08 Eylül Uluslararası Edebiyat Günü, UNESCO tarafından edebiyatın gücünü kutlamak, yazarların yaratıcı katkılarını onurlandırmak ve dünya genelinde edebiyatın önemine dikkat çekmek amacıyla her yıl kutlanıyor. Uluslararası Edebiyat Günü, edebiyatın sunduğu zenginliği ve derinliği keşfetmek için mükemmel bir fırsat.
Bu yazıda Dünya Edebiyat Günü'nü, insan ruhunu derinden etkileyen, düşündüren ve ilham veren bazı alıntılar ve yazarlarının hayatlarına dair kısa anekdotlarla kutlayacağız.
Kalabalıklar içinde yalnız bir yazar: Oğuz Atay
"Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum..."
Bu çarpıcı sözler, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Oğuz Atay'a ait. Tehlikeli Oyunlar romanında dile getirdiği bu cümleler, aslında yazarın kendi hayatıyla da derin bir bağ taşıyor.
Toplum tarafından tam olarak anlaşılamamanın verdiği acıyı derinden yaşayan Atay, "Tutunamayanlar" gibi bir başyapıta imza atmasına rağmen hak ettiği üne ancak ölümünden sonra kavuşabildi. Mühendislik gibi saygın bir mesleği olmasına rağmen kendini edebiyata adayan Atay, belki de bu yüzden okurlarına "Beni yaşarken anlayın" diye sesleniyordu.
Kadıköy vapur iskelesinin yapımında kontrol elemanı olarak çalışmış olması, hayatının ironik bir yansıması gibiydi. Toplumun sıradan akışına kendini bırakamayan, sorgulayan ve arayan bir ruhun, böylesine sıradan bir işte çalışmış olması, onun iç dünyasındaki fırtınaları daha da belirginleştiriyor.
Oğuz Atay, sadece eserleriyle değil, hayatıyla da edebiyat dünyasında derin izler bırakmış bir isim. Onun bu sözleri, sadece bir yazarın haykırışı değil, aynı zamanda toplumun bireyi anlama konusundaki eksikliğine de ayna tutuyor.
"Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında."
Kafka'nın Dönüşüm eserinden bu satırlar, onun hayata bakış açısının da bir yansıması gibi. Ciddiyetten uzak, hatta biraz da ironik bir tespit. Tıpkı Kafka'nın kendi hayatı gibi. Yaşarken hak ettiği değeri göremeyen, eserleri ölümünden sonra keşfedilen ve edebiyat dünyasında bir fenomene dönüşen bir yazar...
Kafka, belki de sıradan bir memur olarak anılmaktan korktuğu için yazdıklarının yok edilmesini vasiyet etmişti. Ölümünden sonra ünlenmesi, kendi isteği dışında gerçekleşen bir ironi. Dönüşüm'deki Gregor Samsa gibi Kafka da ölümünden sonra bambaşka bir şeye dönüştü: Edebi bir mirasa.
Peki, Kafka'yı bu kadar özel kılan neydi? Kafka, yazdıklarıyla, hem kendi iç dünyasının labirentlerinde dolaşıyor, hem de okurlarını bu yolculuğa çıkarıyordu. Ölümünün ardından gelen ünü ise onun bu yolculuğunun ne kadar evrensel olduğunu kanıtlar nitelikte.
Umut ve mücadelenin kalemi: Sabahattin Ali
"Dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektir."
Bu sözler, Türk edebiyatının güçlü kalemi Sabahattin Ali'nin, insan ruhunun derinliklerine ve toplumsal gerçekliğe ayna tuttuğu İçimizdeki Şeytan romanından. Yaşamı boyunca fikirleri yüzünden zorluklarla karşılaşan Sabahattin Ali, eserleriyle Türk edebiyatına damgasını vurdu. Toplumsal gerçekçi bakış açısı ve etkileyici üslubuyla sadece döneminin değil, günümüzün de en çok okunan yazarları arasında yer alıyor.
Bilinenin aksine, soyadı 'Ali', babasının adı olan 'Ali'den geliyor. Soyadı Kanunu çıktığında ailesine 'Şenyuva' soyadı verilmiş, fakat Sabahattin Ali bu soyadını kabul etmemiş ve babasının adını soyadı olarak kullanmak istemiş.
Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna gibi unutulmaz eserlere imza atan Sabahattin Ali, maalesef ki şüpheli bir şekilde öldürüldü. Yurt dışına kaçmaya çalışırken hayatına son verilmesi Türk edebiyatı için büyük bir kayıp oldu ancak eserleri, onun kalıcı bir iz bırakmayı başardığının en büyük kanıtı. "Kürk Mantolu Madonna" gibi zamansız bir aşkı anlatan romanından, "İçimizdeki Şeytan" gibi insan ruhunun derinliklerine inen eserlerine kadar, Sabahattin Ali'nin kaleminden çıkan her satır, okuyuculara düşünsel bir yolculuk vadediyor.
Mizahın ötesinde bir kalem: Mark Twain
"Doğumundan ölümüne insanın yaptığı her eylem, içindeki efendiyi hoşnut etmek içindir."
Twain, İnsan Nedir adlı eserinde insan doğasına dair bu çarpıcı tespiti yaparken, aslında hepimizin iç dünyasına ayna tutuyor. Mizahın ustası olarak bilinen Twain, sadece güldürmekle kalmamış, aynı zamanda insan davranışlarını, toplumsal normları ve hayatın anlamını sorgulayan derin bir felsefeyi de kaleme aldı.
Çocukluğu yoksulluk içinde geçen Twain, genç yaşta matbaalarda çalıştı, hatta Mississippi Nehri'nde vapur kaptanlığı bile yaptı. Hayatın tam da içinden gelen bu deneyimler, ona eşsiz bir gözlem yeteneği ve anlatım zenginliği kazandırdı. Tom Sawyer'ın Maceraları ve Huckleberry Finn'in Maceraları gibi unutulmaz eserlerinde, çocukluğun masumiyetini ve toplumsal ikiyüzlülüğü bir araya getirerek hem güldürdü hem de düşündürdü.
Twain daktiloyu kullanan ilk yazarlardan biri olarak biliniyor ve sık sık insomnia rahatsızlığıyla mücadele ettiği, hatta tüm eserlerini uyuyamadığı zamanlarda yazdığı söyleniyor. Günümüz stand-up gösterilerinin temellerini atan isimlerden biri olarak kabul edilen Twain, sadece kalemiyle değil, sahne performansıyla da izleyicileri etkilemeyi başarmıştır. Yaşamı boyunca maddi zorluklar ve ailevi trajedilerle sınanan Twain, tüm bu deneyimlerini kaleme dökerek edebiyat dünyasına paha biçilmez eserler kazandırdı. Onun eserlerini okurken mizahın satır aralarına gizlenmiş derin felsefeyi keşfetmek, ayrı bir keyif veriyor.