Her yıl Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) kuruluş yıldönümü olan 16 Ekim, Dünya Gıda Günü olarak kutlanıyor. Gıdaya ulaşımda son duruma bakıyoruz.
Vizyonu ve hedefi “Açlıksız bir dünya” olan ve 1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Roma’da kurulan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünya insanları için beslenme düzeylerini iyileştirmek ve tarımsal üretkenliği artırmak istiyor.
Bugün 190’dan fazla üye ülkeyle iş birliği göstererek faaliyet gösteren FAO, sadece gıda yardımlarıyla değil; sürdürülebilir tarım politikaları, iklim dirençli üretim modelleri, toprak ve su yönetimi projeleriyle de dünya çapında etkili bir rol üstleniyor. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasında yer alan “Açlığa Son (Zero Hunger)” hedefinin ana yürütücülerinden de biri FAO.
Her yıl Dünya Gıda Günü’nde seçilen tema da bu vizyonun güncel bir yansıması niteliğinde oluyor; örneğin 2025 yılı teması, “Sağlıklı gıdaya erişim herkesin hakkı”.

Gıda atlasında eşitsizlik haritası
Dünya genelinde 2025 yılı itibarıyla, yaklaşık 735 milyon insan yetersiz beslenmeyle mücadele ediyor. Bir başka deyişle, her 10 kişiden biri düzenli öğün bulamıyor. Buna karşın, birçok araştırmanın da gösterdiği üzere küresel gıda üretimi aslında dünya nüfusunu beslemeye fazlasıyla yeterli. Bu noktada temel sorunun üretimden çok erişim, dağıtım ve adalet olduğu görülüyor.
Küresel Kuzey yani Avrupa, Kuzey Amerika ve gelişmiş Asya ülkeleri, gıda güvenliği açısından en şanslı bölgeleri oluşturuyor. Bu ülkelerde kişi başına düşen gıda miktarı yüksek olsa da gıda israfı oranı aynı ölçüde fazla. Buna karşın Küresel Güney’de ise Afrika’nın Sahel kuşağı, Güney Asya ve Latin Amerika’nın bazı bölgelerinde bulunan ülkeler yer alıyor. Bu bölge, iklim krizinin, çatışmaların ve ekonomik adaletsizliğin etkisiyle en kırılgan durumda.
FAO verilerine göre dünya genelinde üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri çöpe gidiyor. Üstelik bu israf, çoğunlukla gelir seviyesi yüksek ülkelerde yaşanıyor. Market raflarındaki "kusurlu" meyveler, restoranlarda artan porsiyonlar ya da evlerde tüketilmeyen gıdalar söz konusu… Bolluk içinde kaybolan tüm bu gıdalar, aslında başka bir kıtada bir çocuğun hayatını kurtarabilecek kadar değerli.

Şanssızlar haritasındaki üçlü “Kıtlık, kriz ve direnç”
Gıdaya erişimde şanssız olan bölgelerde tablo elbette çok daha derin ve çetin. Örneğin Afrika Boynuzu’nda 2024 yılı boyunca süren kuraklık ve çatışmalar milyonlarca kişiyi açlık sınırına itti. Güney Asya’da sel felaketleri, çiftçilerin üretimini yok ediyor. Gazze, Sudan ve Yemen gibi krizin yüksek olduğu bölgelerde, gıdaya erişim artık bir insani yardım meselesinden öte, yaşam mücadelesi halinde. Ancak bu coğrafyalarda sadece açlık değil, direnç de var. Topluluk destekli tarım girişimleri, kadın üretici kooperatifleri ve yerel tohum hareketleri, toprağı yeniden umutla buluşturuyor.
Gıdaya erişimdeki uçurum, sadece hükümetlerin değil; bireylerin, üreticilerin ve tüketicilerin de sorumluluğunu hatırlatıyor. Küçük gibi görünen, daha az israf etmek, yerel üreticiyi desteklemek, mevsimsel ve bilinçli beslenmek gibi adımlar, küresel ölçekte büyük farklar yaratabiliyor.
Bu yılın FAO teması, “Sağlıklı gıdaya erişim herkesin hakkı.” demiştik. Çünkü bir çocuk sabah kahvaltısına ulaşamıyorsa hiçbir kalkınma hedefi gerçekten tamamlanmış sayılmaz. Tabağımızdaki her lokmaya şükranla ve farkındalıkla bakmak; gıdayı sadece tüketmek değil, korumak, paylaşmak ve dönüştürmek 16 Ekim’de hepimizin yapabileceği en anlamlı şey olur.
Sonuçta gezegenimiz bir “gıda atlası”ysa, bu haritada kimi topraklar bereketle, kimileri açlıkla sınanıyor. Eşitlik, sadece toprakta değil, sofrada da yeşermeli.