu. Şakir Paşa ekonomik sıkıntılar nedeniyle ailesini Afyonkarahisar’a (o zamanki adıyla Karahisar) taşıdı. Bilindiği kadarıyla başta Cevat Şakir’in kontrolsüz harcamaları kaynaklı konular olmak üzere aralarındaki gerilimi artıran olaylar gün gün daha arttı. Cinayetin gerekçesi ve nasıl gerçekleştiği hala gizemini koruyor çünkü ortaya birbirinden farklı iddialar atıldı.
Bunlardan ilki kaza olduğu yönündedir. Nihayet en ateşli tartışmanın yaşandığı bir akşam Şakir Paşa tartışma sırasında elini masadaki tabancaya doğru uzatır. Cevat Şakir ise refleksle ya da kendini savunma içgüdüsüyle yakındaki başka bir silahı alır. İkisi de hızla silahlarını birbirlerine doğrultur ve hemen hemen aynı anda ateş eder. Tabancalardan çıkan kurşunlardan biri tavana, diğeri ise Şakir Paşa’nın kalbine isabet eder. Şakir Paşa olay yerinde hayatını kaybeder. Cevat Şakir’in çok yıllar sonra cinayet gecesiyle ilgili Azra Erhat’a yazdığı (kız kardeşleri bu açıklama sonrası anlatılanları yalanlamıştır) şu cümleler de kamuya açıktır:
“Eh canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etti. Ben rasgele oradaki bir tabancayı alarak -amma onun eli tabancaya giderken yüzünden okudum- ona doğru nişan almadan ateş ettim. Il ya eu deux coups (İki el ateş edildi). İlkin onunki sonra -hemen sonra- benimki. Aynı zamanda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez. Yoksa ölen ben olurdum. Hayır o öldü! Ben de ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. Korkunç bir acı duydum. Amma vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi kaybettim. Yani kendimi o gün bugün yalan sanıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım.”
Cevat Şakir’in yeğeni Şirin Devrim, Şakir Paşa Ailesi adlı kitabında bunun bir kaza olduğuna ihtimal verdiğine dair açıklamalarda bulundu. Ancak Cevat Şakir’in kardeşi Suat’a göre ise bu planlı bir cinayetti ve hatta Cevat Şakir olaya suikast süsü bile vermek istemiş, evdeki herkesi uyutmuştur. Ancak bu iddia aile içinde de pek kabul görmedi.
Başka bir rivayete göre ise bu cinayetin sebebi Cevat Şakir’in eşi Agnesia ve babası Şakir Paşa arasındaki yasak aşktır. Tarihçi Murat Bardakçı 2001’de bir aile üyesinin kendisine aktardığı iddiadan yola çıkarak yazdığı yazıda, bunun bir yasak aşk değil Şakir Paşa’nın gelinine tecavüzü olarak dile getirdi. Şirin Devrim kitabında bunun bir dedikodu olduğunu belirtti ancak mutlak doğru hala bilinmiyor.
Hapis yıllarının ardından Halikarnas Balıkçısı’nın doğuşu
Halikarnas Balıkçısı’nın ilk savunmalarında olayın bir intihar olduğunu söylediği yazılsa da nihayetinde mahkeme, olayın anlık geliştiğine ve istenmeyen bir şekilde ölümle sonuçlandığında hüküm verdi. Yani kısmi bir nefsi müdafaa hesaba katılarak 15 yıl kürek hapsi verildi. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Afyon Cezaevi’ndeki hapisliği yedi yıl sonra verem teşhisi konmasıyla af kapsamına alındı ve tahliye oldu.
Cevat Şakir Kabaağaçlı, 1925 yılında Resimli Hafta dergisinde yayımlanan Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler başlıklı yazısı nedeniyle derginin sahibi Zekeriya Sertel ile birlikte Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve üç yıllık kalebentlik cezasıyla Bodrum’a sürgün edildi. Bu sürgün, onun Bodrum’la tanışmasına vesile oldu.
Bodrum’da yaşadığı süre boyunca, Antik Çağ’daki adı Halikarnas olan bu yerin doğal ve kültürel zenginlikleri, yazılarında önemli bir yer edindi. Sürgün cezasının 15’inci ayında, kalan süresini İstanbul’da geçirebileceği bildirildiğinde, Bodrum’dan ayrılmak zorunda kalacağı için büyük bir üzüntü yaşadı. İstanbul’a döndükten sonra basın camiasındaki tanıdıkları sayesinde geçimini yazı ve çizimleriyle sağladı ancak Bodrum’a duyduğu özlem eserlerine yansıdı. Üç yıllık cezasını tamamladıktan sonra affedildiğini öğrenir öğrenmez tekrar Bodrum’a döndü.
Üç evlilik yapan Cevat Şakir'in ikinci eşi dayısının kızı Hamdiye, üçüncü eşi ise Hatice Hanım oldu. Hayatı boyunca balıkçılıktan yazarlığa pek çok iş yapan Halikarnas Balıkçısı, Bodrum’un yanı sıra İzmir’de de yaşadı. Beş çocuğunun eğitimi için İzmir’e taşınan yazar, burada da edebi üretimine devam etti. 13 Ekim 1973’te kemik kanseri nedeniyle hayatını kaybeden Cevat Şakir, vasiyeti üzerine Bodrum, Gümbet’teki Halikarnas Balıkçısı Müzesi’nde toprağa verildi.
