Alp-Himalaya deprem kuşağında bulunan ülkemiz, karmaşık jeolojik yapısı ve jeodinamik konumu ile tarihinden bugüne çok sayıda depreme maruz kaldı. Gerek 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin yıldönümü gerek yakın zamanda yaşadığımız, 11 ili etkileyen 6 Şubat 2023 depremleri, Türkiye’deki yapı güvenliği sorununu gündemde tutuyor. Depreme dayanıklı konutların doğal malzemelerle de üretilebileceğini savunan Doğal Yapı Malzemeleri ve Yöntemleri Derneği (DYMD) ile doğayla ilgili projeler yürüten sivil toplum kuruluşu WWF-Türkiye de konuya dair bir iş birliğine imza attı. İki kuruluş, afetlere dirençli kentler oluşturulmasına dair yapılabilecekleri “Afetlere Dirençli Kentler İçin Doğal Yapı Malzemeleri ve Yönetimleri” başlıklı bir raporla ele aldı.
Son derece bilgilendirici ve yönlendirici olan rapor, 6 Şubat 2023 depremlerinde büyük hasar gören Gaziantep’in yapısal inşası üzerinden yol alıyor. Rapor, afetlere karşı direnç geliştirebilmenin en önemli gereklerinden birinin yaşam ve üretim alanlarında kullanılan yapıların niteliği olduğuna dikkat çekiyor.
Yereldeki ham maddelerin yapılarda kullanımı
Yereldeki ham maddelerin ve işçiliğin kullanımını, insan ve çevre sağlığına uygun yapılaşmaya imkan tanıyan “doğal yapı malzemeleri ve yöntemlerini” ele alan rapor, şu temel konulara odaklanıyor:
- Doğal yapı malzemeleri yerel iklim (mikro-klima) ve coğrafyaya uygun olarak seçilip doğru sistem özellikleri ile uygulamaya dahil edildiğinde yapıların dayanıklılığı ve afetlere karşı direnci artabilir.
- Odak şehir olan Gaziantep yerelinde doğal ham madde çeşitliliği ve üretim potansiyelleri, çağdaş mimariye eklemlenebilir. Bu şekilde de kültürel devamlılık sağlanırken deprem sonrası koşullara hızlı yanıt verebilen doğal yapı çözümleri yaygınlaşabilir.
- İnşaatın her alanında kullanılabilen doğal yapı malzemeleri, temel aşamasından çatıya, iç ve dış cephelere, kapı ve pencere elemanları ile kaplama ürünlerine kadar geniş bir yelpazede ele alınmalı. Bu malzemelerin üretimleri için düşük enerji, insana ve doğaya zararsız maddeler gerekiyor. Malzemelerin atık oluşturmaması da ekolojik ayak izini düşürüyor.
Doğal malzemelere vurgu
Raporda, depreme dayanıklı yapılar inşa edilirken kullanılması önerilen doğal yapı malzemeleri dikkat çekiyor. Doğal yapı malzemeleri temel olarak doğasındaki özellikleri koruyan, insana ve doğaya zarar vermeyen, atık oluşturmayan; üretimi, ulaştırması ve kullanımında düşük enerji gerektiren bitkisel veya mineral kaynaklı malzemeler olarak tanımlanabilir.
Bu bağlamda rapor, yapılan araştırmaları baz alarak biyolojik içerikli malzemeler olan kenevir ve samanın karbon-negatif dengeleri ile öne çıktığını vurguluyor. Raporda, sıkıştırılmış toprak, yığma kerpiç ve hafif kerpiç (ahşap karkas içi killi saman dolgu) duvar sistemlerinin küresel ısınmaya ve hava kirliliğine neden olma gibi çevresel etkilerinin beton blok ve diğer duvar sistemlerine göre asgari düzeyde olduğu da kaydediliyor. Ayrıca bu şekilde inşa edilmiş yapılardan fotoğraflı örneklere de yer veriliyor.
