13 Mayıs Türk Dil Bayramı kutlu olsun!

13 Mayıs Türk Dil Bayramı kutlu olsun!

Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihindeki fermanına borçlu olduğumuz 13 Mayıs Türk Dil Bayramı’nda, dil ve beynin ilişkisine dair bir beyin jimnastiğine ne dersiniz? 

Türk Dil Bayramı’na temas eden bir yazı hazırlarken öncelikle Türkiye’de iki tarihte Türk Dil Bayramı kutlandığından bahsetmek doğru olur. Bunlardan biri 13 Mayıs diğeri ise 26 Eylül. Öncelikle 13 Mayıs’a değinelim. Tarihi belgelere bakıldığında, 13’üncü yüzyıl ortalarında Selçuklularda edebi dil olarak Farsça, devlet işlerinde ise Arapça kullanılıyordu ancak halk dili Türkçeydi. Karamanoğlu Mehmet Bey, millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartının dil birliği olduğunu düşündü. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde topladı. Konya’ya girmelerinden sonra da burada yaşayan Selçuklu Türkleri, Karamanoğulları ile birlik oldu. Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de “Türk'üz, öyleyse Türkçe konuşmamız gerekir” diyerek “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler.” (“Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dili’nden başka dil kullanmayacak.”) sözleriyle duyurduğu ferman ile devlet işlerinde dil birliğini sağladı.

Bu ferman aynı zamanda Türkçenin devlet dili olması, gelişmesi ve gelecek nesillere nakledilebilmesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türkçenin başkenti olarak da bilinen Karaman'da Karamanoğlu Mehmet Bey'in verdiği ve böylece Türkçenin ilk kez resmi dil kabul edildiği fermanın yıldönümü olan 13 Mayıs da günümüzde Türk Dil Bayramı adıyla kutlanıyor.

26 Eylül’ün hikayesi ise şöyle: Türkçemiz resmi dil olduktan sonra bugüne kadar gelişip zenginleşti. Cumhuriyetin kurulmasından sonra da dilimizin gelişmesine önem verildi ve 12 Temmuz 1932’de Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kültür kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu kuruldu. İşte Türk Dil Kurumu da 1932’deki ilk Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’ü Türk Dil Bayramı olarak kabul ediyor. Her iki tarihte de Türk Dil Bayramı’nı kutluyoruz.

Sondan eklemeli dil olmanın zorluğu

Türkçe, kökleri binlerce yıl önceye uzanan yeryüzünün sayılı dillerinden biri. Ural - Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinden olan Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle “sondan eklemeli diller” grubunda yer alıyor. Bu nedenle Türkçenin, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca ile aynı dil ailesinde bulunduğu kabul ediliyor. Sonradan bu aileye Japonca ve Korece de ekleniyor. Bu diller arasında Türkçeye en yakın dil ise Moğolca.

Peki, bizim topraklarımızda yaşayanlar için bile birçok kurala bağlı olan İstanbul Türkçesini öğrenmek, yabancılar açısından nasıl bir sürece denk geliyor? Onlar için Türkçeyi öğrenmek zor mu kolay mı?

Anadili Türkçe olmayanlar, dili öğrenirken iyelik ya da hal eklerini kelimelere ekleme konusunda hayli zorlanıyor. Onlara göre ‘benim’ kelimesi zaten aitlik bildiriyor (İngilizce ‘my’ ya da Almanca ‘mein/meine’ kelimeleri gibi) ve bu sebeple artı bir ek kullanmak kişilerin mantığını zorluyor. İlaveten büyük ve küçük ünlü uyumları, özne-yüklem ilişkileri, eklerin, bağlaçların kullanımı gibi birçok zorlayıcı kural mevcut.  

Düşünürken, okurken ve yazarken ihtiyaç duyulan bağlantısallık öğrenmeyle ve çocukluktaki çevreyle şekilleniyor. Bu da yetişkin beyninde işlemeyi ve kavramsal düşünmeyi etkiliyor.
Düşünürken, okurken ve yazarken ihtiyaç duyulan bağlantısallık öğrenmeyle ve çocukluktaki çevreyle şekilleniyor. Bu da yetişkin beyninde işlemeyi ve kavramsal düşünmeyi etkiliyor.

Anadili dışında ikinci ya da üçüncü bir dil öğreniminin beyni geliştirdiği, demans gibi hastalıklara karşı güçlendirdiği biliniyor. Beyin üzerine yapılan çalışmaları tarihî süreç içerisinde ele almadan önce “beyin” kelimesinin etimolojik anlamı üzerinde duralım. “Beyin”, Türkçe bir kelime. ‘Kafatasındaki organ, his, şuur ve irade merkezi’ anlamına geliyor. Türk dili üzerine çalışmaları ile tanınan Sir Gerard Leslie Makins Clauson’a (1891-1974) göre bu kelimenin Eski Türkçedeki asıl şekli ‘Bengi’. Türkoloji alanında çalışmalar yapmış Ermeni asıllı Filoloji doktoru ve Türkolog Vladimirovich Sevortyan’a göre (1901-1978) ‘Beyin’ kelimesi ‘Meng’ sözcüğünden türemiş.