Eserleri ve Türk edebiyatındaki yeri
Halikarnas Balıkçısı, eserlerinde denizi, Ege kıyılarını ve bu coğrafyada yaşayan insanları odağına alarak Türk edebiyatına farklı bir soluk getirmiştir. Ege’nin Dibi, Aganta Burina Burinata ve Deniz Gurbetçileri gibi eserleri, deniz sevgisini ve Ege'nin büyülü atmosferini işleyen en önemli yapıtları arasında yer alır. Balıkçı, denizcilik ve yerel yaşam üzerine yazdığı hikayeleriyle Türk edebiyatında daha önce pek değinilmeyen bir temayı merkezine almış ve bu konulara yenilikçi bir yaklaşım kazandırmıştır.
Onun yazıları, Bodrum ve Ege’yi bir edebiyat mekanına dönüştürmüş, bölgenin kültürel ve tarihi zenginliklerini dünya çapında tanınır hale getirmiştir. Anadolu'nun kadim hikayelerine, mitolojisine ve tarihine olan ilgisi, eserlerine güçlü bir altyapı sağlamış, mitolojik unsurları sadece araştırma konusu değil, aynı zamanda yaşam felsefesinin bir parçası haline getirmiştir. Bu yaklaşımı, onun eserlerinde tarihle doğayı harmanlayan eşsiz bir üslup yaratmasına olanak tanımıştır.
Balıkçı, sadece bir yazar değil, aynı zamanda bir kültür ve doğa sevdalısıdır. Bodrum'da geçirdiği yıllarda bölgenin doğasını korumak için tohumlar ekmiş, meyve ağaçları dikmiş ve balıkçılarla süngercilere destek olmuştur. Bunun yanı sıra rehberlik yaparak hem ailesinin geçimini sağlamış hem de Anadolu’nun antik zenginliklerini tanıtmayı bir görev bilmiştir. Yazdığı eserlerde, deniz ve doğanın insanla olan ilişkisini işlerken karakterlerini genellikle denizle bütünleşmiş balıkçılar, sünger avcıları ve özgürlüğün simgesi olarak gördüğü çingeneler arasından seçmiştir.
Halikarnas Balıkçısı, 1965’te “Çağdaş Homeros” olarak anılmaya başlamış ve 1971’de Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Kültür Armağanı’na layık görülmüştür. Yazılarında genellikle şairane bir dil kullanan yazar, eserlerinde olay örgüsünden çok duygu ve düşünceleri ön plana çıkarmıştır ki bu nedenle roman ve öyküleri zaman zaman mensur şiir özelliği taşımaktadır. Kendisi bu durumu “Tam dionisyak meşrepte yazıyorum, onun için zapturapt arama.” sözleriyle açıklamıştır.
Halikarnas Balıkçısı’nın edebi kişiliği, eserlerindeki doğa betimlemelerinin yanı sıra Antik Anadolu kültürüne duyduğu hayranlıkla da şekillenmiştir. Mitolojik temaları ustalıkla işleyen yazar, aynı zamanda Dante’nin İlahi Komedyasını Türkçeye çevirmiş, Hayyam’ın Rubailer’ini ve Mevlana’nın Mesnevi’sini farklı dillere aktarmıştır. Resim ve tezhip sanatına olan ilgisi ise yazılarına görsel bir zenginlik katmıştır.
Sağlığında yazdığı 18 eserine ölümünden sonra yayımlananlarla birlikte toplamda 32 yapıt eklenmiştir. Mavi Sürgün, Anadolu Tanrıları ve Merhaba Anadolu gibi eserleri, onun Anadolu’ya olan derin sevgisini ve bu coğrafyanın hikayelerine duyduğu bağlılığı yansıtır. Bodrum’a olan tutkusu, yalnızca eserlerinde değil, yaşam tarzında da belirgin bir şekilde kendini göstermiştir. Şadan Gökovalı’nın da ifade ettiği gibi, Halikarnas Balıkçısı, yalnızca bir yazar değil, Anadolu’nun kültürel mirasının savunucusu, yani “Anadolu’nun Avukatı”dır.
Ailenin diğer sanatçıları kimler?
Şakir Paşa ailesi, sanat dünyasına damga vuran birçok ismi barındırmıştır. Ressam Fahrünnisa Zeid, abisi Halikarnas Balıkçısı’ndan etkilenerek ressam olmaya karar verdi ve ilk evliliğini İzzet Melih Devrim ile yaptı. Bu evlilikten tiyatroya yönelen Şirin ve resim alanında ün kazanan Nejad doğdu. Ancak evlilikleri eşinin Aliye Berger ile ilişkisi, maddi sorunlar ve diğer sıkıntılar nedeniyle sona erdi. Fahrünnisa, ikinci evliliğini Irak Büyükelçisi Emir Zeyd ile yaptı ve bu evlilikten Raad adında bir oğlu oldu. Ailenin bir diğer ünlü sanatçısı Aliye Berger, uzun yıllar Macar keman sanatçısı Karl Berger ile çalkantılı bir aşk yaşadı ve ilişkileri birçok skandalla anıldı. Karl’ın ölümünün ardından Aliye, kendini gravür ve heykele adadı ve Türkiye’nin öncü gravür sanatçılarından biri oldu. Seramik sanatının Türkiye’deki öncüsü olan Füreya Koral ise dayısı Cevat Şakir’i İstiklal Mahkemesi’nde yargılayan Kılıç Ali ile evlendi. Eserleri sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde sergilendi ve sanat dünyasında önemli bir iz bıraktı.