Geçtiğimiz haftalarda Paris, Zürich ve Hannover’da gerçekleştirdiğimiz son görüşmelerin ardından, 2026 reasürans yenilemeleri için global piyasada hissedilen genel yumuşama eğilimine rağmen; özellikle Türkiye özelinde hâlâ sert tutulan bir ton ve söylem ile karşılaştık.
Bu çerçevede bir kez daha şunu gördük:
Bazı riskler, sadece teknik analiz değil, aynı zamanda pazarlık kozudur.
Piyasa Yumuşadı mı? Evet. Ama Herkes İçin mi? Hayır. Türkiye için yumuşama sinyali var mı? Neredeyse yok...
2025 itibarıyla faizlerin küresel ölçekte düşme eğilimine girmesi, global güçlü sermayedarları, yatırımcıları yeniden reasürans piyasasına yönlendirdi. Görüştüğümüz tüm reasürörler, kapasite açısından rahat olduklarını belirtti. Hatta birçok pazarda %5 ila %10 arasında fiyat indirimi halihazırda yapılmış durumda.
Ama mesele Türkiye olunca, tansiyon yeniden yükseliyor!
Ve işte tam bu noktada, geçen yıl da ifade ettiğim gibi:
“Pehlivan elenseyi bırakmıyor.”
Riskin farkında olmak başka, riski sürekli hatırlatarak indirim beklentisini bastırmak, geçiştirmek başka.
Maalesef bazı reasürörlerin, İstanbul deprem riskini , fiyatları indirmemek için stratejik bir koz olarak kullanma eğiliminde olduğu izlenimi kuvvetli.
Aslında geçen yıllarda reasürörlerin Türkiye riskleri için yaptıkları fiyat artışları global marketin neredeyse iki katı idi.
Kahramanmaraş depremini emsal gösterip kendilerini bu konuda haklı göstermeye çalıştılar. Halbuki 1999 yılı Gölcük depreminde piyasa reasürörlere geri ödemeyi neredeyse 3-4 yılda yaptı.
Kahramanmaraş depreminde de bu geri ödeme süresi bence çok farklı olmayacaktır.
İstanbul riski acaba ne kadar Gerçekçi ,acaba ne kadar Gerekçe !!!
Hiç kuşkusuz İstanbul, dünya çapında sigortacılık açısından en kritik deprem kümelerinden biri. Bunu reddetmek mümkün değil. Ancak bu gerçeklik, zaman zaman teknik bir veri setinden çok, psikolojik bir fiyat bariyeri olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette deprem riskine karşı duyarlılık önemli. Ama bu duyarlılığın sadece fiyatı sabit tutmak ya da artırmak için öne sürülmesi, artık sorgulanması gereken bir davranış haline geliyor.
Bir de geçmişte yaşanan ve reasürörlerce ödenen hasarlar acaba ne kadar zamanda piyasa tarafından geri ödendi? Sadece deprem hasarları değil soru? Diğer tüm devredilen riskler ve hasarları için bu soruyu sormak daha doğru?

Enflasyon, Kur, Kümül: Türkiye Gerçekleri
Türkiye açısından farklı bir denklem var:
* TL bazında yüksek enflasyon nedeniyle, EUR bazında risk kümülleri artıyor.
* Kur hareketleri ile teknik karşılıklar arasında hassas bir denge oluşuyor.
* 6 Şubat depremlerinin ardından reasürörler hâlâ hasar telafi sürecinde olduklarını ifade ediyor.
Tüm bunlar, Türkiye’nin kapasite talebini artırıyor. Ama bu talebin, sürekli “yüksek risk” söylemiyle karşılanması, ilişki temelli reasürans anlayışıyla örtüşmüyor.
Grubumuz Adına Gözlemlerim
Görüşmelerimizde, Quick Sigorta, Corpus Sigorta ve Quick Hayat olarak grubumuzun:
* Risk mühendisliği yaklaşımı,
* Finansal dayanıklılığı,
* Teknik disiplinimiz ve açık iletişim tarzımız
güçlü şekilde takdir edildi.
Artık “yüksek üretim” değil, yüksek kalite ile, sürdürülebilir portföy konuşuluyor.
Bu da bizi yalnızca müşteri karşısında değil, reasürör nezdinde de saygın bir pozisyona taşıyor.
Sonuç: Elenseyi Bırakmanın Zamanı Gelmedi mi?
2026 yenilemelerinde, teknik dengelerin daha objektif biçimde kurulması, pazarlık kozlarının değil gerçek risk yönetiminin öne çıkması gerekiyor.
İstanbul elbette önemli bir risk. Ama bu risk, her yıl aynı şekilde masaya konularak, fiyatları yumuşatmamanın bahanesi haline gelirse; bu, sadece sigorta şirketlerini değil, toplumsal direnç mekanizmalarını da zayıflatır.
Türkiye, bina tamamlama sigortası, DASK’ın güçlendirilmesi, parametrik ürünler gibi risk azaltıcı araçlarla toplumsal direncini artırmaya çalışıyor. Reasürörlerin bu çabalara ortaklık yaklaşımıyla katkı vermesi gerekir.
Reasürans, fiyat değil güven yönetimidir.
Bu güvenin karşılıklı inşa edilmesi için artık “elenseyi bırakma” zamanıdır.