Özellikle sürdürülebilir ormancılık uygulamaları ile elde edildiği sürece ahşabın, beton, çimento, demir-çelik gibi yapay ve endüstriyel malzemelere kıyasla çevresel etkisinin düşük olmasına dikkat çekiliyor. Yeniden kullanılabilir bir malzeme olma özelliği de taşıyan ahşabın üretim sürecinde açığa çıkan CO₂ eşdeğeri salımların beton, çelik, tuğla gibi diğer yapı malzemeleri karşısında en düşük değere sahip olduğu vurgulanıyor.
Kil bazlı toprak yapı malzemeleri
Bilinen en eski yapı malzemesi olan kilin de inşa sırasında kullanıma çok uygun olduğuna dikkat çekilerek yığma yapıların yanı sıra ahşap yapılarda dolgu olarak kullanılacak kilin ayrıca harç, sıva, şap ve fırın yapımında kullanılabildiğine de vurgu yapılıyor. Kil bazlı toprak yapı malzemelerinin ısı depolama kapasitesi de yüksek. Gaziantep gibi günlük sıcaklık farklarının yüksek olduğu alanlarda iç mekan iklimini dengeleme özelliği ile de öne çıkabilir. Öte yandan taşınması ve işlenmesi için gereken enerji, pişmiş tuğla veya betonarme için gerekenin sadece yüzde 1’i.
Doğal yapı malzeme ve yöntemleri, afet direnci bakımından incelendiğinde ise yığma taş yapılar deprem, sel, yangın gibi tehditler karşısındaki yüksek direnci ile güven veriyor. Ancak elbette yığma taş yapılar, büyük miktarda malzeme kullanımı gerektirdiğinden en verimli sistemler değil.
Ahşap taşıyıcı sistemlerin kullanıldığı yapılar ise hafifliği ve sünekliğiyle depreme karşı daha iyi bir direnç sağlıyor. Deprem sırasında hasarları önlemek için çatı ile temel arasında iyi bir destek ve bağlantı ilişkisi şart. Ahşap elemanların görünür olmaması ve uygun sıva ile korunması durumunda yangın riski neredeyse yok denecek kadar az olur. Bununla beraber dış yüzeylerde ahşap kaplama, kamış veya saman gibi yanıcı malzemelerin kullanımından kaçınılması önemli. Su baskını durumlarında ise zarar gören cephelerdeki dolgu malzemelerinin değiştirilerek kısmen onarılabilir olması, ahşap taşıyıcı sisteme sahip yapıları avantajlı kılıyor.
Raporda, afet sonrası yeniden inşa sürecinde dünyadan örneklere yer verilerek özellikle taş ağırlıklı yapılarda depremlerde yapının zarar görmesini önlemeye yönelik iki ana çözüm öneriliyor: Tel örgü ya da hasır teli yığma duvarın içine veya dışına entegre ederek bir yapı oluşturmak veya taş elemanların ayrılmasını önlemek için dolgu yığma (gabion) sistemi. Sıkıştırılmış toprak veya sıkıştırılmış toprak blok ve yığma sistemler veya taşıyıcı karkası olan hafif bitkisel veya kil ile lif karışımlı dolgulu duvarlar gibi daha yüksek mukavemete sahip diğer tekniklere de işaret ediliyor.
Gaziantep başta olmak üzere afet riskiyle karşı karşıya bulunan ülkemiz genelinde yaşam alanlarının sürdürülebilir biçimde yeniden yapılandırılması sürecinde doğal yapı uygulamalarının artması ve doğal yapı malzeme üretiminin yaygınlaşması için bu çalışma yol gösterici olabilir. Çalışma, doğal yapı malzemeleri ve yöntemlerinin endüstriyel üretiminin yönetmeliklerde ve imar plan notlarında yer almasının da önemine işaret ediyor. Bu bağlamda merkezi ve yerel idareler ile iş birliği büyük önem arz ediyor.