Türkçede “beyin” kelimesi, “ben” ve “benlik” kelimeleri ile bir kavram alanı oluşturuyor, dilin anlam yaratımına dair de çok şey söylüyor. Dilin beyinle ilişkisinin keşfi, yaklaşık olarak 2400 yıllık bir düşünce ve gözlem birikiminin sonucu. MÖ 5’inci yüzyılda Hipokrates tarafından ortaya atılan hipotez, beynin düşünce ve davranışın organı olduğunu ileri sürüyordu. Bu hipotezin ispatı için çalışılırken düşünce ve davranışın beyindeki muhtemel yerleriyle ilgili farklı düşünceler ortaya çıktı. Dil işlevlerinin beyindeki oluşumuyla ilgili ilk görüşler, 19’uncu yüzyılda Viyanalı doktor Franz Joseph Gall (1758-1828) tarafından ortaya atıldı. Gall, gözlemlerine göre düşüncelerini yansıtabilmek amacıyla dil ve diğer entelektüel fonksiyonların kafatası üzerinde yer tespitini yaptı. Ardından beynin ön bölümlerinin dille ilgili olabileceğini söyledi. Fransız doktor ve antropolog Paul Broca’nın (1824-1880) dil yeteneğini beynin ön bölgeleriyle ilişkilendirdi.

Hipokrates’ten Broca’ya kadar geçen uzun zaman dilimi içerisinde nörolojik ve lengüistik yaklaşımlar çerçevesinde dil-beyin ilişkisi çeşitli yönlerden sorgulanıyor. Geçen zaman sürecinde çeşitli beyin modelleri de geliştirilmiş.

Yapılan araştırmalar beynin farklı bölgelerinin konuşulan dile bağlı şekilde aktif hale geldiğini ortaya koydu.
Yapılan araştırmalar beynin farklı bölgelerinin konuşulan dile bağlı şekilde aktif hale geldiğini ortaya koydu.

Dil-beyin ilişkisi araştırılıyor

Günümüzde yapılan araştırmalara göre de konuşulan diller, beyin yapısını etkiliyor. Bilimsel dergi NeuroImage'da yayınlanan yakın zamanlı bir çalışmada, anadilin beyindeki düşünme yapısını değiştirdiği ortaya çıktı. Münih'teki Max Plank Enstitüsü'nde (MPI) yapılan bir çalışmaya göre ise Almanca ve Arapça konuşan kişilerin beyin yapıları belirgin bir şekilde farklılık gösteriyor.

Independent Türkçede yayımlanan habere göre anadili Almanca veya Arapça olan 47'şer kişinin beyin faaliyetleri tomografi yardımıyla incelendi. Çalışmaya katılan kişiler eğitimli ancak anadillerinden başka dil bilmeyenler arasından seçildi. Ayrıca yanıltıcı faktörlerin azaltılması için, tüm katılımcılar sağ elini kullanan kişilerdi.

Çalışmaya imza atan isimlerden Dr. Alfred Anwander, Almanca konuşan kişilerin ağırlıklı olarak beynin sol yarısındaki dil ağlarını kullandığını söyledi. Anwander araştırmada, Arapça konuşanların beyninin sağ ve sol yarı kürelerinde çok daha güçlü bir bağlantısallık görüldüğünü de ifade etti. Arapça konuşan kişilerin beyninde iki yarım küre arasındaki bağlantısallığın yanı sıra başka ek bağlantıların da oluştuğu tespit edildi.

Araştırmacılar Arapçayla ilgili olguyu, Arapçanın bağımsız olarak telaffuz edilemeyecek kelime kökleri ve kelime modellerine sahip olmasına dayandırdı. Ayrıca Arapçanın sağdan sola doğru okunması da beynin sağ tarafını da sol tarafı kadar aktif hale getiriyor.

Daha önce yapılan araştırmalar da beynin farklı bölgelerinin konuşulan dile bağlı şekilde aktif hale geldiğini ortaya koyuyordu. Ancak konuyla ilgili bu büyüklükte örnekleme sahip olan bir çalışma daha önce yapılmamıştı. Araştırma ekibi şu sıralarda hayatın ilerleyen yıllarında öğrenilen dilin, beyinde çocuklukta öğrenilen dille aynı etkiyi yaratıp yaratmayacağına ilişkin bir çalışma yürütüyor.

Yeniden Türkçemize dönersek iki kez Nobel’e aday gösterilen, 26 yaşında dünyanın en genç profesörü olan Türk kimya mühendisi ve akademisyen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun (1935-2015) güzel sözleriyle bitirelim: “Dil gönlü yüzdüren gemidir. Dil gidince gönlün gider.”

KAYNAKLAR

turkoloji

kmu